HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


İslam ve demokrasi

Neşe Düzel'in Prof. Dr. Murat Çizakça ile yaptığı bir röportajda önemli konulara girilmiş, tespit ve değerlendirmeler yapılmıştır. Bu yazıda değerli ilim adamımızın tespit ve değerlendirmelerinden bazılarına itirazlarım, bazılarına da katkılarım olacak:

"MÇ : Tayyip Erdoğan'ın bazı konuşmaları insanlarda "acaba radikal mi?" diye bir şüphe yaratıyor. İçki yasağıyla ilgili son söyledikleri radikaldi. Sadece özgürlükleri kısıtlayıcı ve demokrasiye aykırı değil, İslamiyet'e de aykırıydı. Çünkü Peygamber dahi, Tanrı ile kul arasına giremez. Nerede kaldı ki devlet girecek.

ND : Erdoğan, Fatih Altaylı'ya, iktidara geldiklerinde Milli Piyango gibi şans oyunlarında da 'caydırıcı' olacaklarını söyledi. Yasaklamanın yeni adı 'caydırmak' mı oldu?
MÇ : AKP'nin, demokrat ve özgürlükçü olduğuna, insanları ikna edebilmesi için ciddi bir programa ihtiyacı var. Ama benim bildiğim, hâlâ doğru dürüst bir ekonomik programı bile yok. Eğer AKP daha özgürlükçü bir tutum gösterirse liberal İslam'a kayabilir. Liberal İslam ise rejim sorunu getirmez."

ND :Dindar demokratla radikal İslam arasındaki farklar nelerdir?
MÇ : Radikal İslam, şeriatın en doğru, en yüksek hukuk sistemi olduğuna inanır ve bir kere iktidara geldiğinde de asla gitmemeyi düşünür. Erbakan, 'kanlı mı, kansız mı geleceğiz' demişti. Silah zoruyla mı yoksa seçimle mi gelecekleri bir ayrıntıdır. Ilımlı ve liberal İslam ise dindar demokratların tezidir. Bunlar, İslami diktatörlük dahil her türlü diktatörlüğe karşıdır, iktidara gelmenin ve gitmenin seçim yoluyla olacağını baştan kabul ederler."
Çizakça hoca'nın ılımlı ve radikal İslam tanımlamaları, bu terimlerin mâna ve mahiyetlerini tam olarak yansıtmıyor. Radikal İslam tanımında iki unsur var: a) Şeriatın en doğru, en yüksek hukuk sistemi olduğuna inanmak. b) Bir kere iktidara geldiğinde asla gitmemeyi düşünmek. Bu iki unsurdan birincisi hem radikal hem de ılımlı İslam'da vardır, olmalıdır; bu inanç olmadan İslam olmaz. Şeriat, Kur'an ve sünnet'e dayanan, ya bu kaynaklarda geçen açık ifadelerden veya yoruma açık ifadelerin yorumundan elde edilen hukuktur. Bu hukukun kurallarının Allah'a ait olduğuna, vâzı'ının Allah olduğuna inanılır. Yoruma açık olanlarda yapılan yorum ile kıyas yoluyla elde edilen kurallar da, ictihadı yapan alim ile onu izleyen halka göre ilâhîdir; ictihad yoluyla Allah'ın muradının böyle olduğu sonucuna varılmıştır. Ahkâmın zamanın şartlarına göre değişebilir olması, bu inanca aykırı değildir; eski ictihad da Allah'ın buyruklarından çıkarılmıştır, yeni ictihad da; bu sebeple bütün şeriat "en yüksek, en doğru hukuk sistemidir".
İkinci unsur "iktidara gelince bir daha gitmemek" idi. Şeriata dayalı yönetim aktörlerinin yeni seçimler ve atamalarla değişmesi, bu mânada iktidara gelenlerin gitmesi, hem radikallere hem de liberallere göre mümkündür; hatta bazen zaruri, mecburi hale gelir. Şeriata dayalı yönetimin değişmesi ve yerine laik bir yönetimin gelmesi söz konusu olduğunda her doğru İslam anlayışı buna karşı çıkar. Müslümanların gücü yeterse toplumu İslam'ın kurallarına göre yönetmek isterler; inanıp yapmak istemeyen müminler ile inanmayan vatandaşların hak ve özgürlükleri de İslam'ın kurallarına göre belirlenir. Radikal İslam(cılar) ile liberal İslam(cıların) farkı, bana göre burada kendini gösterir. Radikal İslamcılar, gerektiğinde şiddeti ve gücü kullanarak iktidara gelmek, ülkeyi şeriat esaslarına göre yönetmek isterler. Liberal İslamcılar ise ya -kendilerine göre daha iyi ve doğru olana- güçleri yetmediği için veya laik-demokratik sistemi İslam'a uygun buldukları için laik demokratik rejimlerin hakim bulunduğu ülkelerde iktidar olmak ve bu rejime göre ülkeyi yönetmek, bu arada İslam'ın amaçlarına hizmet etmek isterler.
AKP baştan beri bir din partisi olmadığını, din eksenli siyaset yapmayacağını, laik demokratik rejimi benimsediğini, ancak hem laikliği hem de demokrasiyi Batı standartlarında uygulayacağını açıkça ifade ediyor. Parti başkanının içki ve kumarla ilgili açıklamaları da -kendisi tarafından- dine değil, anayasaya ve kanunlara dayandırılıyor. Parti başkan ve üyelerinin, İslam'ı referans olarak göstermeden, mevcut rejim içinde kendi inanç ve kanaatlerine uygun tasarruflarda bulunmaları, partinin liberal İslamcıların değil, dindar müslümanların partisi olduğuna delil ve işaret olur.
Bana göre AKP, liberal İslamcıların değil, daha ziyade dindar müslümanların partisi gibi gözüküyor. Liberal İslamcı olsalardı amaçlarını ve programlarını, ictihad yoluyla İslam'a uydurmaları, İslâmî olduğunu açıklamaları, iddia ve ispat etmeleri gerekirdi.
Müslümanın ve İslâmî devletin içki ve kumar gibi İslam'a göre haram olan şeylere karşı çıkması ve bunların engellenmesi için çaba göstermesi İslam'a aykırı değildir, Allah ile kulun arasına girmekle de bir ilgisi yoktur. Allah ve Resulü, haramların açıkça işlenmesini engellemek görevini müslümanlara vermiştir; müslümanlar güç ve imkanlarına göre bu ödevi yerine getirirlerse Allah ile kul arasına girmiş olmazlar, Allah'ın emrini yerine getirmiş olurlar. Peygamberimiz de bunu yapmış, sarhoş olarak toplum içine çıkanları cezalandırmıştır.

"ND : Bütün kamuoyu yoklamaları AKP'yi birinci parti gösteriyor. Dindar demokratlar Türkiye'de iktidara gelebilir mi? Yoksa '28 Şubat' hayaleti Ecevit'in dediği gibi, dirilmek için bahane mi arıyor?
MÇ : AKP'nin laiklerle uzlaşması lazım. Eğer insan haklarına daha saygılı, daha demokrat olabilirse, bu, onu laiklerle anlaşmaya götürür. O zaman iktidarda kalır. Ama laikleri dışlarsa iktidarda kalması için hiç ümit yok . O zaman yeni bir 28 Şubat daha yaşarız."
Çatışmanın, baskın faktör olarak ideolojiye dayandığı kanaatinde değilim; çatışmanın temel faktörü kurulu düzen ve bu düzende oluşmuş ekonomik, siyasi ve sosyal iktidardır, çıkardır; kavga bu iktidarın el değiştirmesi üzerinde kopmaktadır. İktidarın el değiştirmesini engellemek isteyen çıkar gurupları bunu demokratik yoldan yapamayacaklarını anlayınca iç ve dış güçleri harekete geçiriyorlar; meşrulaştırma ve tahrik için de ideolojiyi kullanıyorlar.
AKP ve SP insan haklarına öncelik verdiklerini ve laikliği, demokrasiyi Batı'daki anlayış ve uygulamalara uygun hale getireceklerini açıkça ifade ediyorlar. Radikal laikler veya laikliği kullananlar ise bize göre karşı tarafa da iktidar hakkı tanımaya yanaşmıyor, ihtimallere, hatta vehimlere dayanarak suyu yokuşa sürüyorlar.
Laiklerle anlaşmadıkları takdirde tekrar 28 Şubat yaşanacağını söylemek, Türkiye'de demokrasiden ve hukuk devletinden ümit kesmek, antidemokratik gericiliğe teslim olmak demektir. Gerçek aydınların tavır ve ifadeleri işte bu gericiliğe karşı mücadeleyi yansıtmalıdır. İlkelerde anlaştıktan sonra belli bir laiklik anlayışında anlaşamayan, uzlaşamayan partilerin iktidar şansını millet iradesi belirlemelidir; birine dur, diğerine geç diyen demokrasi dışı müdahale güçleri var oldukça demokrasi ve çağdaşlık iddiası aldatmacadan ibaret kalır.

"ND : 28 Şubatçıların iddia ettiği gibi, tam demokrasi, radikal İslam'ın iktidara gelmesi için tehlikeli ortam mı yaratır? Yoksa tam demokrasi, aslında radikal İslam tehlikesini aşmamıza yardımcı mı olur?
MÇ : Aşmamıza yardımcı olur. Demokrasinin Türkiye'de gerçekleşebilmesi için laiklerle dindarlar uzlaşmak zorunda. Bu uzlaşma olmadığı için Türkiye'nin başı hiç dertten kurtulmadı ve bu ülkeye tam demokrasi gelemedi. Bu konuda iki taraf da tavizler verecek. Dindarlar iktidara geldikleri taktirde demokrasiye sadık kalacaklarını, diktatörlük kurmayacaklarını ortaya koyacaklar. 'Bizim derdimiz devleti ele geçirmek, orduda, poliste kadrolaşmak değil' diyecekler. Laik kadınların, Atatürk reformlarıyla kazandıkları hakları paket halinde kabul edip, bu hakların İslamî olduğunu söyleyecekler."
Bir yazımda müslümanın "taviz vermesi"nin meşru anlamını açıklamaya çalışmıştım. Müslüman inandığına, doğru bildiğine uymayan, aykırı olan bir hükmü ve uygulamayı benimseyemez. İçinden benimsemediği halde uygulamaya rıza gösterirse, katlanırsa bu, ya taktik gereğidir veya güçsüzlüğün ortaya çıkardığı zaruret gereğidir.
Laiklerin bazı taleplerini kabul etmek, yapılan yorum ve ictihad sonucu "İslam'a uygun olduğu" kanâat ve inancına dayanıyorsa bu takdirde tavizden söz edilemez, taleplerin ve çözümlerin örtüşmesinden söz edilebilir.
"Dindarlar iktidara geldikleri taktirde demokrasiye sadık kalacaklarını, diktatörlük kurmayacaklarını ortaya koyacaklar." deniyor; sözü edilen parti olsun, diğerleri olsun bunu hep söylüyorlar. Demokrasiyi diktatörlüğün karşıtı bir kurum ve kavram olarak kullanıyorsak zaten İslam'a göre de bu partilerin vaatlerinde bir problem yoktur; İslam diktatörlüğe karşıdır.
"Bizim derdimiz devleti ele geçirmek, orduda, poliste kadrolaşmak değil diyecekler" deniyor; iktidar bütün taraflar için devleti ele geçirmek ve orduda, poliste kadrolaşmak değilse, böyle yapılmıyorsa dindar demokratların da öyle yapmaması tabîîdir; daha önce yanlış uygulamalar yapılmış ise bunları temizlemek, demokrasinin gereklerini yerine getirmek de yeni iktidarın icraatlarından biri olmalıdır. Bütün tarafların bir devleti vardır, bu devletin organlarında, farklı inancı, dünya görüşü, siyasi tercihi olan vatandaşların görev yapmaları, istihdam edilmeleri de bir insan ve vatandaş hakkıdır; yanlış olan, devlet otoritesini taraflı olarak kullanmak, kendi siyasetine alet etmektir.
"Laik kadınların, Atatürk reformlarıyla kazandıkları hakları paket halinde kabul edip, bu hakların İslamî olduğunu söyleyecekler." deniyor; aslında "laik kadın" olmaz, laik devlet olur. Laik devletin kadınlara verdiği hakları bütün kadınlar kullanabilir; istemezse de kullanmaz. Bu hakları, yukarıda "taviz" kavramını açıklarken verdiğimiz çerçeve içinde kabul etmek, uygulamak başkadır, İslamî olduğunu söylemek başkadır. Bir hakkın, fiilin, inancın... İslâmî olup olmadığını söylemek, bu konuda hüküm vermek, değerlendirme yapmak siyasi partilerin, gurupların işi değildir. Bu iş İslam âlimlerine ait bir iştir, onların selahiyet alanına girer. Bir dinin alimlerine, inananlarına belli bir inancı, hükmü, anlayışı dayatıp "bunun İslâmî olduğunu söyleyeceksiniz" demek, "insan hak ve özgürlüklerine, laikliğe, demokrasiye aykırı olan tavır" işte budur.

"ND : Çağdaş kadının özgürlükleri ve görüntüsü İslamî mi sizce?
MÇ : Evet, bu İslamiyet'le çatışmıyor. Çünkü İslamiyet Müslümanlar arasında gelişen âdetlere çok saygı duyar. Âdetler ve gelenekler İslam hukukunun önemli kaynağıdır. Laik Cumhuriyet'in getirdiği bu haklardan milyonlarca Müslüman kadın 80 yıldır faydalanıyor. Kadının giyimi dahil bu özgürlükler artık bir gelenek halini aldı ve İslamiyet'in parçası oldu. Üstelik Kuran'da kadının giyimiyle ilgili kesin sınırlar yok. Dindar demokratlar, 'Laik kadınların bu haklarına ve adetlerine saygı göstermek İslamiyet'in gereğidir' demeliler. Ayrıca dindeki bazı yasaklara uymak isteyen kadınlara da özgürlüklerini vermeliler. Çünkü amaç, özgürlüklerin önünü açmaktır. Aslında laiklerle dindar demokratlar arasındaki uzlaşmada büyük tavizi laiklerin vermesi gerekiyor. Çünkü şu anda laikler Türkiye'yi yönetiyor. Oyun teorisine göre güçlü olan taviz verir."
"Âdetler ve gelenekler İslam hukuku'nun önemli kaynağıdır" kuralı doğru olmakla beraber, bütün hukuk sistemlerinde mevcut olan "kaynaklar hiyerarşisi" ihmal edilerek mutlak söylendiğinde ortaya önemli problemler çıkar, maksat aşılmış olur. İslam hukuku kaynakları8 Kur'an, sünnet, icmâ, kıyas... şeklinde sıralanır. Kıyas icmâ'a, icmâ sünnete ve Kur'an'a, sünnet de Kur'an'a aykırı olamaz; altta kalan üsttekini değiştiremez. Müslümanlar arasında ortaya çıkan örf ve âdetler, "gelişme ve sapma" şeklinde ikiye ayrılabilir. Gelişme mahiyetinde olan âdetler naslara ve İslam'ın amaçlarına aykırı olmaz, fert ve toplum olarak insan için kaçınılmaz olan müspet değişimi, nasların yorum ve uygulamasını ifade eder ve bu sebeple de onlara itibar edilir. Sapma mahiyetinde olan âdetler ise İslam'ın koyduğu kurallara ve amaçlara aykırı olduğu halde genellikle yabancı kültürlerden veya eski kültürden sızıp gelen, başta bilgi ve eğitim eksikliği olmak üzere çeşitli zayıflıklar ve kusurlar yüzünden yaşama ve yayılma imkanı bulan âdetlerdir. Bunlara itibar edilmez, bunlar islamî kural kaynağı olmaz, aksine bunlarla mücadele edilir; hatta tecdîdin en yaygın tanımında bu sapkın âdetlere, bid'atlara karşı mücadele unsuru vardır.
İslam Fıkhı'na göre avret sayılan ve örtülmesi gerekli bulunan yerlerin ve özellikle de kadın başının açılması Ku'an'a, sünnet'e ve icmâ'a aykırıdır. Kur'an'da başörtüsü vardır, sünnet ve icmâ da bunun şeklini ve nasıl uygulanacağını açıkça ortaya koymuş, asırlar boyunca her alt kültürden kadınlar başlarını örtmüşlerdir.
"Laik Cumhuriyet'in getirdiği bu haklardan milyonlarca Müslüman kadının 80 yıldır faydalanması, kadının giyimi dahil bu özgürlüklerin artık bir gelenek halini aldığını ve İslamiyet'in parçası olduğunu" ifade etmez. Çünkü "laiklik", kural koyarken dini dışlamanın, dini işe karıştırmamanın adıdır. Şu halde kadının başını açmasına izin verirken, daha sonra birçok yerde buna mecbur ederken laik cumhuriyet dini uygulamamış, aksine dinin kuralını reddetmiş, dini bakımdan selahiyetsiz olduğu halde ve usulsüz olarak din kuralını değiştirmiştir. Böyle bir kural bin yıl uygulansa yine İslam'ın bir parçası haline gelmez.
"Dindar demokratlar, 'Laik kadınların bu haklarına ve âdetlerine saygı göstermek İslamiyet'in gereğidir' demeliler." deniyor. Bir âdetin İslamiyetin gereği olup olmadığını söylemek için aranacak ehliyet ölçüsü "dindar demokrat" olmak değil, din alimi olmaktır. Dindar demokratlar ancak şöyle diyebilirler: "İçinde bulunduğumuz şartlarda ve çeşitli inanç gurupları arasında varılan uzlaşmaya göre başını açan açmayana, açmayan açana karışmayacak, bütün taraflar inandığı gibi yaşamakta serbest olacaklardır".
Sayın Çizakça'nın "Kapitalizm ile İslam'ın hiç çatışmadığı, serbest piyasa ekonomisinin İslâmî olduğu konularındaki hüküm ve değerlendirmelerine de katılmıyorum. İslam'a uygun bir ekonomik düzende serbest pazar ekonomisi ve kapitalizm ile örtüşen taraflar bulunmakla beraber, onu kendine özgü kılan farklı taraflar da vardır. Ancak bu yazı uzadığı için ekonomi konusunu bu kadarla geçiyor, merak edenleri bu konuda yazılmış kitap ve makalelere havale ediyorum.



8 Edille-i asliyye ve fer'iyye



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler