HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 

İNTERNET BASKISI EK MAKALELERİ

Nikahla İlgili Birkaç Mesele

İnsan için cemiyet,cemiyet için de aile ne kadar önemli ise Hak Din'in en son ve en kâmil tebliğcisi ve uygulayıcısı Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz de aileye o kadar önem ve değer vermiştir. Çünkü O'nun tebliğ ve tatbik ettiği dininvâzı'ı ile kâinatın yaratıcısı birdir; Vahid, Ehad, Hakîm ve Alîm olan Allah'ıniki eseri (din ve insan) arasında çelişkinin bulunmaması, birinin diğerine elbise ile vücut gibi uyması tabiidir.
Fıkıhta yer alan nikah akdi ile ilgili hükümleri ikiye ayırmak gerekir: 1. Tabîî ve devamlı olan duruma, şartlara uygun, onlar göz önüne alınarak konmuş hükümler. 2. Olağan dışı, istisnai, zaruret icabı olup devamı bu şartların devamına bağlı bulunan hükümler.
Biz bunlardan birncisi ile ilgili hükümleriş, kuralları sistematik olarak ilgili çalışmalarımızda açıkladık. Burada daha çok ikinci kısımla ilgili olan birkaç konu üzerinde duracağız.

Gizli nikah:

Şahitsiz ve ilansız, yalnızca iki tarafın (erkekle kadının) karşılıklı rızaları ve irade beyanları (seninle evlendim, evleniyorum demeleri) ile yapılan evlenme akdinin sahih ve geçerli olmadığı, böyle bir evlenme ile birleşenlerin zina etmiş olacakları konusunda ictihad birliği vardır.
İki büyük fıkıh mezhebinden Şâfiîlere göre, ergenlik çağına gelmiş olsa bile kız kendi irade beyanı ile evlenemez, onu evlendirecek olan kimse velîsidir. Hanefîlere göre ergenlik çağına gelmiş olan kız nikahta taraf olabilir, onun rıza ve irade beyanı ile evlenme akdi yapılabilir.
Bütün mezheplere göre nikahın (evlenme akdinin) ilan edilmesi; yani gizlenmemesi, çevreye duyurulması sünnettir. İmam Mâlik'e göre yalnızca şahitlerin bildiği ve tarafların isteği üzerine onların da gizledikleri nikahfâsiddir, selahiyetli makamca bozulur ve taraflar ayırılır.
Evlenmenin din, ahlak, hukuk, aile ve cemiyetle ilgili yönleri, etkileri, sonuçları vardır. Evlenme akdi yalnızca cinsel ilişkiyi caiz kılmaz, bunun yanında taraflara birçok haklar ve ödevler de yükler. Müminlerin eşleri dışında kalan ana baba, büyükler, kardeşler ve diğer hısımlara karşı da hukuk ve ahlak alanına giren ödevleri vardır. Ana babaya haber vermeden, onların rızasını almadan evlenen gençler ana babayı derinden üzmüş ve kırmış olmaktadırlar. Bu kırgınlıklar bazen hayat boyu sürmekte, aile ilişkileri temelden sarsılmaktadır. Bu konu kendisine sorulan hocalar, dar açıdan (yalnızca evlenme akdinin unsurları yönünden) bakarak caiz derken, işe bir de evlilik hukuku, aile ilişkileri ve ahlak açısından bakmalı, kendi kızları ve oğulları haber vermeden biriyle evlense bunun kendilerini nasıl etkileyeceğini düşünmelidirler. Anaya babaya haber vermeden, onlardan izin almadan, şahitlere gizlemelerini tembih ederek,nüfusa da kaydettirmeden evlenme akdi yapanların evlilikleri, yalnızca cinsel ilişkiyi zina olmaktan çıkarsa bile -ki, yukarıda açıklandığı üzere bunu da kabul etmeyen ictihadlar vardır- evlenme hukuku, ana baba hakları ve ahlak bakımından birçok sakınca taşımakta ve günaha sebep olmaktadır. Önemlice sakıncalarından biri de, kızın ayrılmak istemesine, hatta fiilen eşini terk etmesine rağmen erkeğin onu boşamaya yaklaşmaması, bu durumda -araya hakemler girerek boşamayı sağlayıncaya kadar- kızın bir başkasıyla evlenmesinin imkansız hale gelmesidir.
Bizim tavsiyemiz, evlenmeyi zorlaştıran gelenekleri aşarak kolay ve ucuz evlenme yollarının açılması, erkeklerin ve kızların evlenme yaşlarının öne alınması (yirmi beş, otuz yaşlarına kadar bekletilmemesi), mesela öğrenci iken evlenen çifte geçim yardımı yapan hayır kurumlarının oluşturulması ve bu kolaylıklar hasıl olunca da ana babaya haber vererek, onların rızalarını alarak evlenmenin gerçekleştirilmesidir. Ana babalara düşen vazife de gelin ve damat seçiminde önceliği çocuklarına vermeleri, ortada önemli bir engel bulunmadıkça talepleri geri çevirmemeleridir. Gizli evlenmelerin başlıca sebepleri arasında evlenmeyi zorlaştıran ve -yukarıda açıklanan- Hz. Peygamber'in (s.a.) sünnetine de aykırı olan zorluklar, ekonomik sıkıntılar, ana babaların anlayış göstermemeleri gibi hususların bulunduğu unutulmamalıdır.

Resmî nikah ve dinî nikah:

İslam'da nikah (evlenme akdi), fıkıh konularının tasnifi içinde ibadetlere değil, dünya hayatını düzenleyen hükümler (muâmelât) bölümüne girer. Bir satım, bir kira akdi, dinle ilişkisi bakımından ne ise bir nikah akdi de odur. Bu sebeple nikah akdini bir başkası değil, iki taraf yapar; akit, aralarında evlenme engeli bulunmayan bir kadınla bir erkeğin, şahitler huzurunda, karşılıklı rızaları ve irade beyanları ile kurulur/oluşur. İmamın veya belediye memurunun nikah kıyması akdin kurulması ve sahih olmasının şartı değildir; bunların yaptığı, akit işlemini yönetmekten ibarettir. Resmî nikah ayrıca kayıt altına alındığı için evlilik hukukunu koruması, güvence altına alması bakımından dinin amacına daha da uygundur. İçinde yaşadığımız şartlarda yalnızca -meşhur olmuş yanlışlıkla- dinî denilen nikah ile yetinmek, dinin önem verdiği evlilik hukukunu korumak için yeterli olmadığından bununla kalmamak, mutlaka akdi resmîleştirmek gerekir (Bu konuda geniş bilgi için benim Mukayeseli İslam Hukuku isimli kitabıma bakılabilir).

Çok eşlilik:

Birden fazla kadınla evlenmeyi caiz kılan âyetin meali şöyledir: "Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın; haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın... ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır." (Nisa: 4/3).
İnsanoğlunun dünya hayatında mutluluğu bulabilmesinin ve yaratılış amacını gerçekleştirmesinin maddî şartları içinden ikisinin önceliği vardır: a) Aile ve cemiyet içinde sağlıklı, dengeli ve düzenli "insanî ilişkiler", b) Âdil ve mâkul bir "insan-servet ilişkisi". Nisa sûresinin ikinci âyetinden altıncı âyetin sonuna kadar -sûrenin birinci âyetinde önemle tavsiye edilen aile ve akrabalık bağlarına riayetin tabii sonuçları olarak- geniş ailede yetimlerin haklarından söz edilmiş, velisi ile yetim arasındaki şahsî ve malî tasarruf ilişkisi kaidelere bağlanmıştır. Aradaki iki âyette evlilik ve mehir konularına temas edilmiştir; ancak bu temas, yetimlerin hukuku ile ilgili kaideler koyma ve tavsiyelerde bulunma iradesinden doğduğu için dolaylı olmuştur. Yani meşhur teaddüd-i zevcât (birden fazla kadınla evlenme) izni doğrudan hüküm konusu olmamış, yetimlerin haklarını korumak için bir araç olarak ve bu münasebetle zikredilmiştir. Yedinci âyetten itibaren de servet dağılımının en önemli unsurlarından biri olan miras hükümlerine yer verilmiştir.
İnsanoğlu bugüne kadar savaşa, tabii felâketlere ve ölüme çare bulamamıştır. Bir gün savaşa çare bulsa ve devamlı bir barış ortamı sağlasa bile dünya hayatını, diğer ikisiyle beraber yaşayacağı anlaşılmaktadır. Savaşlar, tabii felâketler ve ölümler arkada babalarını ve analarını kaybetmiş çocuklar bırakmaktadır. Babalarını kaybeden çocuklar (yetimler) şahısları ve malları için bir koruyucuya, eğitici ve temsilciye muhtaç olabilirler, işte bu koruyucu ve temsilciler "veliler "dir. Velinin vazifesi yetimi görüp gözetmek, onun şahsî ve malî menfaatini koruyup kollamaktır; yetimi himayesi altına alan, koruyup yetiştiren kimselere Resûlullah'ın (s.a.), "cennette kendisiyle beraber olacakları" müjdesi vardır (Buhârî, "Talâk", 25, "Edeb", 24; Müslim, "Zühd", 42). Bunu yapmayan, üstelik yetim malını yemeye, gaspetmeye, onu kendine ait kötü mal ile değiştirmeye kalkışan veli, vazife ve salâhiyetini kötüye kullanmış, emanete hıyanet etmiş olmaktadır. Temizi ve iyiyi, pis ve kötü olanla değiştirmenin bir başka şekli de helâli bırakıp haramı, hakkı olmayan şeyi almak ve yemektir, haramdan yararlanmaktır.
Yetimler çoğu kez velileri tarafından evlendirilmekte, damat adayı ile şartlar konusunda da velilerin isteği belirleyici olmaktadır. Yetim bir başkası ile evlendirilirken onun menfaatinin koruyucusu velidir. Kızın daha yakın erkek akrabası bulunmadığında velilik sırası, aralarında evenme caiz olan amca oğullarına kadar gelebilmektedir. Bu durumda eğer yetimi bizzat veli almak, nikâhlamak isterse onun koruyucusu yok demektir, şartları belirlemek de - aynı zamanda evlenme akdinin diğer tarafı olan- veliye kalmaktadır. Bu durumda hakkın kötüye kullanılması, yetimlerin hukukunun zayi olması ihtimali artacağından Allah Teâlâ velilere, adaletten sapma riski karşısında, himayeleri altında bulunan ve kendileriyle evlenmeleri câiz olacak kadar da uzak akrabaları olan yetim kızlarla evlenmek yerine başka kadınlarla evlenmelerini tavsiye etmekte, "ikişer, üçer, dörder" demek suretiyle de dünyada evlenilecek kadınların tükenmediğine, velâyeti altındaki yetim kızlar dışında birçok kadının bulunabileceğine işaret buyurmaktadır. Hz. Âişe'nin "yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız..." meâlindeki âyetin geliş sebebi olarak zikrettiği yaygın âdet ve sorular, yukarıdaki açıklamanın tarihî bir vâkıa olduğunu göstermektedir; buna göre veliler ya mallarına göz koydukları için istemedikleri/sevmedikleri halde himayeleri altındaki yetimlerle evleniyorlardı yahut da isteyerek evleniyor, fakat mehirlerini ve çeyizlerini emsaline göre eksik belirliyorlardı (Buhârî, "Tefsîr", 4/1).
Âyetin dolaylı olarak temas ettiği birden fazla kadınla evlenme imkânı ve âdeti, İslâm'ın geldiği çağdan çok öncelere kadar uzanmaktadır. İslâm öncesi çağlarda Mısır, Hindistan, Çin ve İran'da, Eski Yunan ve Roma toplumlarında, Yahudilerde ve Araplar'da, ya nikâhlamak yahut da evde veya evin dışında bir yerde dost tutmak suretiyle erkekler, birden fazla kadınla evlilik yapıyorlar veya evliliğe benzer ilişkiler yaşıyorlardı. Bu çağlarda birden fazla kadınla evlenmenin birden fazla sebebi mevcuttu. İslâm'ın geldiği bölgede özellikle köylerde ve dağ başlarında yaşayan bedevîlerin çok kadınla evlenmelerinin baş sebebi, hem düşmana karşı korunmanın, hem de çevresi üzerinde hâkimiyet sağlamanın güçlü ve muharip nüfusa ihtiyaç göstermesidir. Diğer sebepler arasında kırsal hayatın güçlüğü ve birçok emekçiyi gerekli kılması, kabileler arasında sürüp giden savaşların, yağma, baskın ve talan hareketlerinin çok sayıda erkek ölümüne sebep olması, bunun sonucu olarak da kadın-erkek arasındaki sayıca eşitlik dengesinin erkek aleyhine bozulması gösterilebilir.
Şu halde erkeğin birden fazla kadınla evlenme imkân ve uygulamasını (teaddüd-i zevcâtı, poligamiyi) İslâm getirmemiş, mevcut uygulamayı belli şartlara ve hukuka bağlayarak devam ettirmiştir. Devam ettirirken de iki durumu birbirinden ayırmış gibidir: a) Henüz evlenmemiş olanlara -bu âyette- bir kadınla yetinmelerini tavsiye etmiş, birden fazla kadınla evli olanlar için adalete riayet edememe tehlikesinin bulunduğunu, bundan uzak kalmanın en uygun yolunun ise bir kadınla evlenmek olduğunu dile getirmiştir. b) 129. âyette ise birden fazla kadınla fiilen evli olanlara hitap etmiş, birden fazla kadın arasında adalete tam riayetin mümkün olmadığını bir kere daha hatırlattıktan sonra hiç olmazsa adaletsizlikte, farklı ilgi ve muamelede ölçünün kaçırılmamasını istemiştir.
Beşerî sistemler köklü değişikliklere uğratılarak amaca uygun hale getirilirler. İslâm'da bir bütün halinde köklü değişim söz konusu değildir, onda değişmez kurallar vardır, ancak hangi kural olursa olsun uygulandığında tabii olmayan bir olumsuz sonuç doğuyorsa uygulamayı durdurma imkânı da mevcuttur. Bu cümleden olarak, tarihî ve ictimaî şartlara bağlı bir cevazdan (izinden, serbest bırakmadan) ibaret olan çok kadınlı evlilik, genellikle kötüye kullanıldığı ve olumsuz sonuçlar doğurduğu takdirde, müslümanların veya salâhiyetli temsilcilerinin kararı ile engellenebilir; bu tasarruf, beşer eliyle kanunu (şeriatı) değiştirmek mânasına gelmez; bu, tıpkı şartlarını yerine getirememekten korkan ferdin tek kadınla evli kalmayı yeglemesi gibidir; tarihi şartlar avdet edinceye veya ihtiyaç hâsıl oluncaya kadar uygulama durdurulur.
Ortada önemli bir gerekçe (ihtiyaç, zaruret) bulunmadıkça sırf zevk için ikinci bir kadınla evlenen erkekler, herkesin tek kadınla evlenip yaşadığı bir ortamda bunun, birinci eşi ile onun çevresini ve aileyi nasıl etkilediğini de hesaba katmak durumundadırlar. "Her şeyden önce bir din kardeşimiz olan birinci eşlerimizi, ondan olan çocuklarımızı ve hısımlarımızı, sırf zevkimizi tatmin etmek için bu kadar üzmeye, yıkmaya, hasta etmeye, din ve imanlarını tehlikeye atmaya hakkımız var mı?" diye düşünmek mecburiyetindedirler. Nitekim -yukarıda zikredildiği gibi- Sevgili Peygamberimiz (s.a.), Hz. Ali'nin, Fatma üzerine ikinci bir eşle evlenmesine izin vermemiş, bu evliliğin Fatma üzerinde muhtemel kötü etkisini gerekçe olarak ileri sürmüştür.

Müt'a Nikahı:

İslâm zinayı kesin olarak yasaklamış, kadın ile erkek arasında cinsî ilişkinin yegâne meşrû yolu olarak nikahı (evlenme akdini) getirmiştir. Evlenmeden maksat yalnızca cinsî tatmin olsaydı, bunun geçici (muvakkat) ve bir zamanla sınırlı olması da makul ve meşrû olurdu. Diğer birçok sistemde olduğu gibi İslâm'da da evlenmenin birden fazla sebebi ve maksadı vardır. Bunların başında ruh ve beden sağlığı içinde, toplumun manevi mirası ve değerleri ile bütünleşmiş nesiller yetiştirme maksadı gelmektedir. Ailenin bu fonksiyonunu yerine getirebilmesi, devamlı olmasına, aile fertlerinin tabiî ve kazanılmış kabiliyetlerine uygun bulunan iş bölümüne bağlıdır. İşte bu sebeple İslâm, evliliğin devamlı olması maksadıyla yapılmasını istemiş, bunu akdin sıhhat şartı kılmış, boşanmayı pek de hoş olmayan bir davranış ve son çare olarak caiz görmüştür.
Beşerin çok önemli ve güçlü dürtü ve güdülerinden biri cinsî arzudur (şehvettir). İslâm bunun yok edilmesini istememiş, evlilik ilişkisi içinde ihtiyacın karşılanmasını teşvik etmiş, bunun için evliliği kolaylaştırmıştır. Âdetlerin, dinin maksadını aştığı noktalardan biri de günümüzde evlenmenin güç hale getirilmiş olması, gençlerin yirmi beş, otuz yaşlarına kadar evlenme imkanı bulamamalarıdır. Bu durumda genç, cinsî arzusunu nasıl defedecektir? Evet oruç, genel olarak ibadetler, okuma vb. faydalı faaliyetler, güzel san'atlar büyük ölçüde cinsî baskıyı hafifletir, yasak yönelişleri engellemede yardımcı olur. Fakat bazı zaman ve zeminlerde tehlike var demektir. Bu durum, günümüzde böyle olduğu gibi, Rasulûllah (s.a.) zamanında da buna yakın hallerle karşılaşılmıştır. İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: Yanımızda kadınlar bulunmadan Allah Resûlü ile birlikte savaşlar yapıyorduk. Allah Resûlü'ne "Kendimizi iğdiş ettirelim mi (cinsî iktidarımızı yok edelim mi?)" diye sorduk. Bizi bundan men etti, sonra da elbise vb. karşılığında, belli bir zamana kadar kadınlarla evlenme akdi (nikah) yapmamıza izin verdi. İbn Mes'ud bu hadîsi naklettikten sonra "Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı tayyibatı (iyi, güzel, temiz şeyleri) kendinize haram kılmayın, sınırı da aşmayın, Allah sınırı aşanları sevmez." (Mâide: 5/87) meâlindeka ayeti okumuştur. (Buhârî, Nikah, 31)
Ebû Hamza anlatıyor: İbn Abbas'a kadınların müt'asını (müt'a nikahı ile kadınlardan faydalanmayı) sordum, buna izin ve ruhsat verildiğini bildirdi. Bir hizmetçisi kendisine: "Bu sıkıntılı hallerde, kadının az olduğu durumlarda ve benzerlerinde söz konusu olsa gerek, değil mi?" diye sorunca İbn Abbas "Evet öyledir." cevabını verdi. (Buhârî, aynı yer)
Hadîslerden, Hz. Peygamber (s.a.)'in, Mekke fethine kadar birkaç defa, gerektikçe müt'a nikahına izin verdiği, sonra yasakladığı anlaşılmaktadır. Müt'a nikahını caiz görenleri iki gruba ayırmak gerekiyor:
a) Mutlak olarak caiz görenler. Ehl-i sünnet mezhebleri ve müctehidleri içinde bu guruba giren kimse yok gibidir. Bu görüş bazı şîî guruplara aittir.
b) Zinaya düşme tehlikesinin bulunduğu hallerde caiz görenler. Bu görüş de dört mezhebin dışında bulunmakla beraber, sahâbe zamanından günümüze kadar bazı müctehidler tarafından bu yolun benimsendiği olmuştur.
Müt'a nikahını caiz görenlerin dayandığı bir hadîsi de Hz. Câbir rivayet etmektedir. Bu hadîste Câbir (r.a.) şöyle diyor: Hz. Peygamber (s.a.), Ebû Bekir zamanları ile Ömer'in hilâfetinin ilk zamanlarında, bir avuç hurma, yahut un karşılığında, birkaç günlüğüne müt'a evliliği yapardık, nihayet Ömer bize bunu yasakladı. (Müslim, Nikah, 16/16)
Müt'a nikahını caiz görmeyenlerin dayandığı en açık ve güçlü delil, er- Rabî b. Sebra el-Cühenî'nin rivayet ettiği hadîstir. Râvî'nin babası Sebra, Mekke fethinde Rasûlullah (s.a.) ile beraber bulunmuş, müt'a nikahı ruhsatından istifade etmiş, böyle bir nikah içinde yaşarken Resûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Ey insanlar! Sizin, kadınlardan müt'a nikahı ile faydalanmanıza izin vermiştim. Biliniz ki Allah Teâlâ bunu , kıyâmet gününe kadar haram kılmıştır, kimin yanında böyle bir kadın varsa bıraksın, onlara verdiğiniz mehirlerden hiçbir kısmını da geri almayın." (Müslim, Nikah, 16/20 vd.)
İmam Şevkânî, bundan önce zikrettiğimiz Câbir hadîsi ile bu hadîsin çeliştiğini, ebediyyen yasaklanmış bir nikahın Hz. Ömer devrine kadar devam etmiş olmasının önemli bir problem olarak karşımıza çıktığını zikrettikten sonra şu yorumu yapmıştır: "Öyle anlaşılıyor ki, bazı sahâbîler, Hz. Peygamber'in bu nikahı kesin ve ebedî olarak yasakladığını duymamışlar ve uygulamaya devam etmişlerdir; Hz. Ömer de bu durumu görünce yasağı tazelemiş ve uygulamaya kesin olarak son vermiştir. Gerçi bu yorumda bir zorlama vardır; fakat sahîh olan ve ebedî yasaklamayı bildiren Sebra hadîsi karşısında bu yorumu yapmamız gereklidir." (Neylü'l- evtâr, c.vı, s.147)
Sonuç olarak sünnî fıkıh mezhebleri, ittifakla müt'a nikahının caiz olmadığı önceki ruhsat ve izinlerin sonradan ebedî olarak kaldırıldığı, neshedildiği hükmünü benimsemişlerdir. Bu mezheblere mensup bulunan bir müftü, müt'a nikahının cevazına, durum ne olursa olsun fetva veremez. Ancak samimi olarak, ictihad veya taklit yoluyla farklı görüşte olanlara da fâsık diyemez.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Makale
Sonraki Makale
İçindekiler
Tarihe Göre:
Önceki Makale
Sonraki Makale
Makale Listesi
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Makale Sonraki Makale İçindekiler Tarihe Göre: Önceki Makale Sonraki Makale Makale Listesi