HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


Faizsiz Finansman Seçeneği ve Holdingler

Hizmet ve mal üretimi için gerekli bulunan öz sermaye dışındaki sermayeyi iki teşvik ile toplamak mümkündür: Faiz ve kâr. Faiz ödeyerek sermaye toplamanın yolları bankacılık, tahvil ve bono ihracı, faiz gelirine dayanan yatırım fonlarıdır. Sermayeye ihtiyacı olan veya dara düşen tacir ve sanayici bankalardan kredi aldı, devlet de borç sarmalının içine düştüğü için durmadan ihale yaparak, tahvil satarak içerden, ilgili kuruluşlara başvurarak dışardan yüksek faizlerle borçlandı. Her iki yolun sonu ülkemiz için kriz oldu, devlet sıfırı tüketti, zaman zaman iflasını ilan etmenin eşiğine geldi, vergiyi toplayıp borç faizine yatırıyor, dışardan kredi alıp onunla iç ve dış borçlarını kapatmaya çalışıyor; yani kımıldadıkça batıyor. Alırken ödeme niyeti olmayan hortumcularla iyi niyetli olduğu halde yanlış olan tefeci sermaye yolunu seçtiği için iflas eden üreticiler de bu ülkeye, milyar dolarla ifade edilen zararlar verdiler.
Siyasiler iktidara gelmek veya orada kalmak için halktan gerçeği sakladılar, devleti borca sokarak durumu idare ettiler, başta/zamanında "ekonomik durumumuz şudur, kemer sıkmamız gerekiyor, acı da olsa şu tedbileri alacağız ve şu kadar süre sonunda dar boğazadan kurtulacağız" deseler ve halk da kendilerine güvenseydi bu kadar iç ve dış borca girmeden gerekli tedbirler alınır, ihtiyaçlar karşılanabilirdi. Şimdi ise borç öylesine çoğaldı ki, bunun altından kalkabilmek için ne yapılacağını bilenler bile bunu söylemekten ve yapmaktan çekiniyor, borcu -faiz yüzünden- daha fazla borçlanarak ödeme yoluna (yolsuzluğa) devam ediyorlar.
Uzmanların verdiği bilgilere ve basına yansıyan spekülasyonlara göre:
İç Borç Stoku (2002/7) yaklaşık 80 milyar dolar.
Dış Borç Stoku (2002) yaklaşık 118 milyar dolar.
2003 yılı için bizi ilgilendiren tutar ise 26.2 milyar dolarlık iç borç servisi ile 13.4 milyar dolarlık kamu kesimi dış borç servisinin toplamı olan 40 milyar dolarlık tutardır.
Temmuz 2002 itibarıyla bütçeye baktığımızda vergi gelirlerinin faiz giderlerine ancak yettiği anlaşılıyor.
Piyasa uzmanları, bugünkü ihale öncesinde gündemde tutulan savaş haberleri ile faizin yükseltilmeye çalışıldığına dikkat çekiyorlar. Uzmanlar, faizlerin yüzde 48'ler seviyesinden yüzde 57-58'ler düzeyine çıkmasında, yıllardır yüksek faizlerden beslenmeye alışmış rant kesiminin (2 bin aile) etkili olduğunu, enflasyonun yüzde 30 seviyesine gerilediği bir dönemde, faizin enflasyon rakamı civarında seyretmesi gerekirken spekülatörlerin savaş çığırtkanlığı yaparak, bu rakamları yüzde 50'lerin üzerinde tuttuğunu öne sürdüler.
ATO araştırmasına göre sadece son üç yılda faize aktarılan 100 milyar dolarlık kaynak ile 111 baraj (veya yedi adet GAP) yapmak, Türkiye'nin 18 yıllık ham petrol tüketimini karşılamak mümkün idi.
Türkiye'de bir spekülatör bir yılda, Amerika'dakinin 43, Japonya'dakinin 72, AB'ndekinin 45 yılda kazandığı faizi kazanabiliyor.
Normal tüketim ihtiyacı için kredi isteyenden faiz istemek şefkat ve merhametle bağdaşmaz. Yoksulları, dara düşmüşleri tefecilerin eline düşüren sistem insan hak ve özgürlüklerine aykırıdır.
Devletin ihtiyaçlarını karşılamak için faizle borç alması, hem yukarıda açıklanan olumsuzluklara sebep olduğu hem de sonunda bu faizi, çoğu dar gelirli halka ödeteceği için zulümdür.
Sermayesini büyüterek üretim yapmak isteyenlerin tefeci sermayesine başvurması ise hem hayat pahalılığına sebep olmakta hem de ülke yararına üretim seçeneklerini daraltmaktadır.

Bundan kırk elli yıl önce tasarrufunu yastık altında tutan, faizin haram olduğuna inandığı için bankalara yatırmayan dindarlar bize ne yapacaklarını sorduklarında, değeri düşmeyen ve hemen paraya çevirilmesi mümkün olan şeyleri veya gayr-i menkul almalarını tavsıye ediyorduk. Bir de tanıdığımız, güvendiğimiz, kâr zarar ortaklığı esasına göre sermaye kabul eden birkaç tüccar vardı, "onlara gidin, paranızı verin, yıl sonunda da gider kazandıysa kârını alırsınız" diyorduk. Tabîî bu yollar işlek, işe yarar, genel olarak uygulanabilir değildi. Derken özel finans kurumları 1985 te faaliyete geçti, arkadan menkul kıymetler borsası kuruldu. Bu iki kuruluş tasarrufları faize bulaşmadan değerlendirmek, ya parasının değerini korumak veya kâr da elde etmek isteyenler için elimizde mevcut araçlar listesini zenginleştirdi. Borsadan helal işler yapan firmaların hisse senetlerinin alınıp satılabileceğini, özel finans kurumlarına da para yatırılabileceğini söyledik. Bir süre sonra da dindar olarak tanınan bazı kimselerin öncülüğünde holdingler kurulmaya başladı. Bu holdingler yurt içinden ve daha çok yurt dışından ortak kaydediyor, sermaye topluyor ve cazip kârlar dağıtıyorlardı.
Özel Finans Kurumları ekonomik krizlerde önemli sarsıntılar geçirdi, ama bu sarsıntıların belirleyici sebepleri, bu kurumların sakatlığı değildi, çok azında görülen yönetim hataları ile buralara para yatıran kimselerin haksız talepleri idi. Aslında bankalar daha ziyade kriz içine düştü, fakat devlet ihtiyaç içinde kıvranan vatandaşlardan topladığı vergileri banka kurtarma operasyonlarında kullanarak onları kutardı (!). Hortumcular ve hiçbir riske girmeden faiz yiyerek geçinenler paraları götürdüler; yoksullaşan, dara düşen ülkemiz ve halkımızın çoğunluğu oldu. Özel Finans Kurumları (ÖFK) nın o tarihlerde, kâr ortaklarının sermayeleri için bir sigorta sistemleri yoktu. Eğer yatırımcıların büyük çoğunluğu kurumlara hücum edip paralarını istemeselerdi ÖFK'nın -bankaların aksine- hiçbir sıkıntıları olmayacaktı; çünkü onlar işlemlerini hortumcularla değil, reel sektörün ciddi aktörleriyle yapmışlardı ve ellerinde sağlam teminatları vardı. Ama yaptıkları iş faizli kredi vermek değil, daha çok vadeli satım olduğu için paranın geri dönüşü vadenin gelmesine bağlı idi. Bunu (paraların para kazanması için ticarete yatırıldığını) bilmeleri gereken katılım ortakları ise paralarını derhal istiyorlardı. Buna rağmen kurumlar dayandı, büyük ölçüde ödeme yaptıkları halde batmadılar. Şimdi ise artık uygun bir sigorta sistemi de kurdular. ÖFK'lar vadeli satım, kâr zarar ortaklığına dayalı sermaye desteği ve uzun vadeli -sonu mülkiyete dönüşen- kiralama yapıyorlar; kârları faizden değil, reel sektöre yönlendirdikleri sermayelerinden geliyor. Faizli finansmana karşı bu kadar yararlı bir seçenek ne yazık ki ülkemizde yeterince gelişmedi. Faize bulaşmadan bankaların yaptığı birçok hizmeti/işlemi de yaptıkları halde ÖFK, hem topladıkları sermaye hem de şube sayıları itibariyle devede kulak mesabesinde bulunuyorlar. Ama faizcilik yüzünden çekilen bunca cefadan, uğranan bunca zarardan sonra halkımızın ÖFK'na daha ziyade yöneleceklerin bekleyebiliriz.

Buraya kadar, faizin haram olduğuna inanan, tasarrufuna faizsiz kazanç sağlamak isteyen, faiz teşvikine başvurmadan sermaye toplayarak hizmet ve mal üretmek, bunların ticaretini yapmak dileyen müslümanların önlerindeki imkanlar, engeller ve faizsiz ekonominin topluma sağlayacağı nimetlerden söz etmiştik. Faiz teşviki olmadan sermaye toplamanın en önemli yollarından biri de çeşlitli şekilleriyle şirketler kurmak, özellikle halka açık, çok ortaklı şirketler ve bunların birleşmesinden oluşan holdingler aracılığı ile halkın tasarruflarını toplamaktır. "İslami, yeşil, İslamcı kesime ait" gibi nitelendirmelerle anılan ve son yıllarda hızla çoğalan şirketler ve holdingler, faizci bankalardan faizli kredi almak veya faizli tahvil çıkarıp para toplamak yerine, kâr ve zararda ortaklık esasına göre halktan ve daha çok da yurt dışında çalışan insanlarımızdan para topladılar. Şüphe yok ki bu, yapılması gereken, geçikilmiş, faizli sisteme en güzel alternatif olabilecek bir faaliyet idi; ancak işlevini yerine getirmesi, amacına ulaşması için bazı ön şartlar vardı: Holding yöneticilerinin gerçek manada müslüman, bunun tabîî sonucu olarak dürüst, emanet şuuruna sahip, işinin ehli, oyunu kurallarına göre oynayan kimseler olmaları gerekiyordu. Evet böyle olanları da vardı; daha doğrusu öyle olmalı ki, şu ana kadar işlerine devam ediyor, hem ortaklara hem de devlete hesap veriyor (bu manada hesaplarını açık ve düzgün tutuyor), yatırım, üretim ve ticaretlerini yürütüyor, ortaklarına (hisse senedi satarak paralarını aldıkları halka) az veya çok kâr da veriyorlar. Ama bunlardan bazılarının, yukarıda zikredilen ön şartları taşımadıkları, ya ahlak veya ehliyet bakımından kusurlu oldukları, halkı kandırdıkları, kazanılması mümkün olmayan kârlardan söz ettikleri, kazanmadan büyük oranlarda kâr (!) dağıttıkları, sonunda çekirge misali birkaç kere sıçradıktan sonra ateşe düştükleri, foylarının meydana çıktığı, milyarlarca dolar zarar ettikleri; yani halkın parasını çarçur edip batırdıkları da bir gerçektir.
Vaktiyle MÜSİAD gibi kuruluşlar, aralarında benim de bulunduğum bir kısım yazarlar tarafından gerekli uyarılar yapıldığı halde bir yandan reklam ve telkin, öte yandan aşırı kazanç vaadi kulakları gerçeğe tıkadı, bu yüzden hem diğer (düzgün) teşebbüsler zarar gördü, hem de çok önemli bir kapı, bir faizci sistem alternatifi yolu kapanma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.
Yeri gelmişken özellikle yurt dışında para toplayan holding temsilcilerinin başvurduğu bir araç üzerine bazı şeyler söylemek istiyorum; bu araç din görevlileri ve bazı kanaat önderleridir. Halkın bunlara güvenmesi tabîîdir, ancak bu güven beraberinde büyük bir sorumluluk da getirmektedir. Hiçbir din görevlisi ve kanâat önderi, isim vererek bir şirketi veya holdingi tezkiye etmemeli, ona kefil olmamalıdır. Onların yapmaları gereken şey sistemi (faize karşı kâr-zarar ortaklığını ve bunun şirketler, holdingler yoluyla nasıl gerçekleşeceğini) anlatmak ve teşvik etmektir. Sıra belli bir şirkete veya holdinge gelince halka, "Sorun, soruşturun, uzmanlara danışın, aklınızı kullanın, sahtekâr ile tamahkârın birleşmesini gerçekleştirmeyin, sorumluluk size ait" demeleri gerekir. Maalesef bu konuda da bazı hatalar meyana gelmiş, bu yüzden din görevlileri yıpranmış, halkın dini duyguları rencide edilmiştir.
Bazı şirketler ve holdinglerin, bizim gibi fıkıhla meşgul olanlara fetva sordukları, yaptıkları bazı işlemlerin İslam'a göre caiz olup olmadığını öğrendikleri oluyor; muhtemelen bunu da halka duyurarak "Biz filana ve filana sorarak hareket ediyoruz" diyorlardır. Şunu hemen kaydetmek gerekir ki, sormak başkadır, yapmak başkadır; ayrıca sorulan vardır, sorulmayan vardır; mesela hiçbir müteşebbis bana bu güne kadar, "Ben işin ehli olmadığım halde başka işim olmadığı, emekli olduğum... için bir şirket kurup halktan para toplamak ve iş yapmak istiyorum, ne dersiniz?" diye sormadı.
"Piyasada kötü para iyi parayı kovar" diye bir kuraldan söz edilir, dileyelim de, kötü örnekler iyi örnekleri iş âleminden kovmasın, kötü tecrübeler iyilerinin doğumuna yardımcı olsun, milletimiz İslam'ın rahmetini ekonomik hayatlarında da tatma imkanı bulsunlar!

10-17.Ocak.2003



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Makale
Sonraki Makale
İçindekiler
Tarihe Göre:
Önceki Makale
Sonraki Makale
Makale Listesi
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Makale Sonraki Makale İçindekiler Tarihe Göre: Önceki Makale Sonraki Makale Makale Listesi