HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


Milli Eğitim ve Öğretmen

Milli Eğitim Bakanlığı devletin (olması gereken) milli eğitim ve kültür politikası çerçevesinde eğitim ve öğretim işlerini yürütmeyi üslenir. Eğitim ve öğretimin en önemli aktörleri de öğretmenlerdir. Burada üç soru ortaya çıkıyor: 1. Devletin bir milli eğitim ve kültür politikası var mı? 2. Bakanlık yürütmede bu politikaya bağlı kalıyor mu? 3. En önemli eğitim ve öğretim aktörü nasıl yetiştiriliyor?
Yabancı dil öğretimi ve yabancı dilde öğretim konusu başta olmak üzere eğitim ve öğretimle ilgili birçok konuda (bu arada dersler, müfredat ve kitaplar konusunda) yıllardan beri gördüğümüz manzara şudur: İktidara gelen hükumetin ideolojisi, zihniyeti, dünya görüşü ne ise "devletin" kültür ve eğitim politikası da o oluyor; her yeni iktidarda idareciler, öğretmenler, öğretim yöntemleri, kitaplar büyük çapta değiştiriliyor, her şey altüst oluyor. İlgili resmi ve sivil kurum ve kuruluşların katılımıyla oluşturulmuş ve milletin serbest iradesiyle onayına mazhar olmuş bir "devlet eğitim ve kültür politikası" olması ve iktidara kim gelirse gelsin bu politikayı değiştirme selahiyeti bulunmaması gerekirken maalesef bu bir türlü olmuyor, oluşmuyor, milli eğitim yaz boz tahtasını andırıyor. Laiklik, cumhuriyet, Atatürk ilke ve inkılapları yuvarlak laflar olduğu, açık seçik çağdaş tanımları ve uyarlamaları bulunmadığı için her zihniyet bu yuvarlak kavramları istediği tarafa çekiyor ve kendi amacı doğrultusunda kullanabiliyor.
Bakanlık olmayan politikaya bağlı kalmıyor; daha doğrusu olmayan şeye bağlı kalmak da söz konusu olmuyor. Bizde devlet uzun zamandan beri koalisyonlarla idare edildiği içiniktidarın ortakları bakanlıkları paylaşıyorlar ve her bir ortak genel politikası çerçevesinde kendisi için önemli olan bakanlıkları ele geçiriyor, orada kıyımlara, kadrolaşmaya ve sanki ayrı bir devletin hükumeti imiş gibi kendi dünya görüşüne uygun icraat ve tasarruflara girişiyor.
Bu yazının asıl amacını teşkil eden öğretmen meselesine gelelim. Yıllardır benim tespit ettiğim gerçek şudur: Devletin sabit (ancak milleti temsil eden kurum ve kuruluşların uzlaşması ve tasvibi ile değişebilecek) bir kültür ve eğitim politikası olmayınca iktidarların öğretmenlerde, kendi tercih ve eğilimlerini araması kaçınılmaz oluyor; bu sebeple de öğretmenin kalitesine değil, ideolojisine öncelik veriliyor. Bundan başka da çelişkiler, zikzaklar, tutarsız tasarruflar var.
Fen Edebiyat Fakültelerinde, ilk ve orta öğretimdeokutulan derslerle ilgili bölümler var, buralarda binlerce memleket evladı tarih, dil, edebiyat, matematik, fizik, kimya, biyoloji, sosyoloji, psikoloji, coğrafya... okuyor ve mezun oluyor. Bir zamanlar bunlar öğretmen olurken sonra pedagojik formasyon dersleri şart koşuluyor, mezunlar buna da razı oluyor ve-fakültede, lisans çerçevesinde almaları mümkün olan bu dersleri- zaman kaybederek sonradan alıyor ve öğretmen oluyorlar, sonra bundan da vazgeçiliyor lisede öğretmen olabilmek için tezsiz ve bir buçuk yıl süren yüksek lisans almaları ve ek olarak mülakattan geçmeleri şartı getiriliyor; ama eğitim fakültelerinden mezun olanlarda bu şartlar aranmıyor.
Lisans ve lisans üstü öğrenim öğretmenin kalitesiniyükseltecek, onu mesleğine daha ehil kılacaksa buna kimsenin itirazı olmaz, ama bütün öğretmen kaynaklarına eşit olarak uygulanmak şartıyla. Mülakata gelince, eğer bunun da gerekçesi tamamen mesleki ehliyetin tespiti ise yine diyecek yoktur; böyle değil de hükümet politikalarına ve farklı ideolojik eğilimlere göre öğretmen seçme ve eleme ise buna şiddetle karşı çıkmak gerekir.
Din ve ahlak eğitimine gelelim. Yetmişli yıllarda yine iktidarda çatallı bir koalisyon vardı, çatalın bir kanadı "İslam ahlakı" dersi istiyor, diğer kanat buna karşı çıkıyordu, sonunda "İslam" kaldırılarak zoraki bir "ahlak dersi" kondu, birkaç yıl okutuldu ve kaldırıldı. Gerekli ise niçin kaldırıldı, gereksiz idiyse niçin kondu?
Din dersleri önce isteğe bağlı idi, 12 Eylül darbesinden sonra, muhtemelen komünizminyayılmasına bir engel olur düşüncesiyle mecburi hale getirildi, şimdi de bazı kesimler din özgürlüğü ilkesinden hareket ederek bu dersin mecburi olmasına karşı çıkıyor, yine isteğe bağlı hale gelmesi için çaba gösteriyorlar. Batı'da, bizdeki gibi bir tevhîd-i tedrisat anlayışı bulunmadığı için belediyeler, kiliseler, vakıflar... okul açabiliyorlar. Kilisenin açtığı "ilk ve orta dereceli olup resmen tanınan ve diğerleri ile aynı haklara sahip olan" binlerce okulda Hıristiyanlık dersi mecburidir; dini ne olursa olsun bu okulları tercih eden öğrenciler bu dersi alırlar; evet üstelik bu dersin adı "din kültürü ahlak bilgisi" gibi ne şişle, ne kebaba dokunan bir isim taşımaz, "Hıristiyanlık din dersi" adını taşır. Buna, "Türkiye Devleti kilise değil" diye itiraz edenlere cevabım şudur: Türkiye devleti vatandaşlarının yüzde doksan dokuzu müslümandır.
Zorunlu temel eğitim sekiz yıla çıkarılınca ilköğretim okullarında din dersi öğretmenine olan ihtiyaç iki mislinden fazla artış gösterdi. Bu ihtiyacı gidermek üzere İlahiyat Fakültelerinde "ilköğretim din bilgisi öğretmeni" yetiştirmek üzere özel programlar açıldı ve öğrencialındı. Fakat ne gariptir ki, mevcut iktidarın milli eğitimi YÖK ile işbirliği içinde din öğretimine üç yönden darbe vurdu, vuruyor: a) İlköğretimin dört ve beşinci sınıflarında okutulan din derslerini, ilahiyat mezunu meslek öğretmenlerine vermiyor, bu konuda özel formasyonu bulunmayan sınıf öğretmenlerine veriyor. b) İlahiyat Fakültelerinde "öğretmenlik bölümüne" bile yeterli sayıda öğrenci almıyor, kapasiteye ve ihtiyaca rağmen kontenjan kısıtlamasına gidiliyor. c) Binlerce İlahiyat mezunu boşta olduğu halde bunları din dersi öğretmeni olarak atamıyor.
Bir yandan öğretmen adaylarına belli amaçla oluşturulmuş heyetler yönetiminde mülakat uygulanıyor ve eleme yapılıyorsa, diğer yandan temel ve orta öğretimdedin eğitimi verilmiyor, din öğretimi de kısıtlanıyor, baltalanıyorsaburada bir "maksat" aramak, öküzün altında buzağı aramak değil, kangurunun kesesinde yavrusunu görmektir.
Dergimiz yeni milli eğitim bakanı ile bir röportaj yapmış, bizim geçen yazıda da üzerinde durduğumuz "meslek liselerinden mezun olan gençlerin üniversiteye geçişte uğradıkları haksızlığa" sayın bakan da temas ediyor: "Meslek liselerinin üniversite sınavında karşılaştıkları sorunu çözmek isterdim. Şu anda tekstil bölümündeki bir çocuğun tekstil mühendisliğine gitmesi imkansız gibi. Ortaöğretim başarı puanı 0.2 ile çarpıldığı için puanı düşüyor. Allah'tan korkun, bırakın kulu. Ama bunun yetkisi biliyorsunuz YÖK'te. YÖK'ü toplayacağım ve bir çözüm bulunmasını isteyeceğim.
Milli Eğitim Bakanı olarak YÖK Başkanı'ndan bir değişiklik yapmasını istediğinizde başkan bunu yapmak zorunda mı?
Öyle bir zorlama olmaz. Onlar özerk kurumlar. Ben ikna yolunu tercih ederim. Gider otururum, ikna etmeye çalışırım. Onlar da beni ikna edebilir. Sonuçta ortak bir paydada, hayırlı bir paydada buluşuruz. Meslek lisesi öğrencilerinin durumu da bir ayrıntı ama 150 bin kişinin mutluluğunu sağlayacak bir ayrıntı..."
Bir ülkeniniki milli eğitim bakanından biri, bize göre ideolojik bir saplantı yüzünden yanlış ve haksız bir uygulamayı ısrarla sürdürürken diğeri bunu ortadan kaldırmak istediğini söylüyor. Bu iki bakan aynı partiden; milli eğitim konusunda bir devlet politikasının bulunması şöyle dursun, bir partinin iki bakanı bile önemli bir eğitim meselesinde tamamen farklı düşünüyor ve farklı uygulamalar yapıyorlar. Yeni bakanın meseleye yaklaşımı peşin düşüncelerden ve saplantılardan uzak, insaflı, yapıcı ve hukuka uygun. Elbette YÖK başkanını zorlayamaz, ama onu yanlış yoldan döndürmenin, "zorlama"dan başka yolları veya "dolaylı zorlama" yoları vardır.
Milli eğitimin önemli meselelerinden ikisi ahlak eğitimive eğitimde kalitedir. Sayın bakan röportajda, bunlardan birincisine temas etmiyor. İkincisi ile ilgili sözleri ise bence çok önemli: "Türkiye'deki sıkıntı, yetişmiş insanın kalite sorunu. Yetişmiş insan eğer kaliteli bir eğitimden geçmemişse, kaliteli bir eğitim vermesi asla mümkün değil. Onun için bizim artık milli eğitimde övüneceğimiz şey, bu kadar okul, şu kadar derslik yaptık değil, şöyle kaliteli eğitim veriyoruz, toplam kaliteyi arttırıyoruz olmalı. Aksi halde orda sıkıntılar var demektir."
Türkiye yenileşme sürecinde hep şekil üzerinde takılıp kaldı. Batılı'nın kılık kıyafetinden tutun okuluna kadar kültürünün dışa vuran yüzünü aynen kopya ve iktibas etti. İki farklı medeniyet insanının önemli farkını göz önüne almadı, Türk'ün Fransız gibi giyinip şeklen onun okuluna benzer okullarda okuduğunda onun gibi Batılı (yani ileri, kalkınmış, çağdaş...) olacağını düşündü. Hala da böyle düşünenler var; ama sonuç tam bir başarısızlık.Çetin ALTAN iki yıl önce, Fransa'da Paris yakınlarında bulunan 50.000 nüfuslu bir yerleşim biriminde, 12.000 kişinin kütüphaneye kayıtlı olduğunu, yılda 180.000 kitabın okunduğunu ve her yıl kütüphaneye 3000 kitabın alındığını yazmıştı. Fransa'da yaşayan bir insanla Türkiye'de yaşayan bir insanın arasındaki -okuma alışkanlığı ile ilgili- fark çarpıcı bir şekilde kendisini gösteriyor.Yine okuma oranıyla ilgili Zaman gazetesinin yaptığı bir ankete göre, bin kişiye bir yılda düşen kitap sayısı Almanya'da 2.700, Amerika'da 1.700, Türkiye'de ise 7'dir.
İlköğretim okulunu değil daha yükseğini bitiren çocuklarımız Türkçe bilmiyorlar, Türkçe'yi doğru okuyup konuşanları de bir nesil önceki insanımızın yazdıklarını anlamıyorlar. Okumuşlarda hem genel hem de dallarıyla ilgili özel bilgi çok zayıf. Durum bundan ibaret iken, halkın gözünü boyamak ve yine ideolojik bir saplantı yüzünden "kesintisiz, kademesiz, geçişsiz olarak"dayatılan sekiz yıllık temel eğitim ile öğünmek, hele de bunu Diyanet yoluyla camilerde halka telkin etmeye kalkışmak bize mahsus acaiplik örneklerindendir. İmam hatiplerin orta kısımlarını ortadan kaldırmak, liselerine akışı kontrol etmek için yapılan bu düzenleme yanlıştır. Bunun yerine, eğitimin ilke ve kurallarına uygun olarak sekiz yıllık eğitim kademeli ve geçişli olsaydı, mesela ilk beş yıldan sonra ikinci kademe çeşitlendirilse ve öğrenciler kabiliyetlerine ve eğilimlerine göre bu farklı kademelere geçebilselerdi "eğitimde kalite" amacınadaya uygun bir adım atılmış olacaktı.
Şüphesiz eğitimde kaliteyi arttırmanın vazgeçilmez araçlarından bir iyi öğretmen yetiştirmektir. Yeni bakanın, iyi öğretmenin nerede ve nasıl yetişeceği konusu ile ilgilenmesi heyecan vericidir; ancak bu konu da aceleye getirilmemeli, çok yönlü araştırma ve danışmalar yapılmalı, amaca uygun ve kalıcı çözümler bulunmalıdır.

Ahlak meselesine gelelim:
Bugün okullarımızda, üzerinde fikir ve sahiplenme birliğine varılmış bir ahlak kavramı ve eğitimi yoktur. Çocuklarımızı soyalleştirmede ve onlara değerlerin aktarılmasında aile, okul ve dinin etkisi/rolü neredeyse sıfırlanmış, bunların yerini medya almıştır. Okuma alışkanlığı olsun, kalite olsun bir taraflarından ahlak eğitimi ve bunun faktörleriyle ilgilidirler. Bugün velilerin ve öğretmenlerin birinci şikayetleri çocuklarımızın bilgisayar oyunlarıyla televizyona olan düşkünlükleridir. Televizyonlardan hangi değerleri aldıkları konusunu ise Amerikalı (J. Carter'in ulusal güvenlik danışmanı) Brzezinski'den dinleyelim: "En çok ilgi çeken konular insanın en soylu yanı yerineen aşağılık şehevi arzularıyla marazi korkularına ve endişelerine yönelik konular olduğu için, kötü programcılık iyi programcılığı saf dışı eder. Böylece televizyon çürümüş, ahlak dışı ve yıkıcı değerleri yaygınlaştıran bir araç olmuştur. Uygarlık tarihi boyunca bütün toplumlar ve bütün dinler tarafından yıkıcı ve bölücü olarak kabul edilen değerler (tamahkârlık, sefahet, şiddet, sınırsız ölçüde kendi zevkine düşkünlük, ahlaki sınırların bulunmaması) göz alıcı bir şekilde çocuklarımızın önüne konan yemekler olmuştur..."
Eğitimde kalitenin yükseltilmesini dert edinen bir bakana, "insan kalitesinin yükseltilmesinin ahlak eğitimine bağlı olduğunu" hatırlatmak istedim.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Makale
Sonraki Makale
İçindekiler
Tarihe Göre:
Önceki Makale
Sonraki Makale
Makale Listesi
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Makale Sonraki Makale İçindekiler Tarihe Göre: Önceki Makale Sonraki Makale Makale Listesi