HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


ALTINCI BÖLÜM

LAİK DÜZENDE DİN HAYATI

"Rejimin Değişeceği Tarih" Korku mu, Tahrik mi?

Tırnak içindeki başlık Sayın Zülfü Livaneli'ye ait. "Kehanetleri"nin hep doğru çıktığını kaydederek 2007 yılında mesela Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa, adım adım ilerleyen "rejim değişikliği, şeriatın egemenliği" amacının gerçekleşeceğini söylüyor. Bunu bir süre önce Mine Kırıkkanat da söylemişti.

Sayın Güngör Mengi (Vatan, 23-11-2005), "Türkiye'nin laik niteliğini aşındıran sistematik faaliyet"ten söz ediyor.

Ege Üniversitesi'nden 25 öğretim üyesi adına yapılan açıklamada "ulemadan sorulmalı" ifadesine atıf yapılarak "Laik Cumhuriyet'in kazanımlarından ne pahasına olursa olsun vazgeçmeyeceğiz. Sessizliğimizden cesaret alanlar, üç yıldır üniversiteler dışındaki kurumlarda örgütlenerek ılımlı İslam devleti modeli için hazırlıklarını tamamladı. Sıra laik Türkiye'nin, Atatürk'ün devrimlerden kaynaklanan kazanımlarına saldırmaya ve şeriat kurallarını topluma dayatmaya geldi. Ancak, bizler şeriat düzenine geçit vermeyeceğiz" deniyor.

Emekli bir yüksek mahkeme başkanı, bir televizyonda "Şu anda ülkemizde irtica yönetime el koymuş bulunmaktadır" diyor.

Bunlar yalnızca birkaç örnekten ibaret; bu çeşit yazılar ve konuşmaların haddi hesabı yok.

Bu sebeple ikinci başlığı koydum: "Korku mu, Tahrik mi?"; yani ortada iki ihtimal var: Ya bunları söyleyenler itiraz edilemez delillere sahip bulunuyor ve haklı olarak korkuyorlar (tehlikeyi görüyor ve uyarıyorlar), yahut da ellerinde delil melil yok, yalnızca korkutuyor, antidemokratik müdahaleleri tahrik ediyorlar.

Peki bu iki ihtimalden hangisi daha güçlü ve gerçek? Cevabı basit; bu bay ve bayanların sıraladıkları olaylara (delillere) baktığımızda ihtimal ortadan kalkıyor ve tek hedef (tahrik amacı) sabit oluyor.

Yazılarda ve konuşmalarda, şeriatın kısmen geldiği ve 2007'de tamamlanacağına delil olarak ileri sürdükleri hususlar maddeler halinde şunlardan ibaret:

1. İmam Hatip Okulları ve Kur'an Kurslarına verilen (verilmek istenen) imkanlar.
2. Başörtüsü yasağını kaldırma gayretleri.
3. İçkili lokantalara getirilen kısıtlamalar.
4. Türkiye'nin ılımlı İslam damgasını yemiş bulunması.
5. Ulemaya sorma teklifi.
6. Cumhurbaşkanı değişince olacak olanlar: Sayın Livaneli'nin ifadesiyle "Devleti ve Türkiye'yi ele geçirme operasyonunda son aşama da böyle tamamlanacak. Düşünsenize, Çankaya'da Sezer yerine bir AKP'li oturduğu zaman YÖK de değişecek, Anayasa Mahkemesi de, diğer kurumlar da. Devlet kadrolarına yapılan atamalara hiç itiraz edilmeyecek. Hükümetin Meclis'ten emirle geçirdiği yasalar derhal onaylanacak. Ve Türkiye, AKP'nin istediği düzen ne ise o düzene geçmiş olacak. Okullarda yeni kuşaklar bu düzene göre yetiştirilecek, radyo televizyon yayınları buna göre ayarlanacak ve tabiî İstanbul sermayesi ile eski solcu-yeni liberal yazarlar bütün bu gelişmelere alkış tutacak. Uluslarüstü irade Türkiye'de laik cumhuriyetin sona ermesini istiyor. Bize biçilen rol Ortadoğu'da, Batı çıkarlarını koruyan bir islam ülkesi olmak. Bu rolün oynanmaya başlanacağı tarihi Nisan 2007'dir."

Evet, Türkiye'de rejimin değişmekte olduğunu ve 2007 yılında demokratik cumhuriyetin yerini şeriat rejiminin alacağını iddia edenler yukarıda sıraladığımız olayları ve beklentileri iddialarına delil kılıyorlar.

Gelecek yazıda bu delilleri tahlil ve tenkit edeceğim, ancak peşin olarak şunu söylemem gerekiyor: Bu iddiaya ve delillere çocuklar bile inanmaz, hedef "iktidarın bir türlü başaramadığı bazı dini hak ve özgürlüklerin ilgililere verilmesini engellemek" bu maksatla gözdağı vermek ve cesaret kırmaktır.

"Halkın bir kesimini korkutmak ve antidemokratik müdahaleleri tahrik etmek için" şeklinde gerekçelendirdiğim bir kampanya ile karşı karşıyayız. Birçok yazar, öğretim üyesi ve siyasetçi Ak Parti'nin rejimi değiştirmek için önemli adımlar attığını ve 2007'de kendilerinden birini cumhurbaşkanı yaparak bu süreci tamamlayacağını (laik-demokratik-cumhuriyet yerine şeriat rejiminin geleceğini) söylüyor ve yazıyorlar. "Bunlara çocuklar bile inanmaz" dediğim delilleri de -tahlil ve tenkitlerime beraber- şunlardan ibarettir:

1. "Türkiye'ye ılımlı İslam ülkesi denmiş, biz bunu şiddetle reddetmemişiz ve ulusaşırı bazı güçler ve çevreler, işlerine öyle geldiği için Türkiye'nin "ılımlı bir İslam ülkesi" olmasına karar vermişler, iktidarı da buna memur etmişler..."

Bir ülke için "İslam" niteliği birden fazla sebeple kullanılıyor:

a) Halkının çoğu Müslüman. Bu manada Türkiye'nin İslam ülkesi olduğunda şüphe yok ve ülkemiz bu niteliği ile "İslam Konferansı Örgütü"nün üyesidir.

b) Tam veya eksikli olarak şeriatın resmen uygulandığı ülke. Bu manada Türkiye İslam ülkesi değildir; gerçi ülkemizde İslam'ın birçok kuralı uygulanıyor ve yaşanıyor, ama resmen (devletin yasama, yürütme ve yargı erkleriyle) değil, sivil toplumun hayatında ve başkalarına/istemeyene dayatmadan.

Peki ılımlı İslam ülkesi ne demek?

Bu ifadenin manasında henüz bir görüş birliği yok. Birçok yazar ve yorumcuya göre "İslam'ın bazı kuralları resmen uygulansa bile bir çeşit demokrasiye ve insan haklarına yer veren" ülkeler ılımlı İslam ülkeleridir. İslam ülkelerine dolaylı olarak egemen olmak ve bu ülkeleri sömürmek isteyen dünya patronlarına göre ılımlı İslam ülkesi, bu sömürücü küreselleşmeye karşı çıkmayan ve sömürenlerle işbirliği yapan ülkelerdir.

Ülkemiz, yukarıda verilen iki manasıyla da ılımlı bir İslam ülkesi değildir, bildiğim kadarıyla iktidarın da böyle bir amacı yoktur. Gerek iktidar ve gerekse bir kısım islamcıların bugün görülen hedefleri, radikal laiklik yerine, mutedil laikliktir (başkalarına dayatmamak şartıyla İslam'ı, isteyenlerin her alanda yaşamasına imkan veren bir laiklik anlayışlıdır), demokrasidir, hak ve özgürlüklerdir. Kimsenin ülkeyi başkalarına peşkeş çekmek gibi bir niyeti de yoktur. Bu durumun yakın tarihte değişeceğini gösteren hiçbir makul ve ikna edici bir delil de mevcut değildir.

2. "AİHM ulemadan sormalıydı" denmiş, bu da laikliğe aykırı imiş, şeriata zemin hazırlamakmış.

Türkiye'de resmi bir makam olarak Diyanet İşleri Başkanlığı var, burada "Din İşleri Yüksek Kurulu" adıyla vazife yapan birim ulemâdan (din alimlerinden) oluşuyor. Bu alimlere devlet maaş veriyor ve halkımız da dini meselelerini bu ulemaya sorup cevap alıyorlar. Zaman zaman başörtüsünün dindeki yeri de bu kuruma sorulmuş ve onların verdikleri cevap referans olarak kullanılmıştır. Batı'da bazı yönetim birimleri, gerektiği zaman cemaat temsilciliklerine ve otoritelere sorarlar, onlardan aldıkları cevaba göre uygulama yaparlar. Kızların yüzme dersine katılmaları, oruç, domuz eti, başörtüsü, vicdani ret (inancı sebebiyle muharip asker olmayı istememek) gibi konularda bu uygulama açıkça görülmektedir. Mahkemelerde de "bilirkişilik" vardır, hakimler gerektiğinde dini konuları da bilirkişiden sorabilirler. Başbakanın söylediği de bundan ibarettir; "AİHM hakimleri, başörtüsünün dini anlamı ve önemi hakkında re'sen (kendi başlarına) hüküm vermek yerine bunu alimlerden sormaları gerekirdi" demiştir ve haklıdır; bunun ülkeye şeriat getirmekle bir alakası yoktur.

"Türkiye'ye şeriat geldi, irtica yönetimde, 2007'de bu süreç tamamlanacak" diye yazıp konuşanların bu büyük iddialarının -çocukları bile inandıramayacak- delillerini sıralayıp çürütmeye devam ediyorum.

"İmam Hatip Okulları ve Kur'an Kurslarına verilen (verilmek istenen) imkanlar."

İmam Hatip Okullarına ve Kur'an Kurslarına hiçbir imkan verilmemiştir. Bu okullar ve kurslar, 28 Şubat'tan önceki iktidarlar tarafından verilmiş en önemli hak ve imkanlarını kaybetmişlerdi. İzinsiz Kur'an Kursları açanlara verilecek cezanın azaltılmış olması da önemli bir "taviz" sayılamaz; çünkü hak ve özgürlük ülkelerinde böyle bir yasak mevcut değildir.

İmam Hatip Okullarından mezun olmuş binlerce vatandaş bugün eğitim öğretim, diğer devlet memurlukları, medya, ticaret ve sanayi, san'at, sivil toplum örgütleri, siyaset... alanlarında faaliyet göstermektedirler; bunlardan hiçbiri "devletin temel düzenini İslamîleştirmek" gibi bir suçtan mahkum olmamışlar, genel olarak da böyle bir damga yememişlerdir. Garip bir tecellîdir ama, Türkiye'yi AB'ye sokmak için gece gündüz koşanların da önemli bir kısmı İmam Hatiplidir. "Bunu da ülkeye şeriat getirmek için yapıyorlar" diyenleri, paranoya tedavisi görmeleri için bir psikiyatri uzmanına havale ediyorum.

"İçkili lokantalara getirilen kısıtlamalar".

Güya Ak Partili belediyeler içkiyi yasaklamışlar; iddia bu. Peki olan ne? Kanuni şartları taşımayan bazı meyhane açma başvurularını geri çevirme, kamu düzenini ve gençliği korumak için bazı yerlerde meyhaneleri belli yerlerde toplama niyeti, kamuya açık, halkın çoluk çocuğu ile dinlenip eğlendiği mekanlarda -mesela umumi park ve bahçelerin içmek için ayrılan yerlerinde değil de her tarafında, ortamı kirleterek- içki içmeyi yasaklamak. Evet yapılan ve yapılmak istenen bunlardan ibaret. Laiklik, özgürlük, çağdaşlık adına herkes, her istediği yerde içki içecek, çocuklara ve gençlere kötü örnek olacak, sarhoş olup etrafı rahatsız edecekse ilgililer elbette buna müdahale edeceklerdir. Müdahalenin şekli tartışılabilir.

Şeriat bu kısıtlamalar mıdır? "Şeriat olsa içki yasağı nasıl olurdu?" sorusunun cevabı bu yazı dizisinin sonunda gelecek.

"Başörtüsü yasağını kaldırma teşebbüsü."

Ak Parti'nin böyle bir teşebbüsüne ben şahit olmadım. Halbuki ondan beklenen icraatın biri de budur; önemli bir halk kitlesinin oylarında bu ümit de mevcuttur. Zaman zaman bu partinin bakan ve milletvekillerinin "başörtüsü yasağı aleyhine" yumuşak konuşmaları oluyor, bir kısmının eş ve çocukları da başlarını örtüyorlar; olan bundan ibarettir. İstenen ve beklenen ise bu haksız yasağın bir an önce sona ermesidir. Ak Parti bunun için "toplumsal uzlaşma" bekliyor: bu mudur şeriat düzeni?

Batı'da ve ABD'de inancı sebebiyle örtünen sayısız kadın ve kız var; bunlar örtülü olarak okuyor ve devlet dairelerinde de çalışıyorlar (bu ikincisini yasaklayan bir iki devlet var), Türkiye'de ise belediyelerde bile başörtülü kız ve kadınlarımıza görev verilmiyor. Bu mudur şeriat düzeni?

"TSE'nin, isteyen kurumlar için etlere "İslam'a göre helaldir" sertifikası vermesi" isteği.

Türkiye şeriat ülkesi olmuş, baksanıza "bir kamu kuruluşundan helal et damgası istenmektedir"; güler misin, ağlar mısın? Müslüman bakkal ve marketlerin bir kısmında domuz eti ve ürünleri satılıyor, bazı (birçok) lokantalarda domuz ve içki servisi yapılıyor, İslam'a göre helal olan bütün yiyeceklere "helal", haram olanlara da "haram" damgası vurulması istenmiyor, istenen "güvenilir bir kurumun, isteyen firmanın etlerine, "İslam'a göre helaldir" damgası vurmasından ibaret. Bunda bir dayatma yok, herkesi helal olanı yemeye icbar (mecbur etmek) yok, "laik cumhuriyet ilkelerine göre helaldir" denmiyor, "İslam'a göre helaldir" deniyor, laik devletin bir kurumunun "İslam'a göre şu helaldir, uzmanları böyle diyor" demesi, devletin şeriatla yönetilmesi, midir?

Hepsi birbirinden zayıf ve asıl amaç için kullanılmak istendiği belli olan "şeriat delillerini" tenkit etmeye iki konu ile devam edeceğiz: Havuzlarda haremlik-selamlık ve bir Ak Partilinin cumhurbaşkanlığı.

Türkiye'ye şeriat yönetimi gelmiş, delili ve alameti de -daha önceki yazılarda geçenlere ek olarak- havuzlarda haremlik-selamlık uygulaması ile Ak Partili bir cumhurbaşkanının seçilme ihtimali (olursa olayı) imiş. Bu tezi (korku, tehlike uyarısı görüntüsü içinde antidemokratik sınırlama ve müdahalelerin tahrikini) dillendirenlerden birinin ifadesi aynen şöyle: "Uluslarüstü irade Türkiye'de laik cumhuriyetin sona ermesini istiyor. Bize biçilen rol Ortadoğu'da, Batı çıkarlarını koruyan bir İslam ülkesi olmak. Bu rolün oynanmaya başlanacağı tarihi Nisan 2007'dir."

Türkiye'de asırlardan beri hamamlar var; bunlar kadınlar ve erkekler hamamı olmak üzere ikiye ayrılır. Modern zamanlarda umumi helalar (tuvalet dedikleri) var; bunların da üzerlerinde "kadınlara", "erkeklere" diye yazıyor. Peki bu kadın ve erkek mahallerinin ayrılması ile Türkiye'ye şeriat mı geldi? Ülkede karma (kadın ve erkeklerin karışık girdikleri) havuzlar sayılamayacak kadar çok. İsteyenlerin yalnızca hemcinsleriye girebilecekleri bazı havuzlar yapmak, bazılarını buna tahsis etmek şeriat mıdır, yoksa insanların inanç ve tercihlerine saygının, kamuya hizmetin bir gereği midir? "Elin gavuru" derler ya, işte onlar, "inancım gereği ben erkeklerle aynı havuzda yüzme dersine giremem" diyenlerin "ulemasına" soruyorlar, ulema (dini otorite ve alimler), "Evet doğrudur, dinimizde bu caiz değildir" deyince o kız öğrenciyi dersten muaf tutuyorlar; bu Batı laikliğinin gereği midir, yoksa şeriat mıdır? Şeriat denirse Batı şeriata geçmiş de bizim haberimiz olmamış demektir!

Diyelim ki bir Ak Partili -mesela başbakan- cumhurbaşkanı oldu; laikliğe uygunluk ve aykırılık bakımından başbakan iken yaptıklarından farklı neler yapabilir ki!? Ben cevap vereyim: "Laikliği din haline getiren ve dine karşı dayatan, devleti laiklik adına dinin karşısına koyan "radikal laiklik" anlayışı ile değil de, "laikliği din özgürlüğünün teminatı kılan, devleti bütün din ve ideolojilere eşit mesafede tutan normal laiklik anlayışı ile hareket eder. Bunun ötesine bir adım atamaz; çünkü rejimi koruyan iç ve dış -hukuki, demokratik-dinamikler vardır; padişahlık devrinde değiliz!

Diyelim ki "uluslarüstü irade" (bu da neyse, kimse, neredeyse...?) Türkiye'de laik cumhuriyetin sona ermesine karar vermiş. Peki hilafet ve saltanatı mı getirecek, nasıl? Mesela Irak'ta yapılanlara bakalım; (metod ve amaç doğru ve uygun olmamakla beraber) burada diktatörlük yıkılıp yerine demokrasi gelsin diye çaba gösterilmiyor mu?

"Batı çıkarlarını koruyan İslam ülkesi" ifadesi ne kadar çirkin ve rencide edici. Bunu söyleyenin İslam'ı ve Müslümanları bilmediği apaçık ortada. Milli Mücadele Kuvây-ı Milliyye hareketi ile başladı sayılır; o zaman Türkiye laik cumhuriyet miydi, yoksa İslam ülkesi miydi? Birincisini iddia edecek kadar cahil olmayacaklarına göre şunu kabul etmeleri gerekir: "İslam ve Müslümanlar Batı'yı 'velî' edinmezler, Yani onlara mukadderatlarını teslim etmezler, kendilerini yönetme ve yargılama hakkı tanımazlar ve Batı çıkarlarını korumayı asla üstlenmezler. Dindarlık arttıkça Sütçü İmamlar da artar.

Bir avuç din özgürlüğünü bu millete çok görenler, onu da ellerinden almak ve daha da azaltmak maksadıyla ikide birde "şeriat geliyor" diye yaygara koparıyor ve olmadık, ilgisiz, illiyet rabıtası sıfır olayları delil olarak ileri sürüyorlar. ABD yaptığı terörü "tedbir" diyerek meşrulaştırıyor, laikçiler de asgariye inmiş din özgürlüğünü daha da sınırlamak için şeriat tehlikesini istismar ediyor ve "önleyici tedbir"den söz ediyorlar. Ben de bu teşebbüse "tedbir terörü" diyorum.

Dışgüçler öyle istediği ve içeride iktidara bu görevi verdiği için Türkiye'de rejim değişmiş, islâmî yönetim gelmiş, 2007'de bu sürece son nokta konacakmış, delili, işareti ve kanıtı da iktidarın -daha önceki yazılarda sıraladığımız- bazı icraatı imiş. İşte bu iddiayı devamlı gündemlerinde tutan yazarlar, siyasetçiler, bürokratlar ve bazı öğretim üyelerinin asıl maksatları hakkındaki görüşümüzü ifade ettik. Bu yazıda ise "şeriat öyle olmaz, böyle olur" kabilinden bazı açıklamalara yer vereceğiz.

Bu ülkede inancı yüzünden başını örtenler insan haklarından mahrum ediliyorlar, eşleri örtünen, kendileri içki içmeyenler bazı memuriyetlere alınmıyor, alınanlar atılıyorlar, Anayasa'da yer almış olmasına rağmen "her din ve mezhebe ait özel ve resmi din eğitim ve öğretimine" imkan verilmiyor, İmam Hatip okullarını yok etmek için mezunlarına, imtihanını kazandıkları ve okumak istedikleri fakültelerde yüksek öğenim hakkı tanınmıyor, inancı gereği başını örtenler bazı kamusal alanlara sokulmuyorlar, namaz kılan müminler teravih, bayram, kandil geceleri ve Cuma namazlarında sokaklarda kalıyor, yağmur altında çamurlara alınlarını koyarak secde ediyorlar ve bu sebeple bazı yerlere cami yapmak istiyorlar, fakat engelleniyorlar, muhafazkâr kadınlarımızın denize girmeleri için bazı özel dinlenme yerlerinde -mesela hasır perde çekilerek- denizde bir yer ayrılıyor, garnizon komutanı askeri getirtip bu perdeyi yıktırıyor (Kapris örneği), dinin uygulamasında ortaya çıkmış bulunan bilgi ve eğitim yuvası tarikatlar yasak, evinde birkaç komşu çocuğuna Kur'an okutmak isteyenlere baskın yapılıyor, yazın camilerde Kur'an okutan hocalar, 12 yaşından küçüklere okutuyorsun diye takibata uğruyorlar... Böyle bir ülkede şeriat (islâmî yönetim) değil, bana göre "din özgürlüğünü garanti altına alan laiklik yerine din karşıtı laiklik" vardır, bu rejime ılımlı ılımsız İslam yönetimi diyebilmek için insanın akıl, insaf, iz'an, vicdan gibi birçok değerinin hayli zayıflamış olması gerekir.

Kısa bir resm-i geçit yapalım:

Bu ülkeye ılımlı veya ılımsız İslam yönetimi gelse idi:

1. Yukarıda sayılan kısıtlamalar ve yasaklamalar olmazdı.

2. Yasama, yargı ve yürütmenin temel referansı İslam olurdu

3. Müslümanım diyenler kamuya açık yerlerde içki içemezlerdi.

4. Genelevler, kumarhaneler, faizci bankalar olmazdı.

5. Kadınlarla erkekler hiçbir yerde birlikte denize, havuza, hamama... giremezler, parklarda bahçelerde açıkta sevişemezlerdi.

6. Müslümanım diyenler domuz, içki vb. haram nesneleri alıp satamazlardı.

7. Alimlere (ulemaya) sorulur, İslam'a aykırı denilen bir şey yapılmazdı.

8. Ülkede yükselen değer islâmî değerler olur, ayıp ve günah gizli, erdem ve sevap açık olurdu...

İnsafını ve iyi niyetini kaybetmemiş olanlara, bu özete bakıp cevap vermeleri için soruyorum: Türkiye'de, yukarıda sıralanan maddelerden hangisi var ve yakın veya uzak gelecekte var olması ihtimali mevcut?

İslam'ın olmazsa olmazları bakımından ılımlı olanla sert ve katı olan arasında önemli bir fark olmaz. Şu halde Türkiye'de islâmî yönetim (şeriat) diye bir şey yok, olması gereken laiklik de yok, "dindarlaşmaya cephe almış bir laiklik" egemen durumda. Demokratikleşme ilerledikçe gelecek olan da yalnızca "kâmil manada demokratik din özgürlüğü"dür.

25 Kasım - 9 Aralık 2005



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Makale
Sonraki Makale
İçindekiler
Tarihe Göre:
Önceki Makale
Sonraki Makale
Makale Listesi
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Makale Sonraki Makale İçindekiler Tarihe Göre: Önceki Makale Sonraki Makale Makale Listesi