Saflara dikkat AB adına konuşanlardan hiçbiri (benim okuyup dinlediklerime göre) Türkiye'nin AB'ne girmesi halinde AB değerlerinin ve Batı uygarlığının İslam değerlerinden ve uygarlığından istifade edeceğini ve zenginleşeceğini söylemedi. Bütün söyledikleri "AB'nin bir uygarlık projesi ve AB değerlerinin tartışılamaz olduğu"dur. Türkiye'den bekledikleri ise AB güvenliğine katkı (korumalık görevi), genç nüfustan yararlanma, Ortadoğu ve diğer İslam ülkelerine köprü olma ve pazardır. Vazgeçilmez şartları "uyum"dur. Bunun adına entegrasyon dense bile hedeflenen şey Türkiye halkının Batı kültür ve uygarlığına ayak uydurması; yani değişerek bu uygarlığı benimsemesidir. Muhafazakâr demokrat iktidar AB'ne doğru koşarken sözcüleri hep şunu söyledi: "Biz medeniyetler çatışmasına değil, medeniyetler diyaloguna, medeniyetler arası alış-verişe inanıyor ve tarafları buna çağırıyoruz..." Şimdi müzakereler başlıyor, iki tarafın hedefleri arasında bazı önemli farklılıkların bulunduğu da bir gerçek (beyanlar bunu gösteriyor), bu farklar sebebiyle tartışmaların, pazarlıkların, karşılıklı tavizlerin olması tabîîdir. Bu durumda kayıtsız şartsız teslim olmadıkları, bazı şartları tartışma konusu yaptıkları için iktidarı neredeyse ihanetle suçlamak nereye oturuyor ve nasıl oluyor? Müzakere tarihi tartışılırken başbakan "Toparlanın gidiyoruz" demişti, o zaman da malum çevreler onu ihanetle ve daha bilmem nelerle suçladılar ve hücum oklarına hedef edindiler (Böyle bir şeyin olmadığını veya blöf olduğunu iddia edenler de oldu). Ama ben bunun gerçek ve tabîî olduğuna inanıyorum; Başbakan hedeflerdeki farklılığın farkındadır ve o kendi hedefinden vazgeçmiyor; yani mutlak teslimiyet ve tek taraflı dayatmalara boyun eğme yerine karşılıklı çıkarların gözetilmesi, medeniyet davasından vazgeçme yerine medeniyetler arası diyalogun gerçekleştirilmesi ve pazarlıklarda bu iki temel ilkenin hep göz önünde tutulması. Bunun da tabii sonucu gerektiğinde "Toparlanın arkadaşlar dönüyoruz" demektir. Eğer bir millet, başka bir veya birkaç milletin vesayeti altına girmeye ve onların her dediğini yapmaya mecbur hale gelmiş ise, başka hiçbir çare kalmamış ise o zaman bunun açıkça ortaya konması (adının konması) ve halkın aldatılmaması, havanda su döğülmemesi gerekir. Ben bu noktada olduğumuza inanmıyorum, elbette çareler vardır ve tükenmez. AB tek çare değildir, olsa olsa halihazır şartlarda çarelerden bir çare olabilir. Müzakerelere devam edilir, bu arada ülkemiz için gerekli olan ne varsa -başkaları istedi diye değil, yapmamız gerektiği için- yapılır, yapılmaya çalışılır, sonunda anlaşamazsak başkaca uluslararası ilişkiler içinde el sıkışır ve masadan kalkarız. İktidarın, bizim anladığımız çerçevede sürdürdüğü ilişkilere cephe alanların dünya görüşleri ve hedefleri bir değil, arada önemli ve köklü farklılıklar bulunduğu halde bazan safların karıştığı, binilen dalların baltalandığı oluyor. Katılırız katılmayız o başka, ama muhafazakâr kesimden bir kısmının AB'ye girmeye rıza göstermesinin baş sebebi -orada daha fazlasını bulmayı umdukları- din özgürlüğüdür. Oraya girmeyelim diyenlerin bir kısmının muhalefet sebeplerinin önemli bir yerinde ise müslümanların daha fazla din özgürlüğünden yararlanmalarını tehlikeli bulmak vardır. Girelim ve pazarlık yapmayalım diyenlerin bir kısmı da uygarlığımızı Batınınki ile değiştirmeyi ideoloji haline getirmiş kimselerdir. Müslümanlar AB karşısında tavırlarını, tutumlarını ve davranışlarını belirlerken kimlerle birlikte niçin böyle hareket ettiklerine dikkat etmek durumundadırlar. 13 Mart 2005 Pazar
Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.
|