HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


Tarihten Bir Yaprak
Tarih bilgisinin faydalarından biri de isteyene, ibret ve örnek alma imkânı sağlamasıdır. İslâm tarihinin başlangıçtan Râşid Halifeler devri sonuna kadar olan kısmı ise müslümanlar için aynı zamanda dînî bir kaynaktır.
İslâm öncesi Arabistan'ında bugün bildiğimiz mânâda millet ve devlet yoktu, Arap kavmi büyük aileler ve kabileler şeklinde ictimaî guruplar oluşturmuşlardı, bu guruplar arasında güç dengesine bağlı ve menfaate dayalı antlaşmalar ve barışlar olurdu, denge ve menfaat ilişkisi bozulur bozulmaz da kabileler ve aileler arası kavga başlardı.
Fertlerin can ve mal güvenlikleri ya soydan (doğumdan) yahut da anlaşma yoluyla, güçlü bir kabileye mensup olmaya bağlı bulunuyordu. Güvenliği kalmamış kimseler için bir yol da "icâre" uygulamasıydı; yani güçlü bir şahsın ve ailenin kişiyi himâyesine alması, yakını ilân etmesi, ona dokunanın kendisine dokunmuş sayılacağını bildirmesi idi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) dedesi vefât edince amcası Ebû-Tâlib'in -yakın akraba olarak- himâyesine girmişti, o da vefât edince, bilhassa Taif'in kendisini reddetmesi üzerine Mut'im b. Adiyy isimli itibarlı bir müşrikin himâyesini istemişti, Mut'im bu teklifi kabûl etti ve kısa bir müddet sonra verilen hicret iznine kadar O'nu, delikanlı çocuklarıyla birlikte korudu. Peygamberimiz (s.a.v.) gerek amcasının ve gerekse Mut'im'in â bulunduğu zamanlarda dâvâsından taviz vermedi, ibâdetine ve tebliğine (dîni insanlara duyurmaya) devam etti.
İslâmî olmayan bir sistemden yararlanıp müslüman olmayan birinin himâyesine sığınarak hem canını ve malını korumaya hem de dinini yaşamaya çalışanlardan iki tarihî şahsiyeti burada, tarihin iki yaprağı olarak takdim etmek istiyoruz: Ebû Bekir ve Osman b. Maz'ûn.
Hz. Ebû Bekir örneğini kızı Hz. Aişe şöyle anlatıyor:
Ben kendimi bildim bileli anam ve babam hak dine inanırlar ve onu yaşarlardı, Rasûlullah da(s.a.v.) her gün, sabah ve akşamdan sonra evimize gelirlerdi. Mekkeli müşrikler müslümanlara baskı ve işkence yapmaya başlayınca Ebû Bekir Habeşistan'a göçmek üzere yola çıktı, Berkü'l-ğımâd denilen yere gelince o çevrenin yöneticisi ve hâkimi olan İbnu'd-Dağinne'ye rasladı, nereye gittiğini sordu, o da şu cevabı verdi:" Kavmim beni yurdumdan çıkardı, yeryüzünde seyahat edip Rabbime kulluk etmek istiyorum". İbnu'd-Dağinne cevaben: "Senin gibi birisi çıkmaz ve çıkarılamaz; sen yoksula verirsin, yakınlarına ilgi gösterirsin, acizlere yardım edersin, müsafirleri ağırlar ve felâketzedelerin imdadına koşarsın. Ben senin yanındayım, seni koruyacağım, dön ve Rabbine kendi yurdunda ibâdet et" dedi, onu yanına alarak Mekke'ye geldi, ileri gelen müşriklerle birlikte Kâbe'yi tavâf ettikten sonra Ebû Bekir'e söylediklerini onlara da tekrarladı. Kureyş'in ileri gelenleri bu himâyeyi kabûllendiler, ancak şu şartı da ileri sürdüler: "Ebû Bekir'e söyle Rabbi'ne evinde ibâdet etsin, istediği kadar namaz kılsın, Kur'an okusun, ancak bunlarla bizi rahatsız etmesin ve bunu açık yapmasın; çünkü biz çocuklarımızın ve kadınlarımızın etki altında kalmalarından ve dinlerini değiştirmelerinden korkarız." Hâmisi bunu kendisine tebliğ edince Ebû Bekir de şartı kabûl etti, bir süre evinin içinde ibâdetine, namazına ve okumasına devam etti, sonra kararını değiştirdi, evinin bahçesine küçük bir çadır mescit kurdu, burada namaz kılıp Kur'an okumayı sürdürdü. Putperestlerin kadınları ve çocukları onun etrafına toplanır, birbirlerini ezercesine şaşkınlık ve hayranlık içinde onu seyreder ve dinlerlerdi, kendisi gözü yaşlı bir zat idi, Kur'an okurken gözyaşlarını tutumaz ve ağlardı. Kureyş müşrikleri olup biten karşısında dehşete düştü ve telâşa kapıldılar, derhal İbnü'd-Dağinne'ye gelerek durumu şikâyet ettiler, şartı hatırlattılar, o şarta riâyet etmezse râzı olamayacaklarını ve himâyesini tanımayacaklarını ifade ettiler, o da gelip durumu Ebû Bekir'e hatırlattı, "Ya evinin içinde ibâdet edersin, yahut da benim himâyemi iade edersin; ben himâyesi tanınmayan bir adam durumuna düşmek istemem" dedi, onun cevabı ise şu oldu:" Senin himâyeni sana geri veriyorum ve Allah'ın himâyesine râzı oluyorum". Bu sırada Rasulullah (s.a.v.) henüz Mekke'de idi, Ebû Bekir'e birlikte hicret edecekeleri müjdesini verdi, onu tesellî etti ve kısa bir müddet sonra da Medine'ye hicret ettiler. (Buharî, Kefalet, 4; İbn Hişâm, I,372).


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Makale
Sonraki Makale
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Makale Sonraki Makale İçindekiler