HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


İslâm devletinin ne olmadığı bellidir
"Modern" bir kavram olarak yakın dönemde karşımıza çıkan İslâm devleti kavramı "İslâmî" bir kavram sayılabilir mi?
Bu soruya cevap vermeden önce İslâmî kavram tabiri üzerinde durmamız gerekecek. Kur'ân-ı Kerim insanlıkla başlamadığına göre, insanlığın Kur'ân'dan ve İslâm'dan önce bir tarihi bulunduğuna göre, bu tarih içerisinde bir kültürün oluştuğu, ilâhî veya gayri ilâhî dinlerin geldiğini ve bu dinler, bu kültür içerisinde siyasî olanı da dahil olmak üzere bir takım sosyal kurumların oluştuğunu hatırlamamız icabeder. İslâm'dan önce de insanların inançları, devletleri, ticaretleri ve tabiri caizse uluslararası, sosyal topluluklar arası münasebetleri vardı. Bütün bu münasebetlerle ilgili bir takım kelimeler ve kavramlar da mevcuttu. İslâm yepyeni bir dil ve kimsenin tanımadığı yeni kavramlarla gelmedi. O güne kadar mevcut olan uygulamaları, inançları ve kavramları ele alıp ilâhî hikmete ve gayeye göre gerekli tadilatı yaparak ve aynı zamanda kavramlar içinde de bu tadilatı yaparak yolunda yürüdü. Bu devlet kelimesini karşılayan, o günkü siyaset anlayışı içinde devlet kavramını karşılayan bir kavram vardı. O halde İslâm, hem devlet kelimesini hem de bu kavrama ait bir tanımı getirmedi. Bunun üzerinde gerek Arap Yarımadası'nda gerekse onun yakın çevresinde gerçekleşmiş olan devletlere atıfta bulundu ve bu atıflarında ilâhî hikmet ve gayeye uygun olanlarını takdir, uygun olmayanlarını kınadı. Böylece, Müslümanlara yeni bir devlet tanımı veya rejim getirmek yerine insanlar için zaruri olan devlet kurumu ve bu devletin bir anlamda rotası mahiyetinde olan rejimi ve rejimi oluşturan Anayasa sistemini getirip bunu madde madde saymak yerine, herhangi bir zamanda oluşacak devletin içinde olması gereken unsurları saymayı tercih etti.
Soruya bu girişten hareketle cevap vermek gerekirse, her topluluğun iman ve kültür kurumunun şehri vardır, ailesi vardır. Bu mânada ev, şehir, aile evrenseldir ve buradan bakıldığı zaman filan kültürün şehri, filan kültürün ailesi demek gereksiz gibi görünür. Ama biz rahatlıkla, "Müslüman aile", "Müslüman evi", "Müslüman şehri" tabirlerini kullanıyoruz. O halde İslâm imanının ve bu imanın dokuduğu İslâm medeniyetinin ve kültürünün ortaya çıkardığı bir şehir vardır; buna "İslâmî şehir" diyoruz. Ev vardır, buna "İslâmî ev" diyoruz. Aile vardır, "İslâmî aile" diyoruz. Yine, aynı mahiyette olmak üzere, "İslâm insanı"nın oluşturduğu ve İslâm'ın ilkeleri ve amaçları doğrultusunda işlettiği devlete "İslâmî devlet" demek mümkündür. "İslâm devleti", kelime olarak karşımıza yeni çıkmış olsa da, İslâm devleti kavramı yeni çıkmış değildir, İslâm devletinin ne olduğu ne olmadığı bellidir. Rejimden, anayasadan başlayarak uygulamaya kadar bir çok noktada kendini gösterir.

İslâmî değerlerin hâkim olduğu bir toplumda gayrımüslimlere tanınan haklar arasında "kendi hukukunu seçme hakkı" da var mı?
İslâmî değerlerin egemen olduğu bir toplumda iki seçenek olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi Müslümanların hukukuna tâbi olmak, diğeri de kendi hukuklarına tâbi olmaktır. İslâm devleti kurulurken yahut Müslümanların masanın bir kenarında ve özellikle dikdörtgen bir masanın yani hakimiyet kürsüsünde yer aldıkları müzakerenin sonucunda müslimlerden ve gayrimüslimlerden oluşan bir topluluk tesis edilirken yapılacak sözleşmeye bu madde de koyulacaktır. Yani Müslümanlar muhakkak kendi hukuklarına tâbidirler. O halde onların dinine inanmayanlar, onların değerlerini benimsemeyenlerin hukuku ne olacaktır. Bunlara çözüm getiren madde, bu sözleşmede yerini alacaktır. Gayrimüslimler Müslümanlara siz bizim hukukumuza tâbi olun derlerse, Müslümanların İslâmî olmayan bir hukuka tâbi olmaları mümkün olmadığı için böyle bir sözleşmeyi imzalamaları beklenemez. Sizin hukukunuz size, bizim hukukumuz bize düşüncesi hâkimdir. Müslümanların buna biraz sonra açıklayacağım kaynaklarla evet demesi lazım. Düşünün; ülkede bir tane hukuk olsun, bu hukuk İslâmî hüküm ve değerlere ters düşmeyen bir hukuk olsun. İslâm'a tâbi olan ve olmayan herkes bu hukuka tâbi olsun teklifidir. Müslümanların bu teklife sıcak bakmaları tabiatıyla mümkündür. Medine site devleti tecrübesinde bu söylediğim seçeneklerden şu seçeneğin tercih edildiği anlaşılmaktadır: Bu devlette teba olan inanç gruplarının her biri kendi ihtilaflarını kendi hukuklarına göre halledeceklerdir. Eğer gerek grup içinde gerekse gruplar arasında ihtilaf olup kendi içinde çözümlenemezse, o zaman problem Allah'a ve Resulullah'a götürülecektir. Problemin Allah'a ve Resulullah'a götürülmesi demek bu noktada dinleri farklı da olsa bütün grupların İslâm hukukuna uymaları demektir.
Daha o günkü uygulamada bile gayrimüslimlere kendi hukuklarını seçme hakkı verildiğinde bazı çözümsüzlükler ortaya çıkacağı ve bunun da toplum düzeni devlet hayatını bozacağı düşünülmüş ve bazı noktalarda bazı çözümsüzlüklerin ortaya çıkacağı ve bunun da devlet istikrarını bozacağını ve bazı noktalarda bu seçmelere kısıtlama getirilmiştir. Yani mesela kendi hukuklarıyla çözemedikleri konuları İslâm hukukunda aramaları, yahut özel hukukların dışında kalan ve bütün hukukların tâbi olduğu müşterek hukuka devredilmelidir. Buradan hareketle İslâm'ın diğer bağlayıcı hükümleri de gözönüne alındığında gayrımüslimlerin hukuklarını seçme özgürlüklerinin mutlak olmadığını söylemek gerekir.

Medine Vesikası'nda temellendirilmek istenen toplum tasarımının günümüzde geçerliği var mı sizce? Bir 'site devleti' çerçevesinde uygulanmış bulunan çoğulcu toplum modelinin bugünün şartlarına uyarlanması nasıl mümkün olabilir?
İlk uygulamaya bakacak olursak, bu mevzuda pek çok örneğin olduğunu görürüz. Bunlardan bir tanesi Medine Vesikası ile temellendirilen Medine site devleti uygulamasının ilk aşamasıdır. İkinci örnek ise bu Vesika'ya bağlı olan gruplardan, özellikle Yahudilerin hukuka riayet etmeleri, azınlığın anayasasına uymamaları ve devlete hiyanet etmemeleri sonucunda gelen âyetler ve Peygamber Efendimiz'in uygulaması ile oluşan zımmîlik sistemidir. Bu sistemde egemenlik tam olarak İslâm'a aittir, ülkede bir tek hukuk geçerlidir, o da İslâm hukukudur. Ancak gayrimüslimlerin inançları, kültürleri gereği hukukun bazı maddeleri onlara göre düzenlenmiştir. Yani burada İslâm gayrimüslimlere din dayatmadığı için, gayrimüslimlerin dinî inançlarına istinad eden bir hukukî uygulamada onlara bazı hukukların tanınması ve İslâm'ın hazırladığı kanunlarda bu hak ve hassasiyetlere uygun maddelerin düzenlenmesi sözkonusudur. O halde önümüzde iki örnek vardır, bu iki örneğe bakarak herhangi bir asırda Müslümanların Müslüman olmayanlarla beraber bir yurt, bir devlet içinde yaşamaları mümkündür. Medine site devleti uygulaması, olabilir modellerin, İslâm'ın çerçevesine sığabilir modellerin sadece birini ifade etmektedir. Medine küçük bir site devleti; bu devletin halkını oluşturan Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler bağlamında bu toplumunu düşmanları, ihtiyaçları, iç ve dış nizamın gerekleri nazar-ı itibara alınarak yapılmış bir uygulama sözkonusudur. Bu uygulamada da önemli ölçüde coğrafyaya ve tarihe bağlılık unsurları vardır. O halde, başka tarih ve başka coğrafyalarda yine Müslümanların beraber bir topluluk ve halk oluşturacakları bir devlet kurmaları sözkonusu olduğunda bu coğrafyanın o stratejik şartlara göre en temel referans Kur'ân-ı Kerim ve Sîrettir. Bunun yanında aklın, yorumun ve ihtiyaçların devreye sokulmasıyla bu genel meşrûiyet çerçevesine giren bir modelin ortaya konması ve uygulanması mümkündür. Nitekim Müslümanlar tarihleri boyunca tamamen Müslümanlardan oluşan İslâm devleti kurmamış, öyle bir ümmet olarak tarihe geçmemiştir. Tam bunun aksine, nerede bir devlet oluşturmuşlarsa orada mutlaka gayrimüslimler de bulunmuştur. Bunlara baktığımızda bu sistemin çiğnenemez kuralları, bir hakim sistemin izin verdiği farklıklar vardır. İşte hâkim sistemin izin verdiği farklılıklar içerisinde bir çoğulculuktan sözedebiliyoruz. Bugünkü liberal, demokrat sistemde olduğu gibi İslâm'da da ahlâk, kamu düzeni, yararı, halk sağlığı gibi ilkelerden hareketle bazı kısıtlamalar sözkonusu olmuştur. Bunlar dışında kendi kültürlerini, inançlarını yaşamalarına veya inanmasına izin verilmiştir. İnanç veya inkârını yazmasına söylemesine izin verilmiştir, örgütlenmesine izin verilmiştir.

İslâmî değerlerin hâkim olduğu bir toplum düzeninde -değişik inanç mensuplarının olduğu gibi- İslâm'ın farklı yorumlarının da birarada barış içinde yaşatılması mümkün mü? Çoğulculuğun sınırları buraya kadar uzatılabilir mi?
Bilindiği gibi İslâm tarihi içerisinde İslâm'ın bir tek yorumu olmamıştır. Ümmetin yorumcularını iki ayrı gruba ayırmak gerekirse, ilgili kaynakların tesmiyesiyle söyleyelim: Ehli Sünnet ve ehli bid'at diye iki gruba ayırabiliriz. Sünnet ehli, İslâm ümmetinin tarih boyunca nüfusça da ekseriyetini teşkil etmiştir. Ama Sünnet ehlinin de yorumu tek değildir. Buradaki yorum farkı, grupları Sünnet ehli olmaktan çıkarmamakla beraber, önemsiz sayamayacağım kadar mühim yorum farklılıkları vardır. Özellikle inançla ilgili yorum farklıları içerisinde üç grup teşekkül etmiştir: Bunların üçü de ehli Sünnet bütünü içerisindedir. Bunlar Selefiyye, Mâturîdiyye ve Eş'âriyye'dir. Bu üç grup arasında belki yüzlerce meselede yorum ve anlayış farklılıkları mevcuttur. Ama ehli Sünnet'i çerçeveleyen ilkelerde ittifak olduğu için bu üç grup ümmetin ehli Sünnet ayağını teşkil etmiştir. Bunların karşısında Ehlu'l-bid'at, Fırka'tül-dalle, yani sünnîlerin "sapık mezhepler" diye ifadelendirdikleri yorum ve uygulama grupları vardır. İşte İslâm tarihi bu yorum gruplarının teşkil ettiği bir ümmetin tarihidir. Bunun dışında ümmet, bu fırkalarıyla ve bunların gruplarıyla yine de bir bütün teşkil ederek yaşamıştır. Klasik kaynaklarımızda şunu görürsünüz: Bu fırkalar kendi inançlarını dile getirebilirler. Bu yorum, mezhep ve fırkalarına göre inançlarını ifadelendirebilir, teşkilatlanabilirler. Bunun tedrisatını yapabilirler. Bütün bu eylemlerine bir hoşgörüyle yaklaşılır. Yeter ki silahlanıp kendi inançlarını diğer yorum ve anlayış gruplarına silahlı eylemlerle dayatmasınlar. O halde devlete isyan ettiklerinde veya başka gruplara kendi görüşlerini silah zoruyla dayattıkları takdirde müdahele edilir, buna imkân ve izin verilmez.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Makale
Sonraki Makale
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Makale Sonraki Makale İçindekiler