HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


ÇOĞUNLUK ÖLÇÜ MÜ?
Bir siyasî lideri dinliyordum, seçime giren partiler içinde en fazla oyu kendilerinin aldığını ifade ettikten sonra "Ümmetim sapma ve yanılmada birleşmezler" hadisine atıf yaparak bunu, kendi meşrûiyetlerine, hak yolda olduklarına delil sayıyordu. Bu delillendirme sebebiyle hadis üzerinde bir daha düşünmek ihtiyacını hissettim.
Nisbî oy çokluğu demokratik sistemlerde, iktidarın siyasî meşrûiyetinin dayanağı olabilir. Bu noktada bile meşrûiyetin üzerine gölge düşmemesi için hile, hud'a, yalan, dolan, baskı vb. olmamalıdır. Verilen oylar şuura, düşünceye, vicdanî kanaate ve serbest iradeye dayanmalıdır. Oy çokluğu siyasî meşrûiyetin dayanağı olabilir, ancak ahlâkî ve dinî meşrûiyetin de dayanağı olabilir mi? Gerçekten halkın çoğunluğunun görüşü, inancı, oyu, kararı hakkın, adaletin, ahlâkî faziletin, dinî meşruiyetin objektif ölçüsü olabilir mi?
Bu sorulara önce yaşanan tecrübeden cevap arayalım. Yeryüzünde 6 milyardan fazla insan yaşıyor. Bugün -Müslümanlara göre- yegâne hak din İslâm'dır, Müslümanların sayısını 1,5 milyar kabul etsek insanların dörtte üçünün hak olmayan yola, sahih olmayan dine mensup bulundukları ortaya çıkar. 1,5 milyar Müslümanı, hayatlarını inançlarına uygun olarak yaşayıp yaşamadıkları bakımından incelesek çoğunluğun günah içinde (fâsık), zalim, âsi (ilâhî emirlere karşı gelen, uymayan) olduklarını görürüz.
Birçok âyet ve hadis hem genel olarak insanların çoğunluğunun yanlış yolda, hakka imandan uzak, küfrân-ı nimet içinde olduklarını, hem de mü'minlerin çoğunluğunun Allah'a kulluk vazifesini hakkıyla yerine getirmediklerini ifade etmektedir. Peygamberlerin bulunmadığı ara dönemlerde -istisnası pek az olmak üzere- insanların küfre, şirke, zulme, ahlâksızlığa sapmış olmaları, peygamberler hak din ile gelince onlara karşı cephe almaları, savaşmaları, onları incitmeleri, dövmeleri, öldürmeleri, ilk mü'minlerin uzun yıllar azınlıkta kalmaları, işkencelere maruz bırakılmaları da bu gerçeğin naklî-tarihî delilleri arasındadır.
İnsanların çoğunluğunun kararı, inancı, tercihi ne mutlak gerçeğin, ne de mutlak ahlâk ilkelerinin ölçüsüdür. İnsanların aklı ve vicdanı gerçeği, doğruyu ve fazileti belirlemede yeterli olsaydı dine, peygambere ve Kitâb'a ihtiyaç olmayacaktı. İnsanların bilme ve seçme kabiliyetleri yeterli olduğu alanlarda geçerlidir ve serbesttir. Bu noktada din onu teyit eder, yeterli olmadıkları alanlarda ise bir yol göstericiye, rehberliğe (hidayete) ihtiyaç vardır. Bu alanda din onun yanılmasını ve sapmasını önler; ona, bilgide, imanda, amelde ve ahlâkta doğru yolu gösterir. Bunun için mü'minler her Fatiha okuyuşta "Bize doğru yolu göster!" diye dua eder, Rablerine sığınırlar.
"Mü'minlerin yanlışta, yanılgıda birleşmeyecekleri"ni bildiren hadis, eğer onlar bir hükümde ittifak etmiş iseler (icma meydana gelmiş ise) bunun yanlış ve batıl olamıyacağını gösterir; ittifakın müctehidler arasında mı, yoksa bütün halk arasında mı olacağı konusu da tartışmalıdır. İttifak bulunmazsa çoğunluğun tercih ve kararının hak ve doğru olduğuna dair dinî bir delil yoktur. Tecrübe de bunu (çoğunluğun her zaman hakkı temsil etmediğini) teyit etmektedir. Cemaatten ayrılmamakla ilgili teşvik hadisleri ise sosyal hayatta birlik ve beraberliğin korunması, tefrikaya meydan verilmemesi ile ilgilidir. Çoğunluğun tercih ve kararının bir değer hükmüne bağlanması bahis konusu değildir.
Mü'minler gerçeği, doğruyu, iyiyi (gerçeklik ve değer hükümlerinin ölçüsünü, mizanını) bağımsız akılda değil, Allah'ın kitabında, Resûlü'nün Sünnet'inde ve bunların ışığında işleyen İslâm aklında ararlar. Bu dayanak ve kaynakları bir kenara atan insanların azının veya çoğunun aklının da kararının da müstakil-mutlak bir değeri yoktur. Allah'a imanı ve kulluğu seçememiş bir akıl, dünya durdukça bütün insanların istifade edecekleri icatlarda ve keşiflerde bulunmuş olsa da, mutlak hakikat ve ebedî saadet karşısında bunun hiçbir kıymeti yoktur. Dünyada işe yarar, hayra da şerre de kullanılır ve mükafatını da dünyada alır. Ebedî saadet pazarında geçer akçe, iman ve amel-i salihtir; amel-i salih ise imansız, ihlassız ve ihsansız olmaz.
Müslümanların ümitler bağladığı bir iktidar, basit bir mevzuat düzenlemesi ile çözülebilecek kurban derisi toplama meselesini bile çözemediği için -daha birçok sebebe bu da eklendiği için- bir buruk Kurban Bayramı daha idrak ediyoruz, nice buruk olmayan bayramlara...


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Makale
Sonraki Makale
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Makale Sonraki Makale İçindekiler