HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


İlm-i Ledün ve Râbıta

1. İmam et-Tahâvî der ki, bütün Allah dostları bir araya gelseler bir peygamber seviyesine ulaşamazlar; çünkü Allah dostları, Peygamber Efendimize (s.a.) ittibaları kadar derece kazanırlar. İmam Aliyyü'l-Karî der ki, "Ümmetimin alimleri Benî-İsrâîl'in peygamberleri gibidir" sözü hadis değildir, uydurmadır. Bu değerlendirmeye ne dersiniz?

Cevap:

İmam Tahâvî'nin söylediği doğrudur, tartışma götürmez bir din ve iman kuralıdır.
O sözün hadis olmadığını söyleyen alimler arasında İbn Hacer ve Süyûtî de vardır. Bazı alimler ise kitaplarında hadis olarak zikretmiş ve ondan hareketle değerlendirmeler yapmışlardır. Alimlerin, ilim dereceleri nereye varırsa varsın, peygamber olmayacakları kesindir. İsrâiloğullarına, kitaplı peygamberlerin talimatını tebliğ ve insanları irşad için gönderilmiş diğer peygamberler de vahye mazhar olduklarına göre müslüman alimlere bu manada da peygamber denmez. Ama hadis "onlar peygamberdir demiyor, peygamberler gibidirler" diyor. Burada bir benzetme var ve şöyle yorumlanırsa sakınca doğurmaz: O peygamberler nasıl büyük peygamberin getirdiği dini tebliğ ve insanları irşad ediyorduysalar müslüman alimler de Hz. Muhammed Mustafa'nın getirdiği dine aynı hizmeti yapmaktadırlar. Böyle bir yorum inanç bakımından sakıncayı ortadan kaldırır, ama bu söze hadis diyebilmek için sağlam kaynaklarda geçmesi gerekir ve böyle olmamıştır.



2. İlm-i ledün'e delil var mıdır? Bize şöyle bir soru geldi: Bu ilim, sahâbî Hz. Ebû Hüreyre'den gelen bir rivayete dayanır. Peki neden hiçbir tarikatın silsilesinde Hz. Ebû Hüreyre yok?

Cevap:

İlm-i ledün, Allah tarafından verilen, öğrenmekle değil, Allah'ın bildirmesiyle elde edilen bilgi demektir. Bu bilgiyi ikiye ayırmak gerekir: a) Allah'ın Peygamberlerine vahiy yoluyla verdiği bilgi. Vahiy Allah'tan olduğu için luğat manasında buna da ledün ilmi denebilir. b) Hızır gibi bazı kullarına ilham ve keşif yoluyla verdiği bilgi. Bu ikinci çeşit bilginin sağlam kaynaklarla doğrulanmış olanı vardır; Hızır'ın ve Hz. Ömer'in bazı bilgileri böyledir, onaylanmış olmayanı vardır; bu da ümmetin salih fertlerinde olan ve ilhama dayalı bulunan bilgidir. İlm-i ledün kimde olursa olsun vahye aykırı olmayacaktır; vahye aykırı olan bilgi kimden gelirse gelsin muteber değildi. Kur'an-ı Kerim'de Kehf sûresinde ilm-i ledün ifadesi geçmektedir (18/ 65). Âyetin meali şöyledir: "Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş ve yine tarafımızdan ona bir ilim öğretmiştik." Devam eden âyetlerde Hz. Mûsâ ile bir süre yolculuk eden bu kulun (Hızır'ın), Allah'ın bildirmesi sayesinde, başkaları için gayb (gizli) olan bazı şeyleri bildiği anlaşılmaktadır. Bu bilgiyi Allah dilediğine verir; çalışmakla, ibadetle, başkaca beşeri mesailerle elde edilemez, biri diğerine aktaramaz.
İlm-i ledünün delili yukarıda mealini verdiğim âyettir. Ben bahsettiğiniz rivayete rastlamadım. Ebû Hüreyre'den de bir rivayet olsa bile onun, bu bilgi hakkında bir hadis rivayet etmesi kendinin de bu bilgiye sahip olmasını ve tarikat silsilelerine girmesini gerektirmez, rivayet etmek böyle bir sonuç doğurmaz.



3. Fânî fillah olmuş birisinden teklifin düştüğünün delili nedir?

Cevap:

Böyle bir hüküm İslam'a kesin olarak aykırıdır; Kitab, Sünnet, İcmâ ve kıyas böyle bir hükmü, inancı, sözü reddeder. Nefsini terbiye etmiş, varlığını ilâhî varlık karşısında yok etmiş, nefsi yok olmuşçasına Allah'ın irade ve rızasını yaşama mertebesine ermiş bir insanın bütün zamanları ibadet ve itaat içinde geçer, başka şeylerden zevk almadığı için sıradan insanlardan daha çok ibadet eder. Peygamberimiz (s.a.) ile Müslümanların en büyükleri, ermişleri hayatlarının sonuna kadar ibadetlerini aksatmamışlar, sıradan insanlara nisbetle daha çok ibadet etmişlerdir. İnsanın aklı başında olduğu sürece yükümlülüğü sona ermez.



4. Rabıta bir ibadet ise onu Peygamberimiz niçin yapmamış, bize niçin buyurmamış ve fıkıh kitapları bu ibadeti niçin açıklamamıştır?

Cevap:

Râbıta (Bir tarikat mensubunun zaman zaman ve özellikle zikirden önce mürşidini hatırlaması, kalbini onunki ile birleştirmesi) bir ibadet değildir; tarikat eğitiminde kullanılan bir teknik, bir eğitme aracıdır. İbadet olmadığı için de fıkıh kitaplarında yer verilmemiştir.
Rabıta zincirinin son halkası, bütün rabıta edenlerin feyiz aldıkları son ve kâmil kaynak Peygamberimizdir (s.a.); insanlara manevi değerler kazandıran akım (etki, feyiz) Allah'tan Peygambere, ondan da aşağıya doğru mürşidlere gelir; râbıta bu feyzi almaya hazır olmanın, bu şuuru yaşamanın aracıdır (yani tasavvufta böyle inanılır). Buna göre Peygamberimizin bir mürşide rabıta yapması söz konusu olamaz.



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Kelime İndeksi
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler Kelime İndeksi