HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


Terbiye Hakkında

Müslümanlar Garb medeniyetine, durgun İslâm medeniyetini diriltecek tek kuvvet nazarıyle bakmıya devam ettikleri müddetçe "kendilerine güven" duygularını za'fa uğratmış ve Garb'ın "İslâm boşuna bir emektir" iddiasını, dolayısıyla teyid etmiş olurlar.
Bundan önceki fasıllarda, tam mânâsıyla birbirine zıt iki ayrı hayat görüşüne sahip bulunan İslâm ile Garb medeniyetinin anlaşamıyacakları kanâatini teyid eden sebepleri genişçe anlatmıştık. Bu durumda Müslüman çocuklarını, Avrupa kültür tecrübeleri ve bunların neticeleri üzerine kurulmuş Garb terbiye esaslarına göre -İslâm'a düşman tesir lekelerinden kurtulmuş olarak- yetiştirmeyi nasıl bekliyebiliriz?
Ortada, bu ümit ve bekleyişimizi haklı kılacak hiçbir sebep yoktur. Talim ve terbiye metodlarına galebe çalabilecek kadar parlak akıl sahibi insanlar için mümkün olan nâdir durumları istisna edersek, Müslüman çocukları, Garb usûlü yetiştirmenin varacağı zarurî sonuç şu olacaktır: Bu gençlerin, kendilerini İslâm'ın getirdiği özel "ilâhî medeniyetin mümessilleri" olarak görme veya böyle inanma iradelerinin sarsılması... Garb prensiplerine göre yetişmiş aydınlar arasında dînî inancın sür'atle çökmeye yüz tuttuğu hususunda şüphe yoktur.
Bundan maksadımız, aydın sınıf dışında kalanlar arasında İslâm'ın, amelî ve tatbikî bir din olarak bütünlüğünü muhafaza ettiğini ileri sürmek değildir. Fakat münevver sınıfta bulduğumuzdan daha çok bu sınıfta, fıtrî yoldan idrâk ederek, duygu sâhası daha geniş bir tarzda İslâm dâvetine katılış görüyoruz.
Müneverlerin uzaklaşma sebeplerinin incelenmesine gelince:
Bunun sebebi, beslendikleri Garb ilimlerinin, İslâm esaslarının sakatlığına dair makûl bir delil getirmiş ve ileri sürmüş olması değildir. Bilâkis sebep şudur: Garb medeniyetinde fikrî muhit şiddetle dinin karşısında bulunmaktadır. Öyle ki bu durum, yeni İslâm neslinin ruhunda gizli bulunan dînî duygu ve kuvvetler üzerinde taşınılamaz bir yük olmaktadır.
İman ve küfür ancak pek nâdir olarak münakaşa konusu olmakta ve ikisinden birine tefekkür veya sezgi yoluyla gidilmektedir. Buna mukabil çok defa iman ve küfür insanlara, mensup oldukları kültür çevresinden intikal eder. Bir çocuk düşünelim ki ilk günlerinden itibaren, eksiksiz olarak geçilmiş müzik makamlarını dinlemek suretiyle yetiştirilmiş olsun. Bu çocuk, ses, makam ve âhenk hakkında temyiz hâssasına sahip bir kulakla yetişmiş olur. Bu çocuk yetişince okumaya ve bestelemeye muktedir olmasa bile, hiç değilse en güç makamları dahi anlayabilecektir. Fakat hayatının başlangıcında müziğe benzer hiçbir şey işitmemiş olan bir çocuğun, ilerde en basit parçaları bile anlıyabilmesi imkânsızdır.
Dînî topluluklar için de durum böyledir. Tabiatın, bir müzik kulağını kendisinden ebediyyen esirgediği kimseler bulunduğu gibi, -gerçekte olmasa bile imkân ölçüsüne göre- din sesine kulakları kapalı insanlar da mevcuttur. Fakat beşerin büyük ekseriyeti için durum, iman veya küfürlerinde, içinde yetiştikleri muhitin hâkim oluşundan ibarettir. Bu sebeple Rasûlüllah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra ana-babası onu Yahûdî, Hıristiyan veya Mecûsî yapar" (Buhârî).
Burada geçen "ana-babası" tâbiri, mantıken çocuğun yetişmesinde rol oynayan geniş çevreyi de içine alır. Gözümüzün önündeki bu çöküş ortada iken hiçbir kimse şunu itirafta tereddüt edemez: Müslüman âilelerin çoğunda dînî çevre o derecede bir fikrî çöküş ve çözülüşe maruz kalmıştır ki bu durum, yeni yetişen gençlerde, dine arkalarını çevirmek için gerekli olan ilk teşvik faktörlerine hız vermektedir. Bunun gerçekte böyle olması mümkündür; ama Müslüman gençleri Garb esaslarına göre yetiştirme halinde bunların, dinlerine düşmanca bir tutum alacakları daha da kuvvetle mümkündür!
Şimdi şu önemli soru hatırımıza geliyor: Modern ilim karşısındaki durumumuz ne olmalıdır?
Müslümanların Garblılar gibi eğitim ve öğretim görmesi aleyhinde deliller ileri sürmekten maksad, İslâm'ın bizzat "eğitim ve öğretime" karşı olduğunu anlatmak değildir. Hasımlarımızın ileri sürdükleri bu iddiânın ilâhî ve dînî hiçbir dayanağı yoktur. Kur'ân-ı Kerîm şu gibi âyetlerle doludur: "...düşünesiniz diye, tefekkür edesiniz diye, bilesiniz diye...... Rabbım ilmimi arttır de..." Kur'ân-ı Kerîm'de şu âyet vardır: "...Âdem'e isimleri öğretti..." (Bakara: 31). Sonra Allah, bunu takip eden âyetlerde bize, bu "isimleri" öğrendikten sonra insanın bazı cihetlerden nasıl meleklerden daha üstün hale geldiğini gösteriyor. Bu "isimler" tâbiri işaret yoluyla yalnız insanlara verilen, terimleri tesbit kabiliyetini, mantıkî düşünce kudretini, Kur'ân-ı Kerîm'in buyurduğu gibi, yeryüzünde Allah'ın halîfesi olabilmesi için insana gerekli olan herşeyi içine alır. Fakat insanın, düzenli bir şekilde düşünce kabiliyetinden faydalanabilmesi için "öğrenmesi" lâzımdır. Bunun için Rasûlüllah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "İlim elde etmek için kim bir yola girerse, bu sebeple Allah ona sonu cennete varan kolay bir yol ihsan eder." "Âlimin âbide (nâfile ibâdetle vakit geçirene) üstünlüğü, ondördünde ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. (Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Dârimî...)
İslâm'ın ilim karşısındaki yerini müdâfaa etmek için âyet ve hadîsleri delil olarak ileri sürmek de zarûrî değildir. Şüpheye yer vermeyecek şekilde tarih isbatlıyor ki, hiçbir din İslâm kadar ilmî ilerlemeyi teşvik etmemiştir. İlmin ve ilmî araştırmanın İslâm'da bulduğu teşvik, Emevîler, Abbâsîler ve Endülüs Arap hâkimiyeti günlerinde göz kamaştıran kültürel mahsûl ve meyveyi elde etmiştir. Avrupa da bunu pekâlâ bilmektedir. Çünkü en azından, koyu bir karanlık içinde geçen asırlardan sonra meydana gelen o meşhur Rönesans sebebiyle bizzat kültürünü İslâm'a borçlu bulunmaktadır.
Biz bunu, Müslümanların kendi öz geleneklerini bırakıp tam bir fikir körlük ve fakirliğine düştükleri şu zamanda, bu güzel hâtıraları anarak öğünmek için söylemiyoruz. Çünkü bu acı halimiz içinde, şerefli mâzimizle öğünmek hakkımız değildir. Fakat bizce açık olarak bilinmelidir ki, Müslümanların ihmali şu hâl-i hazır çöküşümüzün tek sebebidir ve suç İslâmî esaslarda değildir.
İslâm bir an dahi ilim ve ilerlemenin önüne durmamıştır. O, insanın fikrî faaliyetlerini öylesine takdir ediyor ki, bu hal içinde onu meleklerden üstün tutuyor. Aklın ve dolayısiyle ilmin, hayatın her yönüne hâkim olmasını teyid konusunda hiçbir din İslâm'dan ileri gidememiştir. Biz bu dinin esaslarına göre hareket edersek hayatımızda modern öğretimi bir yana atamayız. Öğrenmeye, ilerlemeye, ilim ve iktisad bakımlarından Garb milletlerine denk olmaya rağbet ederiz. Fakat Müslümanların temenni edemiyecekleri tek şey, "Garblı gözüyle bakmak ve Garblı kafasıyla düşünmek"tir. Onlar, Müslüman kalmak istiyorlarsa İslâm'ın ruhî ve manevî medeniyetiyle, Avrupa'nın maddî tecrübelerini değişmeyi temenni edemezler.
İlim ne Şark'lıdır ne de Garb'lı. Tabiatın gerçekleri nasıl umumî ise, o da öylece umumîdir. Ancak, bu gerçeklerin görülüş ve ele alınış noktaları, milletlerin kültürel mizaçlarına göre değişir. Biyoloji, tabiat bilgisi, botanik birer ilim olarak ne maddeci ne de ruhçudur. Bu görüşler; gerçekleri düşünme, toplayıp tasnif etme ve onlardan makûl kaideler elde etme şekillerine bağlıdır. Bu ilimlerden hayatın umumî cihetlerine; yani ilimler felsefesine ait olmak üzere elde ettiğimiz endüksiyonel (istikrâî) sonuçlara gelince bunlar, yalnız ilmî gerçek ve müşâhedelere değil, aynı zamanda ve geniş çapta bizde yerleşmiş mizacın veya hayat ve onun problemleri hakkındaki sezgimize bağlı durumumuzun tesirine dayanmaktadır.
Büyük Alman filozofu Kant şöyle der: "Garip olmakla beraber dâima kuvvetli olan bir gerçek şudur ki bizim aklımız hükümlerini tabiattan almıyor; fakat onları ona yüklüyor (nisbet ediyor.)" Yalnız özel (sübjektif) bakış noktasıdır ki burada tesir göstermekte ve eşyanın görünüşünü değiştirmektedir.
İşte ilimler de böylece ne maddeci ne de mânâcıdır. Fakat bizim özel kabiliyetimize göre şuna veya buna çevrilebilir. Son derece kültürlü muhâkeme ve düşüncesi bir tarafa Garb, materyalist (maddeci) kabiliyet sahibidir ve bu yüzden belli başlı nazariye ve anlayışlarında dine karşıdır. Genel olarak Garb eğitim sistemi de böyledir.
Yine tecrübî ilimleri okutmak İslâm'ın kültürel gerçeği için zararlı değildir. Zararlı olan ancak Garb medeniyetinin rûhudur ve Müslümanın bu ilimlere o ruhla yaklaşmasıdır.
Talihsizliğimizin bir tecellisi de şudur: İlmî araştırmalar konusundaki ihmal ve uyuşukluğumuz bizi, ilmin ortaya koyuşunda daima Avrupa görüşüne bağlı kalmaya mecbur kılmıştır. Eğer biz devamlı bir şekilde İslâm'ın "ilim elde etmeyi erkek, kadın bütün Müslümanlara farz kılan" prensibine uysaydık, çölde susuz kalan insanın ufukta parlayan seraba göz diktiği gibi, ilim yolunda Avrupa'ya göz dikmezdik. Fakat Müslümanlar uzun bir zaman ihmal ettikleri için, Avrupa dev adımlarıyla ilerlerken onlar cehalet ve maddî fakirlik içinde boğuldular. Bu eksikliği telâfi edebilmek için uzun bir zamana ihtiyacımız olacaktır. O zamana kadar, tabiî olarak biz, Avrupa öğretim yollarından yeni ilimleri elde etmeğe mecburuz. Bundan maksad, ilmin konusunda ve metodunda onlara bağlı oluşumuzdur ve yalnız budur. Başka bir deyişle maddî ve riyâzî (matematik) ilimleri Garb esaslarına göre okutup öğrenmekte hiç tereddüde düşmememiz gereklidir. Fakat Müslüman gençleri yetiştirirken -hiç bir devrelerinde- Garb felsefelerine tenezzül etmememiz lâzımdır.
Bazı kimselerin şöyle diyebileceği şüphesizdir: Bugün meselâ atom fiziği gibi, birçok matematik-fizik ilimler sırf tecrübî araştırma sınırını çok aşmıştır. Bu sebeple öğretimde felsefe sâhasına girmemiz gerekir. Sonra, birçok durumda pozitif ilimle nazarî felsefe arasındaki sınırı bulmamız güçtür.
Bu doğrudur, fakat diğer yönden, İslâm kültürünün tesirini yerleştireceği nokta da ancak burasıdır. İslâm âlimlerinin hem vazifeleri, hem de ellerine geçmiş fırsatlar buradadır: İlmî araştırmanın bitiş noktasına (nihâî sınırına) varınca, Garb felsefesinin nazariye ve görüşlerinden müstakil olarak kendi aklî tefekkürlerini kullanacaklardır. Onlar, kendilerine has "İslâmî-aklî" görüş ve düşünüşleri yolundan çok defa, modern Garb âlimlerinin ulaştıkları sonuçlardan farklı, makûl sonuçlara varabileceklerdir.
Geleceğin ortaya çıkaracağı durum ne olursa olsun ilimleri öğretmemiz, hem de Garb'ın aklî görüşüne köle olurcasına onlara boyun eğip tâbi olmaksızın öğrenip öğretmemiz mümkündür. Bugün İslâm dünyasının kesin olarak muhtaç olduğu, yeni bir felsefî görüş değildir. O, bu asra uygun ilim ve teknikle cihazlanmaya muhtaçtır.
Sırf İslâmî kıymet ölçülerinin yürüttüğü örnek bir öğretim komisyonu benden bu konudaki görüşlerimi istese, Garb'ın bütün aklî mahsûlleri içinden şunları seçmelerini harâretle ileri sürerdim: Yukarıda bahis konusu olan durumu muhafaza etmek şartıyla maddî ilimler (fen bilgisi) ve matematik.
Garb'ın görüş noktasından Avrupa felsefesi, Avrupa edebiyatı ve umumî tarih öğretimine gelince, öğretim programında bunların üstün durumlarını kaybetmeleri şarttır. Avrupa felsefesi karşısındaki durumun baştan açık olması gerekir. Edebiyatın ise okutulmasını yasak etmemek -şüphesiz- gereklidir; yalnız öğretiminin, gerçek kıymeti, yani dil bakımından kıymeti sınırı içine yerleştirilmesi şartıyla...
İslâm memleketlerinde Avrupa edebiyatının ele alınışı ve okutuluşu -açıkça söylüyoruz- hissîdir ve arzuya göre yürümektedir. Onun kıymet ölçüsündeki sınırsız mübâlağa, tabiî olarak yeni yetişenlerin taze dimağlarını, kör bir güven ve atılış halinde, Garb medeniyetinin ruhuyla kaynaşmaya sevketmektedir. Ve bu da Garb medeniyetinin menfî taraflarını yeter derecede bilme fırsatı gençlere verilmeden önce olmaktadır. Böylece yalnız mazur görülebilecek bir şekilde bu edebiyatı sevmenin yolu açılmakla kalmıyor, bu durum aynı zamanda, İslâm ruhuyla anlaşmasına imkân olmayan Garb medeniyetini fiilen taklide yol açıyor, buna yardım ediyor.
Bugün İslâm okullarında Avrupa edebiyatının oynadığı rolü, makûl ve uzak görüşlü bir öğretim metoduyla, İslâm edebiyatına vermek gereklidir. Böylece öğrenci, İslâm kültürünün genişliği ve zenginliğinin etkisi altında kalacak, bu kültürün parlak geleceği hakkında ruhunda yeniden bir ümit belirecektir.
Avrupa edebiyatını, bugün birçok İslâmî müessesede hâkim olduğu şekilde öğretmek, Müslüman gençlerin gözünde İslâmı yabancı (garip) bir hale getiriyor.
Aynen bunun gibi -fakat daha geniş ölçüde- bir hüküm Avrupalıların umumî tarihi inceleyişleri için de doğrudur. Çünkü hâlâ, "Romalılar ve barbarlar" şeklindeki eksik anlayış açıkça sırıtmaktadır. Sonra, tarihin böyle ele alınışında gizli bir maksad da vardır: Bununla, Garb milletleri ve medeniyetinin, bu dünyaya gelmiş, gelecek herşeyden üstün olduğunu isbat etmek istiyorlar. Böylece, Avrupalıların maddî kuvvetleri ve hâkimiyetleri için bir çeşit edebî barbarlık yaratmak da mümkün olmaktadır.
Romalılardan bu yana Avrupalılar, Şark ve Garb arasındaki farklara, kendileri tarafından ortaya atılan bir "ölçü"ye dayalı görüş açısından bakmaya alışmışlardır. Sonra onların delilleri aynı zamanda şu iddiaya dayanır: Dünyanın tekâmülüne ancak Avrupa'nın kültürel tecrübeleri açısından bakılabilir. Böylesine sakat bir görüşün gölgesi de elbet bozuk olacaktır. Ve Avrupalıların, bu bakışla baktıkları şeyin görüş hattı uzaklaştıkça, ele aldıkları şeyin tarihî temelini ve gerçek durumunu anlamaları da o nisbette zorlaşacaktır.
İşte bu aldanıştan ötürüdür ki Avrupalıların dünyayı anlatan tarihi -bugüne kadar- gerçekte yalnız Garb'ın geniş bir tarihi olmuştur. Avrupa'nın oluşumunda, varlık ve ilerleyişlerinin bir tesiri bulunmadıkça diğer milletler sayıya katılmamıştır. Şimdi sen, Avrupa milletlerine ait son derece geniş, parlak renkli bir tarih yazar, şurasında burasında diğer milletlere ancak kuşbakışı kısa bir yer ayırırsan elbette okuyucu şu vehmi kabule meyledecektir: Avrupalıların sosyal ve fikrî bakımlardan ulaştığı seviyenin azametiyle bütün cihanda meydana gelen hiçbir şey ölçülemez... Böylece takriben şöyle bir netice ortaya çıkmış oluyor: Sanki bütün dünya Avrupa için, onun medeniyeti için varedilmiş! Sanki diğer milletler ve onların medeniyetleri Avrupa'nın şânına uygun birer hâdim (hizmetçi) ve peyklerdir.
Böyle bir tarih kültürünün Avrupa dışında kalan millet gençlerinin zihin ve ruhlarında bırakabileceği tek tesir, aşağılık duygusudur. Öz kültürleri, hususi mâzi ve tarihleri, istikbalde elde edecekleri müstesnâ fırsatlar... bütün bunları tesir altına alan bir aşağılık duygusu... Bu yolla muntazam bir şekilde, kendi mâzi ve istikballerini küçük gören bir ruhla terbiye görecek, kurtuluşu ancak ve yalnız ideal Avrupa örneğine uymakta (ona köle olmakta) bulacaklardır.
Bu fena tesirleri önleyebilmek için İslâm düşüncesinin aklı başında liderlerine kesin olarak düşen vazife, İslâm müesseselerinde tarih öğretimini değiştirmek için olanca güçlerini sarfetmektir. Bu şüphesiz güç bir vazifedir. İslâmî görüş noktasından bir dünya tarihi yazabilmek, tarihî araştırmalar hakkında köklü ve derin bilgi sahibi olmaya ihtiyaç gösterir. Fakat bu vazife güç olmakla beraber mümkündür ve bundan da önemlisi farzdır. Aksi halde yeni yetişen neslimiz, kendini İslâm'ı küçük görmeye sevkeden bu gizli cereyanların tesiri altında kalmaya devam edecektir. Bunun sonu da her an biraz daha artan bir aşağılık duygusu olacaktır.
Şu da var ki bu aşağılık duygusu bir zaman sonra, eğer Müslümanlar buna hazır iseler, Garb medeniyetini bir bütün halinde kucaklamak ve İslâm'ı hayatlarından uzaklaştırmak suretiyle ortadan kalkar; fakat Müslümanlar bunu yapmaya kabiliyetli ve hazır mıdır?!
Biz inanıyoruz ve Garb'daki yeni gelişme de bu inancı isbat ediyor: İslâm'da ahlâk ve özellikle hürriyet, adâlet, ferdî ve sosyal hayat anlayışı, gerek seviye (kemâl) gerekse tolerans bakımından Garb medeniyeti nizamından üstündür.
İslâm ırkçılık ve soy taassubunu iptal etmiş, insanî kardeşlik ve eşitliğin yolunu açmıştır. Fakat Avrupa medeniyeti hâlâ ırk ve cins taassubunun dar ufkundan öteyi görebilmekten âcizdir.
İslâm, sosyal sınıfları ve kendi toplumunda bu sınıflar arası mücadeleyi tanımamıştır. Fakat bütün Avrupa tarihi -Yunan ve Roma devirlerinden beri- sınıflar arasındaki mücadele ve sosyal düşmanlık hareketleriyle doludur.
Bir kere daha tekrar edelim ki, Müslümanların Garb'dan alarak faydalanacakları tek şey, tecrübî ve ilmî şekilleri içinde tabiî (müsbet) ilimlerle matematik ilimlerdir. Şu da var ki, dışardan bu ilmi alma zarureti Müslümanı, Garb medeniyetini kendi medeniyetinden üstün kabul etmeye sevketmemelidir. Böyle olduğu takdirde o, İslâm'ın kıymetini hakkıyle bilmiyor demektir.
Bir medeniyet veya kültürün başkalarından üstün olması, geniş çapta madde bilgisine -bu da iyi olmakla beraber- bağlı ve dayalı değildir. Bu üstünlük, bir kültür ve medeniyetin ahlâkî faaliyet ve başarısı, insan hayatının bütün kısım ve yönleri arasında âhenk ve düzen meydana getiren büyük kudretiyle ölçülür. Bu bakımdan İslâm diğer bütün kültürlerden üstündür. Beşerin ulaşabileceği en üstün seviyeye ulaşabilmemiz için İslâm'ın emirlerine uymamız gereklidir. Fakat unutulmamalıdır ki İslâm'ın kıymetini korumak ve onu yaşatmak istiyorsak Garb medeniyetini taklit edemeyiz; zaten bunu yapmak bize gerekli de değildir.
İslâm cemaati üzerinde, o medeniyete ait fikrî tesirlerin meydana getireceği zarar, bize bahşedeceği faydadan daha geniş ve büyüktür.
Geçmişte Müslümanlar ilmî araştırmayı ihmal etmişlerse bunu, hiçbir tertibe tâbi tutmadan ve tedbir almadan dışardan öğretim kabulü yoluyla düzeltmeyi bekleyemezler.
Bütün ilmî geriliğimiz ve olanca yoksulluğumuz, Garb öğretim sisteminin, İslâm'ın potansiyel dînî güçleri üzerinde yapacağı öldürücü tesir ile ölçülemez.
Bir kültür unsuru olarak İslâm'ın varlığını korumak istiyorsak, Garb medeniyetinin fikrî muhîtinden sakınmamız gerekir. Bu çevrenin cemiyetimize ve meyillerimize galebe çalması zamanı pek yaklaşmıştır. Garb'ın âdetlerini ve hayat tarzını taklit etmek yoluyla Müslümanlar gide gide Garb'ın eşyaya bakış noktasını da almaya mecbur kalacaklardır. Dış görünüşleri taklit, yavaş yavaş ona uygun olan fikrî meyli de kabullenmeye götürür.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler