HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


Siyasî ve Sosyal Hayatımızın Bazı Meseleleri
1. Anayasa nasıl olmalıdır?
Gerek geçiş döneminde ve gerekse müslümanlar için ideal şartlarda anayasanın nasıl olması gerektiği konusunda bir raporumuz, bundan önceki bahiste arzedilmişti. Bu suale cevap olarak -geçiş dönemi için- kısa bir tekrar (özet) şöyle olabilir:
Anayasanın yazılı bir üst kanun olarak ortaya konmuş bulunmasında faydalar, hatta günümüzde zarûret vardır. Bu kanun detaylara girmemeli, devletin esas teşkîlâtını, devlet-millet (halk, ümmet) ilişkisini, kuvvetleri, organları ve bunlar arasındaki ilişkiyi, temel hak ve hürriyetleri ana çizgileri ile ihtivâ etmelidir.
Günümüzde anayasanın, çeşitli ideoloji, düşünce, inanç ve alt kültür gruplarının görüşlerinin alınması ve mutabakat noktalarının tesbit edilmesi ile oluşturulması en uygun yoldur. Millî varlığın korunması, adâlet ve düzenin sağlanması için zarûrî olan hükümler ile üzerinde mutabakat sağlanmış bulunan hükümler anayasanın maddelerini (muhtevâsını) teşkil etmeli, diğer hususlarda gruplara özerklik tanınmalıdır.
Demokrasi ve lâiklik birbirinin ne engeli, ne de ön şartıdır. Yukarıda muhtevâ ve niteliği belirlenmiş bulunan bir anayasanın demokratik olduğunda şüphe yoktur. Bu anayasanın lâiklik niteliği ise, bu terime verilen çeşitli mânâlara ve farklı uygulamalara göre değişmektedir. Din, onu benimseyen ve yaşayanlar (halk) sebebiyle devletin fonksiyonlarını etkiler. Devlet fonksiyonlarını yerine getirirken hizmeti için var olduğu halkın inancını da gözönüne almak durumundadır. Devlet, bir dînin veya ideolojinin devleti olmadığında -ki bu aşamada başka türlü olması mümkün gözükmemektedir- bir ideoloji veya dînin diğerleri üzerinde baskı kurmasına, din ve vicdan hürriyetini ortadan kaldırmasına engel olur. İşte bu mânâda devletin dîne, dînin de devlete etkisi ve müdahalesi vardır; şu hâlde lâiklik yoktur. Tarihî uygulama içinde de lâiklik, devletin dîne tek taraflı müdahalesi şeklinde görülmüş ve yaşanmıştır. Anayasada lâiklik yerine din ve vicdan hürriyeti ilkesine yer verilmelidir.
Devletin ve yürütmenin başında bulunan şahıs -mutabakata göre- ya doğrudan halk tarafından, yahut da halkın seçeceği meclis üyeleri tarafından seçilir. Başkanlık sistemi de, parlamenter sistem de caizdir.
Bizim tercihimiz başkanlık sisteminden yanadır. Başkan icrâatından halka ve temsilcilerine karşı sorumludur. Halkın ve temsilcilerin denetim hakları ve ödevleri vardır, süresini dolduran veya ehliyetini ve güvenini kaybeden başkan meclis çoğunluğunun kararı ile görevden alınır. Bu konuda referanduma da başvurulabilir.
İdarede imkân ölçüsünde mahallî (yerinden) yönetim tercih edilmelidir.
Yasama teklifi meclisten de, başkandan da gelebilir. Teklif ilim ve ihtisas komisyonlarında görüşüldükten, mecliste de görüşülerek kabûl edildikten sonra başkanın ilânı ile kanunlaşır. Başkan veya anayasa mahkemesi ile meclis arasında -kanunun uygunluğu konusunda- ihtilâf çıkması hâlinde son söz meclisin olmalı, başkana referandum hakkı tanınmalıdır.
Yargı bağımsız olmalı, özel kanunla kurulacak olan yüksek hâkimler kurulunca belirlenecek usûle göre yürütülmelidir.
Millî güvenlik dışa karşı ordu (asker) tarafından sağlanmalı, ordu sivil otoriteye (başkana ve dolayısıyla meclise) tâbî olmalıdır. İç güvenlik ve asayiş ise bu maksatla kurulacak ve sivil otoriteye bağlı olacak birim tarafından sağlanmalıdır. Ordunun ve iç güvenlik biriminin, anayasada belirlenen fonksiyonlarını aşarak siyasete karışmaları kesinlikle önlenmelidir.

2. Yöneticileri ve görevlileri belirleme,
işbaşına getirme yöntemi:
Milleti, cemâati, grubu temsil edecek, ortak görev hizmet ve sorumlulukları denetim vazifesini yerine getirecek şahıslar seçimle, bunların zikredilen görev ve hizmetlerde kullanacağı şahıslar ise atama yoluyla belirlenmeli ve işbaşına getirilmelidir. Herhangi bir hizmet veya görevde kullanılacak şahıslarda aranacak olan nitelik ve şartlar özel mevzûat ile düzenlenmelidir.
Seçilecek şahısların makam ve sorumluluklarına göre onların seçmenlerinin de nitelikleri ilgili mevzûatta yer almalıdır.
Bazı örnekler:
Meclis üyelerini halk seçmelidir. Devlet başkanını halkın seçmesi de, meclisin seçmesi de mümkündür. Ayrı belediye başkanlarının bulunması hâlinde bunları yerleşim bölgesinin halkı seçmelidir. Nitelikleri belli olan imam ve hatipleri cemâatin, müftü ve vaizleri imamların, ibâdet ve din hizmetleri ile meşgul olacak sivil ve özerk birimin ilim ve danışma kurulunu vâizler ile müftülerin, başkanını da ilim ve danışma kurulunun seçmesi uygun olur. Eğitim ve öğretim kurumlarının yönetiminde de seçim sisteminin devreye sokulmasında faydalar vardır.
Atama yoluyla görev verilecek şahısların isabetli seçimi için dilekçe ile talep yerine ilgili kurum ve kuruluşlarca aday gösterilme yöntemine gidilmelidir.
Atama ve seçimlerde makama, hizmete ve göreve liyâkât ve ehliyet belirleyici faktör olmalı; yakınlık, taraftarlık, şahıs ve grup menfâati gibi unsurlara iltifat edilmemelidir.

3. Vergi:
Müslümanların hâkim olduğu, gayr-i müslimlerin azınlık (zimmî) statüsünde bulunduğu devletlerde gayr-i müslimler ya savunmaya katılırlar -ki buna yönetim karar verir- yahut da savunma vergisi (cizye) verirler.
Geçimini sağladıktan sonra belli bir fazlası (meselâ 85 gr. tasarruf altını) devamlı olarak (asgarî bir yıl) bulunan müslümanlar dînî bakımdan zengin sayılırlar ve bunlardan toplanacak olan zekât, belli yerlere sarfedilir.
Zekât altından, gümüşten, ticarî mal ve sermayeden, paradan, zirâî mahsullerden, belli şartları taşıyan hayvan ve hayvan ürünlerinden, deniz ürünleri ve yeraltından çıkarılan servetlerden, sağlam alacaklardan, hisse senetlerinden, gelir getiren akarlar ve benzerlerinden alınır. Zekât nisbeti genellikle zekâta tâbi malvarlığının yüzde ikibuçuğudur. Bu nisbet zirâî mahsullerde -sulama şartlarına göre- % 5 veya 10, maden ve benzerlerinde % 20'ye kadar artmaktadır. Zekât gelirleri ilgili dairenin giderlerine, yoksullara, İslâm'ın yayılması ve korunması hizmetlerine, kölelerin hürriyete kavuşturulmasına; kamu hizmeti, hayır ve iyilik yolunda borçlanmış kimselerin borçlarının ödenmesine ve yolculuk hâlinde, gurbette ihtiyaç içine düşmüş kimselere sarfedilir.
Devlet ve kamu hizmetlerinin îfâsı, ülkenin savunulması, sosyal adâlet ve refahın, sosyal güvenliğin sağlanması için devletin vergi dışındaki gelir kaynakları kâfî gelmez ise, çıkarılacak kanun ile fazlası olanlardan vergi almak caizdir. Lüks ve zararlı tüketim gibi istisnâlar dışında -kâideten- tüketimden vergi alınamaz. Servetten, gelirden, üretimden alınacak verginin zarûret sınırlarını aşmaması; basit, tek, âdil ve dengeli olması esastır. (Zekât, verginin tekliği ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.)

4. Spor:
Fert ve toplum olarak insana zarar vermeyen, eziyet ve işkence mahiyetinde olmayan, kumara ve şans oyunlarına âlet edilmeyen, zamanın değerlendirilmesinde dengeyi bozmayan, edep ve ahlâka aykırı bulunmayan spor faaliyetleri bizzat Peygamberimiz (s.a.v) tarafından teşvik ve hattâ icrâ edilmiştir. Her yaşta uygun ve dengeli spor teşvik edilmeli, bunun için imkânlar hazırlanmalı, yeniden demir kuşaklı cihan pehlivanları yetiştirilmelidir. San'at, spor ve kültür faaliyetlerinin teşvik edilip yaygınlaştırılması özellikle gençliğin korunması ve gelişmesi bakımından zarûrîdir.

5. San'at faaliyetleri:
San'at, estetik duyguya sahip bir varlık olan insan için bir ihtiyaç, bir eğitim ve eğlence aracıdır. Kur'ân-ı Kerîm'de ve Sünnette "cemâl, hüsün, zînet" gibi estetik değerlere atıfta bulunulmuş, Allah'ın kullarının bunlardan mahrum olmamaları istenmiştir. Allah Teâlâ kullarına cennetini anlatırken sık sık onların estetik duygularına hitap etmiştir.
Fert ve toplum olarak insana zarar vermeyen, edep ve ahlâk sınırlarını zorlamayan, dünyaya yüce bir amaç için gelmiş olup bu amaca doğru Peygamberi'nin (s.a.v.) izinde yürüyen kulu yolundan saptırmayan, tam aksine bu yolda zevk ve şevkle yürümesine yardımcı olan her nevi sanat (çizgi, yazı, musikî, folklor, işleme, tezhip, temsil, edebî sanatlar, mimârî...) İslâm'da teşvik edilmeye lâyık insanî faaliyetler cümlesindendir.

6. Turizm:
İslâm'da dış ve iç turizm teşvik edilmiş, bunun için hayırlı ve faydalı amaçlar belirlenmiştir:
a) Ülkenin servetinin artması ekonomik amaçtır.
b) Başka yerleri ve insanları görüp tanıyarak bilgi ve görgünün arttırılması, ibret alınması, maddî ve mânevî rekâbetin, yarışın şart ve boyutlarının tesbit edilmesi, vücût ve zihnin dinlendirilmesi kültür, eğitim ve sağlığa yönelik amaçlardır.
c) Başka din ve inançlara mensup bulunan insanlara bilhassa hayat ve ahlâkımızda göstererek İslâm'ı tanıtmak ve tebliğ etmek de dînî amaçtır.
Bu amaçlardan lehimize işleyecek olan dînî, ahlâkî ve kültürel olanlarına öncelik verilmeli, ekonomik amaç bunların önüne geçmemelidir.
Turizm faaliyeti ülkemize ve toplumumuza para ve servetin yanında ahlâksızlık, mikrop, hastalık ve kültür istîlâsı getirecekse sınırlamalara gidilmeli, kaşı elde ederken gözü kaybetmekten sakınılmalıdır.

7. Doğum kontrolü ve nüfus plânlaması:
İslâm ana-babalara, çocukları ile ilgili haklar vermiş, vazifeler yüklemiştir. Karı-koca çocuk yapmaya karar verirken vazifelerini düşünmek, meşgul olup eğitecekleri kadar çocuk yapmak durumundadırlar. Bu sebeple aralarında anlaşarak belli sayıda çocuk yapmak ve daha fazlasını engellemek üzere tedbir almak hakları vardır. Rahimde çocuğun oluşmaması (sperm ile yumurtanın aşılanmaması) için alınan meşrû tedbirlere "doğum kontrolü" deniyor ve İslâm buna ilke olarak izin veriyor. Meşhur doğum kontrolleri arasında erkek veya kadının ilâç kullanması, prezervatif, çekilme (azil), hamilelik ihtimâlinin takibi, meniyi rahime varmadan etkisiz hâle getiren kimyevî bileşikler vb. vardır. Kürtaj, çocuk düşürme, kısırlaştırma, spiral taktırma (aşılanmış yumurtayı imhâ ettiği için), başka çareler varken ve yeterli iken ameliyatla döl veya yumurta kanallarını bağlatma vb. tedbirler caiz değildir.*
Devletin merkezî bir plânlama yaparak her çiftin yapacağı çocuk sayısını belirlemesi ve bunun uygulanması için baskı yapması mânâsında nüfus kontrolü caiz değildir, devletin böyle bir hakkı yoktur.

8. Kılık-kıyafet ve örtünme:
İslâm toplumu iman ve fazîlet toplumudur. İman ve fazîletin gelişmesi, yaygınlaşması ve intikâli eğitim ile, eğitim de buna uygun bir çevre ile olur. Eğitimin en önemli ve temel çevresi ve bir mânâda aracı ailedir. Ailenin kurulması, devamı ve fonksiyonunu yerine getirmesi bir koca ve aksine bir zarûret bulunmadıkça bir karıdan, nikâh akdi ile oluşmasına; eşlerin sadâkat, vefâ, fedâkârlık, iffet, aileye bağlılık, sevgi ve merhamet gibi niteliklere sahip bulunmalarına bağlıdır. Aile için en büyük tehlike eşlerin birbirini aldatmasıdır. İffet her şeyden önce bir ahlâk eğitimi ile elde edilir ve korunur; ancak nefis taşıyan, daima imtihanda olan insanı sapmalardan korumak üzere bazı tedbirlerin alınması, bu cümleden olarak tahriklerin engellenmesi de gereklidir. İslâm bu sebeple kadın-erkek ilişkilerine sınırlar koymuş, her iki cinsin de çekici, tahrik edici yerlerini kapatmalarını, tahrike yönelik davranışlarda bulunmamalarını istemiştir. Erkek ve kadının, karşı cinse göstermemesi, örtmesi gereken yerlerine "avret" denir. Evlenmeleri caiz olacak kadar birbirlerine yabancı veya uzak akraba olan erkek ile kadının avret yerleri şöyle sınırlanmıştır: a) Erkeğin avret yeri göbeği ile dizkapağının üzeri arasındaki bölgedir. b) Kadının böyle bir erkeğe karşı avret yeri, elleri (bilekler dahil), yüzü ve topukların üzerine kadar ayakları hariç bütün vücûdudur. Kadının kadına karşı avret yeri ise erkeğin erkeğe avret bölgesi gibidir. İslâm, avret bölgesinin örtülmesini istemiş, açıkta kalan yerlerin de tabîî hâlinde (makyajsız) açık bırakılmasına izin vermiş, örtme maksadını gerçekleştiren giysinin rengini ve biçimini örf ve âdete, imkân ve şartlara bırakmış, bu konuda bir sınırlama getirmemiştir. Kadının yüzündeki kıllar tabîî olmadığı için bunların alınması caizdir. Kaşların inceltilmesi, tırnakların uzatılması, başa başka bir insanın saçının konması yasaklanmıştır. Saçların boyanması caizdir.
Erkeklerin saçlarını uzatmaları (kulak memesi ile omuz hizası arasında) veya kestirmeleri, saç ve sakallarını uygun renklerle boyamaları caizdir. Sakalın bir tutama kadar uzatılması, bıyığın ise kırpılarak kısaltılması sünnettir. Eşlerin birbirine çekici, güzel ve her an taze görünmek için gerekeni yapmaları caiz olmanın ötesinde teşvike değer bir davranıştır.

9. İslâm ve parti:
Siyasî partiler ondokuzuncu yüzyılda ortaya çıktığı için bundan önceye ait İslâm bilgi ve hüküm kaynaklarında partilerle ilgili açık, doğrudan bilgi ve hükmün bulunmaması tabîîdir. Siyasî partilerle ilgili hüküm, İslâm'ın genel ilkeleri ve kâidelerinden çıkarılacakır. Hükme varılırken teori ile pratik zarûretleri ayrı ayrı değerlendirmek de kaçınılmazdır.
Teorik olarak siyâsî partiler daima farklı ideolojik bölünmelere paralel olmamıştır. Bir zamanda, bir ülkede solcu, sağcı ve dînci ideolojiler çerçevesinde, yöntem, öncelik, ağırlık, araçlar gibi nisbeten detay sayılabilecek ayrılıklara bağlı birden fazla solcu, birden fazla sağcı... parti kurulmuş ve bunlar birbirleriyle, farklı ideoloji partileriyle olduğu ölçüde mücadele etmişlerdir. Ortak iktidar da kimi zaman sağcılar, kimi zaman da sağcılar ile solcular arasında olabilmiştir. İslâm'ı bir hayat düzeni olarak benimsemiş toplumlarda bu düzene temelden aykırı ve karşı olan toplulukların kendi ideolojilerini iktidar yapmak üzere parti kurmaları caiz değildir, İslâm'a aykırıdır. İzzetin Allah'a ve mü'minlere ait bulunduğunu6, Allah'ın tarafını tutanların (O'nun hizbinden olanların) üstün ve hakim olacaklarını7, Allah Teâlâ'nın hak dîni ve Peygamber'ini (s.a.v.) bütün dinlere hâkim ve üstün olsun diye gönderdiğini8, Allah'a iman eden, iyiyi ve iyiliği hâkim kılarak kötülüğü ortadan kaldırmak için çaba gösteren ümmetin insanlara örnek ve rehber olarak hazırlandığını ve görevlendirildiğini9, başka dinde olanların müminlerin başına yönetici olarak geçirilmesinin caiz olmadığını10 bildiren naklî deliller (âyetler) ile İslâm'ın sosyal, siyasî, dînî ve ahlâkî amaçları İslâm toplumunda başka ideolojilerin hâkim olmasına izin vermez. Temelde İslâm'a karşı ve aykırı olmamakla beraber İslâm'ı anlama ve uygulama, problemleri değerlendirme ve uygun çözümler üretme bakımlarından farklı düşünen şahısların, gruplar oluşturarak kendi düşünce ve çözümlerini iktidara taşımak üzere siyasî faaliyet göstermeleri, muhalefet etmeleri ve İslâmî değerler çerçevesinde oluşacak böyle bir faaliyet grubuna parti adı verilecekse "parti" kurmaları caizdir. Ancak bu partilere mensup olanlar, seçimden ve iktidara gelecek grup belirlendikten sonra başkana itâat sözü verecekler (bey'at), iktidarın başarısı için yardımcı olacaklardır. Bu vazife, yönetimi denetlemeye, tenkit etmeye ve gerektiğinde, (yetersiz ve başarısız olduğunda) düşürmek için faaliyet göstermeye mânî değildir. Böyle bir toplumda diğer din ve ideoloji mensupları ancak, mecliste gruplarını temsil etmek ve haklarını savunmak üzere parti kurarlar ve meclise üye seçilirler.
Lâik-demokratik ülkelerde yaşayan müslümanların siyasî alanda iki önemli vazifeleri vardır: 1. En uygun yol ve yöntemi kullanarak İslâm'ın iktidar olmasını, bir hayat nizâmı olarak ülkeye hakim olmasını sağlamak. 2. Bu amaca ulaşıncaya kadar mevcut şartlarda bütün imkânları kullanarak adım adım ilerlemek. Bu "bütün imkânlar" arasında eğitim, ekonomi ve siyaset faaliyetleri başta olmak üzere, müslümanların da mevcut mevzûâta uygun olarak parti kurmaları, siyâsî faaliyet göstermeleri, partiyi hem bir okul olarak, he de nihaî iktidarın bir aracı olarak kullanmaları zarûret olarak ortaya çıkmaktadır. Lâik bir sistem içinde bu sistemin ilke ve kanunlarına uygun faaliyet göstermek üzere okul açmak, şirket kurmak, ticarethâne işletmek, tahsil yapmak... ile parti kurmak arasında cevaz açısından fark yoktur. Bunların her biri ve benzerleri zarûrettir; meşrûiyetini zarûrî olmasından ve amaca hizmet etmesinden almaktadır.

10. Asgarî ücret :
Asgarî ücret, çalışanların üretim ve gelire ortak olmadıkları, emeklerini ücret karşılığında sattıkları, âdil ücreti belirleyecek tarafsız ve sivil kurumların da bulunmadığı düzen ve sistemlerde bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda devletin, bir hakem olarak asgarî ücreti belirlemesi uygun olabilir. Asgarî ücret belirlenirken işçinin geçim ihtiyacını ölçü olarak almak her zaman âdil ve ekonomik dengeler bakımından uygun olmayabilir. Bu sebeple asgarî ücret belirlenirken vasıfsız ve sıradan bir çalışanın verebileceği emek ve katkı ile ekonomik dengeler gözönüne alınmalıdır. Buna göre belirlenecek asgarî ücretin, çalışanın geçimini temin etmemesi hâlinde ihtiyaç bakıyyesi, sosyal adâlet kurumları tarafından karşılanmalıdır.

11. Tazminat:
Borçlar hususunda maddî ve mânevî tazminatın mukayeseli bir incelemesi için Mukayeseli İslâm Hukûku11 isimli kitabımıza bakınız.

12. Kredili satışlar:
Paranın bir gelir beklemeden, verildiği günün değerinden geri ödenmek üzere ödünç verilmesi caizdir.
Paranın kendi nev'inden veya başka çeşit bir para ile veresi mübâdelesi -eşit olsun, farklı olsun-caiz değildir; bu işlem faiz sayılmıştır.
Tasarruf, ödeme ve değerlendirme aracı olduğu müddetçe altın da para gibidir; ödünç verilir, ancak fazlalıklı veya veresi alım-satıma konu edilemez.
Bir malı, başka cinsten bir mal ile fazlalıklı olarak peşin alıp satmak caizdir. Aynı cins iki malı (meselâ çeşit ve kalitesi farklı iki buğdayı) birbiri ile fazlalıklı olarak peşin, fazlalıklı veya eşit olarak veresi -satım yoluyla- mübâdele caiz değildir; hadîslerde bu işlem faiz sayılmıştır.
Para ile malın, peşin veya veresi olarak mübâdelesi (alım-satımı) caizdir. Uygulamada para peşin mal veresi olursa (selem usûlü) peşine nisbetle mal daha fazla olur; başka bir ifade ile mal ucuza satılır. Mal peşin, bedeli veresi olursa (vâdeli satış usûlü) peşine nisbetle bedel fazla olur; yani mal biraz daha pahalıya satılır. Selemde malın çok, vâdeli satışta bedelin çok olması -peşin alım-satımla karşılaştırıldığı zaman- bedeller arasındaki dengeyi değiştirmektedir. Ancak her iki usûl de ihtiyaca binaen caiz görülmüş, farkın fahiş olmaması işlemin sıhhati için yeterli olmuştur.

13. Sigorta:
Bu konuda, İslam'a Göre Banka ve Sigorta isimli kitabımızda yeterli bilgi vardır. Burada çok kısa bir özet vermek gerekirse şunlar zikredilebilir:
a) Âdil düzen toplumunun bütün mensupları, asgarî bir hayat şartı ve geçim imkânlarının temini bakımından toplumun ve devletin sigortası altındadırlar.
b) Kamu yararına borca girmiş bir kimsenin borcu, zekât gelirinden ödenir.
c) Kastî olmayan öldürme, sakatlama ve yaralama durumlarında gerekli tazminat kazâyı yapanın dahil bulunduğu "diyet dayanışma grubu (âkıle)" tarafından ödenir.
d) Kişiler mallarına gelecek zarar veya başkalarının malvarlıklarına istemeden verecekleri zarar karşısında üyelik sigortası kurabilirler. Bu sigortaya dahil olanlar riziko durumlarına göre havuza belli bir meblağ öderler, bu meblâğ üyelerin tamamı adına nemâlandırılır, meydana gelecek zarar ve hasarlar bu meblâğdan ve nemâsından ödenir, kurum için gerekli masraflar çıkarıldıktan sonra kalan para yine sigortalılara aittir. Belli bir müddet içinde yatırılan para ile bunun geliri hasarları ödemeye kâfî geldiğinde üyeler, yeniden ödeme yapmadan sigortalı ve gelire ortak olmaya devam ederler.
e) Günümüzde mevcut primli sigorta sisteminde sigortacıların yaptıkları işlem usûle uygun olmadığı, toplanan primler gayr-i meşrû (haram) yollarla nemâlandırıldığı ve şirket, hizmet bedelini aşan gelirleri kendi hesabına alıp sigortalıdan her yıl yeniden prim istediği için bu sistem meşrû değildir. Müslümanlar böyle bir sigorta şirketi kurup işletemezler. Ancak, bir önceki maddede geçen üyelik sigortası tesis edilinceye kadar primli sigorta şirketlerinde sigortalı olmak (sigortacı olarak değil) caizdir. Bu cevazın iki dayanağı vardır:
1. Zarûret ve ihtiyaç.
2. Sigortalıların ödedikleri primleri ile kendi aralarında dayanışma yapmış olmaları (sigortalılar bakımından işlemin buna râcî olması).

14. Kira akdinin feshi:
İslâm hukûkunda kira akdinin feshi, akit için tabîî olmayan ve tarafların beklemedikleri bir zararın ortaya çıkması hâlinde söz konusu olur. Kiralayan veya kiraya verenden hangisi böyle bir zarar ile karşılaşırsa onun için fesih hakkı doğar. Akdin îfâsının imkânsız hâle gelmesi veya şer'an caiz olmaması da fesih sebebidir. Kuyunun suyunun kesilmesi, ağrıyan dişin iyileşmesi, duvarın yıkılması gibi.12
Kira akdi tabîatı îcabı müddetli bir akittir, akitle ilgili müddet sona erince akit de nihayete ermiş olur, taraflar yeni veya eski şartlarda yeniden akit yapabilirler, anlaşmazlık hâlinde tarafların birbirini icbar hakları yoktur.

15. Kamulaştırma ve tahsis:
Kamu yararı gerektirdiğinde, kamuya yönelik bir zararın önlenmesi için başka yol ve çare bulunmadığında özel mülkün sahibinden cebren alınması caiz görülmüştür. Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ilk halîfelerinin uygulaması bu hükmün delilidir. Ancak cevazın şartı, istimlâk edilen mülkün rayic bedelinin peşin olarak ödenmesidir.13
Kamu yararının celbi ve zararının def'i için devlete ve kamuya ait malların mülkiyet ve kullanım haklarının belli bir hizmete veya özel şahıslara verilmesi mânâsında tahsisi caiz görülmüş ve uygulanmıştır.14

16. Belediye cezâları:
Devlet ve diğer kamu kurumları, kanunla kendilerine verilen selâhiyete dayanarak kamuya zarar veren, düzene uymayan kişilere mâlî cezâlar verebilirler. Bu cezâlar malı imhâ etme, niteliğini veya mâhiyetini değiştirme ve elinden alarak kamuya mâl etme şekillerinde olmaktadır. Uyuşturucu maddelerin imhası birincisine, ilâca çevrilmesi ikincisine, para cezâları da üçüncüsüne örnektir.15 Malın (meselâ para cezâsının) alınarak kamuya mâl edilmesi durumunda mâlikin kamuya verdiği zararın telâfisi ve bir mânâda tazmini yoluna gidilmiş olmaktadır.

17. İşçi-İşveren Münasebetleri:
Bu konu ayrı bir kitapta açıklanabilecek genişliktedir. İlgili eserler arasında bizim de İslâm'da İşçi-İşveren İlişkileri isimli küçük bir kitabımız basılmıştır. Bu kitap ayrıca İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri'nin içine de alınmıştır.16
Burada birkaç konuya temas etmek gerekirse:
a) Grev ve lokavt: Bu iki işlem kapitalist düşünce ve uygulamanın iki acı meyvasıdır. Bu ekonomi, "iş yoluyla kamuya hizmet ve Allah'a ibâdet" sâikine değil, mümkün olduğu kadar çok kazanma ve serveti arttırma sâikine dayanmaktadır. Bunun tabîî sonucu da mâliyeti asgarîye indirmek, kârı azamî sınırına çıkarmaktır. Mâliyetin girdilerinden birisi olan emeğin ucuza kullanılması isteği işçilere zulüm boyutuna varınca onlar da örgütlenmiş (sendikalaşmış) ve hakkı olduğuna inandığı ücreti baskı yoluyla alabilmek için yöntemler geliştirmişlerdir. Bunlardan birisi de grevdir. İşverenler de buna karşı lokavtı devreye sokmuşlardır.
Âdil düzende iş hayatından amaç -helâl yoldan serveti arttırmakla beraber- kamuya hizmet yoluyla Allah'a kulluktur. Bu amaca yönelmiş işadamları (işverenler) helâl yoldan kazanç elde edebilmek için hakka ve adâlete riâyet ederler. Ayrıca toplum (ümmet) haksızlığı önlemek, tarafların haklarını almalarını sağlamak için hukûkî, idârî, ahlâkî tedbirler alır, kurum ve kuruluşlar oluşturur. Böyle bir düzende greve ve lokavta ihtiyaç kalmaz, bu iki işin ve işlemin sebep olduğu haksızlık ve olumsuzluklar da meydana gelmez. Âdil düzenin gerçekleşmediği toplumlarda vicdanî kanâatine göre veya tarafsız uzmanların açıklamalarına göre haksızlığa uğrayan tarafın bir şekilde hakkını alması meşrûdur (izâfî meşrûiyet). Talebin haksız olduğu kanâatinde olan ve bu kanâatini tarafsız uzmanların onayladığı taraf da talebe karşı direnmekte haklıdır.
Âdil düzende grevin yer almamasının sebebi hem buna ihtiyacın bulunmamasından, hem de bir yöntem olarak grevde, "çalışmadan ücret istemek, çalışanlara engel olmak, rızâya dayanması gerekli olan akitte karşı tarafı râzı olmadığı bir akde mecbur etmek gibi menfî unsurların bulunmasındandır. Lokavtın meşrû olmaması da bu tasarrufun işçiye baskı yapmak, haksızlığa uğratmak, mutazarrır etmek gibi menfî amaç ve unsurları ihtivâ etmesindendir.
b) Kıdem tazminatı karşılıklı rızâya dayandığı veya âdil düzenin kanunlarının gereği olduğu takdirde ertelenmiş ücret olarak değerlendirilebilir.
c) Hizmet akdinin feshi her iki taraf için de mümkün ve caiz olmakla beraber mâzeretsiz fesihten tarafların zarar görmemesi için hükümler getirilmiştir. Buna göre belli bir müddet için kendisiyle akit yapılmış olan işçi, işveren tarafından akit feshedilerek işten çıkarılırsa -bir başka yerde iş bulup çalışmaya başlayıncaya veya süre doluncaya kadar- kendisine ücreti, işverence ödenecektir. İşçi müddet dolmadan veya işi bitirmeden akdi feshederse, işverenin bundan zarar görmesi hâlinde tazmînat talebi söz konusu olur.
Akdin meşrû bir mâzeret sebebiyle feshedilmesi hâlinde işçi, ancak çalıştığı müddet ve bitirdiği işin karşılığı olan ücreti alır.

18. Emeklilik:
Âdil düzende belli bir müddet çalıştıktan sonra yaş haddi, malûllük gibi bir sebeple işten ayrılan kişi -emeği karşılığı ücreti almış bulunduğu için- durumuna bakılır: Birikmiş para ve serveti veya başka kaynaktan bir geliri varsa ve bununla geçiniyorsa kendisine bir kaynaktan maaş bağlanmaz. Geçimini sağlayacak birikmişi veya geliri yoksa sosyal adâlet ve güvenlik kurum ve kuruluşları şahsın geçimini sağlar. Bu düzende yaşayan her şahıs işsizlik, geçim ihtiyacı, kazâ, felâket vb. karşısında devletin ve sivil kurumların sigortası altındadır. Günümüzde olduğu gibi geçim darlığı çeken, ihtiyaçlarını karşılayamayan çalışanlardan prim almak, bunlara işveren ve devletin katkısını eklemek, ihtiyacı az olana çok, çok olana az vermek... şeklindeki emeklilik sistemi âdil ve dengeli değildir. Ancak başka imkân ve çaresi olmayanlar bundan yararlanabilirler.

19. Demokrasi:
Demokrasi, halk irâdesinden başka bir irâdeye otorite tanımayan, halkın irâdesini kayıtsız şartsız hâkim kılan bir sistemdir. Âdil düzen ise Kur'ân-ı Kerîm, Sünnet ve bu iki kaynağın ışığında işletilen ictihadlar ile ortaya konan ilâhî irâdeye tâbi ümmetin irâdesine dayanır. Bu düzende halkın irâdesi, Allah irâdesine uygun olmak kaydıyla hâkimdir. Teoride başka iddiâ ve düşünceler ileri sürülmüş olsa da uygulanan demokrasilerde halkın irâdesi değil, onu temsil iddiâsıyla örgütlenmiş güçlerin, zümrelerin irâdesi hâkimdir; bu hâkimiyet de hemen daima halkın aleyhine işletilmekte ve dengeleri altüst etmektedir. Ayrıca ilâhî irşâda kulak asmayan halkın irâdesinin daima hakkı temsil edeceğini iddiâ etmek de tutarsızdır. İnsana bakış, hak, hürriyet ve adâlet anlayışları ve bu anlayışlara uygun pratikleri birbirinden farklı blokların demokrasi adına ortaya koydukları da tenkidimizi desteklemektedir.

20. Lâiklik:
İnsan yapısına ve semâvî dinlere aykırı olması yanında, mümkün de değildir. Burada lâikliği "din ile devlet, siyaset ve dünyanın birbirinden ayrılması, birbirine etki ve müdahalesinin engellenmesi" mânâsında alıyoruz. Bu mânâda lâiklik insan tabiatine aykırıdır; çünkü insan bölünmez bir bütündür, onun hayat ve davranışlarını amaçlar, saikler, değerler ve etkileşim bakımlarından bölmek, birbiriyle ilgisiz parçalara ayırmak mümkün değildir. Bu sebeple lâiklik de mümkün değildir. Lâik devleti savunan ve yönetenlerin de bir inançları vardır ve bu inanç, savunmalarını, benimsemelerini ve yönetimlerini etkilemektedir. Ayrıca lâik demokrasilerde siyaset adamları halkın dîni duygularını istismar etmektedirler, halk da siyasî tercihini yaparken -diğer saikler yanında- dînî inancının etkisi altında kalmaktadır. Lâik ülkelerde kanunlar hazırlanırken hakın dîni inançları da hesaba katılmaktadır. Tevrât, İncil ve Kur'ân-ı Kerîm -parça parça değil de- bir bütün hâlinde incelendiğinde lâikliğe geçit vermedikleri açıkça görülmektedir.17



*. Uzmanların ifadesine göre spiral daha ziyade aşılanmayı engellemektedir; bu taktirde caiz olur.
6. Nisâ: 4/139, Münâfikûn: 63/8.
7. Mâide: 5/56, Mücâdele: 58/22.
8. Tevbe: 9/33.
9. Âl-i İmrân: 3/110.
10. Mümtehine: 60/13, Maide: 5/51,55; Âl-i İmran: 3/28...
11. H. Karaman, Mukayeseli İslâm Hukûku, İz Yayıncılık, İstanbul 1999, c. II, s. 410-433.
12. Bkz. Mukayeseli İslâm Hukûku, c. II, s. 406 vd.
13. Mecelle, md. 1216.
14. Mukayeseli İslâm Hukûku, c. III, s. 65, 84; s. 74.
15. A. Âmir, Ta'zîr, s. 331 vd.
16. Bkz. Günün Meseleleri, İz Yay., İst. 2000, c. I, s. 405 vd.
17. Bkz. İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, c. III. s. 194, 398...



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler