HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


Menkûl Kıymetler Borsası

Sanayi devriminden sonra süratle gelişen ekonomik ve ticarî birlikler, birleşmeler, bunları meydana getiren hakîki şahısların şahsiyetlerini aşarak müstakil hukûkî (hükmî) şahsiyetler hâlini almış, hukuk da bu gelişmeye uygun düzenlemeler getirmiştir. Büyük sınaî ve ticarî kuruluşlar önce yabancılar tarafından, sonra da -bunlardan öğrendikçe- müslümanlar tarafından kurulmaya başlayınca, fıkhın da buna uygun düzenlemeler yapması, en azından yeni (kanûnî) şirketleri, kendi rûh ve ilkeleri açısından ele alarak değerlendirmesi, hukûkî statüye kavuşturması beklenirdi. Fıkıh bunu yapmakta gecikmiş, müslümanlar emr-i vakiler karşısında kalmışlar, ancak son elli yıl içinde -emr-i vaki hâlini almış bulunan- bu kuruluşlar fıkıhçılar tarafından kitabına uydurulmuş, yahut uydurulmaya çalışılmıştır. Aslında yapılması gereken şey, İslâm'ın rûh ve prensiplerine uygun (şeriatın kâide ve maksatlarına muvafık) olup, aynı ihtiyaçları karşılayan alternatif kuruluşları ve bunlara uygun hukûkî düzenlemeleri gerçekleştirmek idi. Bu ise tek başına fıkhın ve fukahânın yapabileceği bir şey olmayıp, bütünü ile ümmetin aynı maksada yönelmesi ile mümkün olacak işlerdendir. Bu durum karşısında bugün, fıkıh ile iştigal edenlerin, bir problem ile karşılaştıkları, bir meselenin şer'î hükmünü araştırmaya koyuldukları zaman, biri teorik ve ideal, diğeri pratik ve reel iki bakış açısına sahip olmaları kaçınılmaz hâle gelmiştir. Teorik ve ideal bakış açısından üretilen hüküm ve çözümler "olması gerekir... olsaydı... olurdu..." kabilinden çözümlerdir. Bunu hayata aktarmak istediğimiz zaman "olmadı, bu sebeple de.. olmuyor" şeklinde ifade edebileceğimiz sonuçlarla karşılaşıyoruz. Bu noktada söylenecek söz, müslümanların, dînin bütün hüküm ve kurumlarını işleterek bünyelerinden yabancı unsurları temizlemeleri ve bunların zorlatması sonucu ortaya konmuş zarûret hükümlerini asgarîye indirmeleri gerektiğidir.
Yukarıdaki paragrafın son cümlesinde kullandığımız "zarûret hükümleri" tabirinden maksadımız, "fert ve toplum hâlinde müslümanların hayatlarını veya gelişmelerini tehdit eden durumları ortadan kaldırmak için (kaldırmak maksadıyla) geçici olarak haramın helâl olması, normal hâllerdeki bazı yasakların kalkmasıdır. İslâm'ın bütün hâlinde işletilmediği zaman ve zeminlerde bir bu zarûret hükümlerine, bir de "cüz'î çözümlere" başvurmak mecbûriyeti hâsıl olmaktadır. Cüz'î çözüm, mesele ve probleme, İslâm'ın maksat ve prensiplerini bir bütün hâlinde göz önüne almadan hüküm aramak, meseleyi kendi bünyesi ve şartları içinde "şeklen" de olsa İslâm'a uygun bir çözüme kavuşturmaktır. İşte borsa işlemlerini ele alırken bu "cüz'î ve şeklî çözüm" usûlünü kullanıyoruz. Buna göre borsa, menkûl kıymetlerin tescil edilmesi, alınıp satılması, fiyatlarının belirlenmesi, kontrolü, tasarruf ve yatırımın teşviki gibi fonksiyonları îfâ eden bir kurumdur. Bu kurum, liberal-kapitalist sistemin bir ürünüdür. İslâmî sistemde bunun yerini alacak olan kurumun nasıl olacağı konusu burada bizim ilgimizin dışında kalmakta, "teorik ve bütüncü çözüm" sâhasına girmektedir. Bizi burada ilgilendiren husus menkûl kıymetler borsasında alınıp satılan kıymetli evrakın ve bilhassâ hisse senetleri ile tahvillerin, müslümanlar tarafından alınıp satılmasının caiz olup olmadığıdır. Bu bakımdan senetleri iki kısımda ele almak gerekir: Borç senedi (tahvil) ve hisse senedi. Tahviller, faizli borç senetleri mahiyetinde oldukları için, tahvil alan şahıs, onu çıkaran kurum ve kuruluşa faizli borç vermiş olmaktadır. İslâm'da faiz yasak olduğuna göre, tahvil çıkarmak da, onu alıp satmak da caiz değildir, haramdır. Haramı, helâli hesaba katanların yapacakları şey, sermaye elde edebilmek için tahvil çıkarmak yerine hisse senedi çıkarmak, kâr ve zararda ortaklar bulmaya çalışmaktır.
Hisse senedi, adından da anlaşıldığı üzere ait olduğu şirket, kurum ve kuluşun bir cüz'üne (kısmına, parçasına) ortak olmanın vesikasıdır. Senedi almak ortak olmak demektir. Tabîî ortaklık, genellikle kâr ve zararda ortaklıktır. Buna göre müslümanın, kendi kurup işletemeyeceği, ticaretini ve üretimini yapamayacağı nesneleri üreten, alıp satan, pazarlayan, bunlara hizmet sunan şirketlere ortak olması caiz olmadığından, böyle şirketlerin senetlerini alıp satması da caiz değildir. Meselâ alkollü içki üreten, alıp satan, domuz üreten, alıp satan, faizcilik yapan, içki, fuhuş, kumar gibi İslâm'ın haram kıldığı fiilleri işleten şirket ve kuruluşların hisse senetlerini alıp satmak, bunları pazarlamak, reklâmlarını yapmak caiz değildir; çünkü bunların hisse senetlerini almak, bu işleri yapmak mâhiyetindedir. Otomotiv sanâyii, beyaz eşya, inşaat, belli titizlikler içinde yürütülen turizm, dahilî ve haricî ticaret, nakliye vb. ile iştigal eden şirketlerin hisse senetlerini alıp satmak, satmadan muhafaza edip kâr ve zararına ortak olmak, kâr ettikleri takdirde temettûlarından istifâde etmek caizdir, helâldir. Genel hüküm bu olmakla beraber tartışma, soru-cevap konusu edinilen bazı husûsların ayrıca üzerinde durmak gerekecektir:

1. Senetlerin fiyatları ile oynamak, fiyatlardaki dengesizlik ve istikrarsızlık:
Bazı şirketler ve kuruluşların hisse senetlerinin değerini aşırı şekilde düşürmek veya yükseltmek için yapılan birtakım oyunlar ve hîleler, spekülatif faaliyetler İslâm'ın yasakladığı aldatma, zarara sebep olma fiilleri çerçevesine girdiği için caiz değildir. Bir müslüman borsacı bunları yapmaz. Ancak başkaları tarafından bunlar yapılmış, belli hisse senetlerinin fiyatları inmiş veya çıkmış ise bunları, hâlihazır piyasa fiyatları üzerinden alıp satanların bir sorumluluğu olamaz.
Hisse senetlerine aşırı rağbet ve talep bazı zamanlarda, senedin temsil ettiği şirket malvarlığının piyasa değeri ile, senedin piyasa değeri arasında önemli farklılıklara sebep olmaktadır. Mesela şirketin malvarlığı satılsa bir milyar ederken, bu şirkete ait senetler satılsa toplam milyarlarca liraya baliğ olabilmektedir.82 Kezâ milletler arası durum ve ilişkilerin tesiri ile bir gün içinde hisse senetleri akıl almaz inişler kaydetmekte, bunlara sermaye bağlamış bir çok insan iflâsa gitmektedir. Bu menfî oluşumlara meydan veren âmiller sağlıklı ve çoğu kere meşrû olmamakla beraber, bunların meydana getirdiği piyasa şartlarında belirlenen fiyatlar ile (rayic bedel karşılığında) mezkûr senetleri alıp satmayı yasaklamak için de elimizde bir delil mevcut değildir. (Ülü'l-emrin, amme menfâati için müdahale selâhiyeti mahfuzdur.)

2. Şirketlerin, işletme sermayesi ihtiyacını karşılamak üzere faizli kredi almaları:
Bu meseleye, senedi satın alanın neyi satın aldığını tayin açısından baktığımızda bir sakınca görülmemektedir; çünkü senedi satın alan, şirketin malvarlığının bir parçasını satın almaktadır; bu ne paradır, ne de faizdir; maldır, sâbit ekonomik değerdir. Şer'an alınıp satılması caiz olan malı, ekonomik değeri alıp satan kimseye "meşrû olmayan bir işi yapma" fiili isnâd edilemez.
Aynı meseleye, senedi satmayıp, yıllık kârından faydalanma açısından baktığımızda daha farklı bir durum karşısında kalırız: Faizli kredi kullanarak para kazanmak ve faiz ödemek. Evet, faizli kredi kullanan bir şirketin hisse senedini alan ve bunun yıllık kârından faydalanan şahıs, doğrudan (bizzat kendisi) değilse de dolaylı olarak (ortak olduğu şirket yönetiminin irâdesi ile) faizli kredi almakta, bundan gelir sağlamakta, krediyi faizi ile birlikte geri ödemektedir. Eğer ülkede, yeteri kadar faizsiz çalışan şirket varsa, senedin gelirinden istifade edecek olanların bunları tercih etmeleri gereklidir, cevazın şartıdır. Şirketlerin büyük ekseriyeti faizli kredi kullanıyorlarsa, bunları irâdesi ile önlemek -sistem gereği- senet sahibinin elinde değilse, irâdesine tâbî bulunmuyorsa, müslümanın önünde iki seçenek vardır: Ya bu gibi şirketlerin hisse senetlerini, temettûundan faydalanmak üzere almaktan vazgeçmek, parasını başka şekilde değerlendirme yolları aramak, yahut da "kazancın faizden değil, ödünç alınan anapara ile şirketin öz sermayesinden hâsıl olduğunu, aldığı kârda faiz bulunmadığını, kendi irâdesi dışında şirketin ödediği faize râzı olmadığını" gözönüne alarak kârını alıp faydalanmak. Bunlardan birincisi şüphesiz ihtiyatın yoludur. İkincisine gelince: Eğer hisse senedi alım-satımını yaygınlaştırmak, zaman içinde, faizli kredi kullanmaya bir alternatif olacaksa, böyle bir ümit ve ihtimâl varsa, bu yolda düşünmeye değer kanâatini taşıyorum; şüphesiz mevcût şartların zorlatması ile ve şüphesiz bir nevi zarûret hükmü olarak. Bu takdirde krediye faiz ödendiği için bu meblağdan (faizle alınan sermayeden) faizi aşan bir kâr -çoğu zaman- elde edilemez. Şayet edilirse bunun hesaplanıp fukaraya verilmesi takvâ gereğidir.



82. Hükümetlerin para politikaları ve ekonomik kararları da menkûl kıymetleri etkilemektedir.



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler