HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


Şî'a'ya İftirâ mı?

Akşam gazetesi 26 Ocak 1995 tarihli nüshasında, "İslâm ve Mezhebler" yazı dizisinde "Ehl-i Sünnet ve Şî'a arasındaki farklar" başlıklı bir yazı neşrediyor. Bu yazıyı da, diziyi kaleme alan Murat Aydın ve A. Zafer Öztürk benim onbeş yıl önce bir dergide neşrettiğim ve bilahare İslam'ın Işığında Günün Meseleleri isimli kitabıma da aldığım makaleden iktibas ediyorlar. Ben bu makelede Şî'a ile Ehl-i Sünnet arasındaki fürûa (fıkha ait) farkları kendi araştırmama ve tercihlerime göre değil, Abdülaziz Dıhlevi (1159-1239 h.) isimli bir âlimin Tuhfe isimli bir eserinin özetinde mevcut tesbitlere göre kaydediyorum, bunu da açıklıyorum. Müellif farkları tesbit ederken Şî'a'nın mûteber kaynaklarına dayandığını ve itiraz edilmesin diye Sünnî kaynakları kullanmadığını da bildiriyor. Ben makalenin sonunda, müellif farkları böyle tesbit etmişse de bunların tamamında bütün Şîa âlimleri ittifak etmiş değillerdir, aralarında farklı ictihadda bulunmuş olanlar vardır diyor ve ekliyorum: "...Bizim bu özetlemeyi yapmaktan maksadımız ihtilafı büyütmek, müslüman grupları birbirine düşürmek değildir. Ehl-i Sünnetin, iman hududları içinde olan bidat fırkalarına bakışı kardeşçedir. Onlar Sünnîlere düşmanca davranıp saldırmadıkça Sünnîler de saldırmaz. Daha ileri derecede birlik ve beraberlik ise ancak iki cemaatin ulemâsı arasında, iyi niyete ve ilme dayalı görüşmeler, tartışmalar ve anlaşmalar sonunda gerçekleşebilir. Bizim de temennimiz bundan ibarettir."
Biz bu temenniyi ızhar edip orada kalmadık, iki yıl önce İSAV himayesinde İran'a bir araştırma gezisi tertipledik, orada çeşitli kesimlerden insanlarla görüştük, tartıştık, kaynaklar ve dostlar edindik. Döndükten sonra da "Tarihte ve Günümüzde Şîîlik" konulu bir sempozyum tertip ettik, bu toplantıya tanınmış Şî'a âlimlerini (müctehidleri, âyetullahları) davet ettik. İlim, insaf ve kardeşlik ölçüleri içinde tebliğler sunuldu, tartışmalar yapıldı, sonunda kardeşlik ve dayanışma istikametinde önemli adımlar atıldı.
Bütün bunlardan habersiz olduğu anlaşılan, yalnızca gazetede çıkan yazıya bakan, zahmet edip de alındığı kitaba bile göz atmayan bir zat acele ile bir cevap yazıp gazeteye gönderiyor, 28 Ocak 1995 tarihli nüshada çıkan bu yazıda beni "Şî'a'ya ve Câferî fıkhına, Hayrettin Karaman tarafından isnad edilen yalan ve iftiralar" ifadesiyle ağır bir şekilde ittiham ediyor. O günlerde yurtdışında bulunduğum için geciken aşağıdaki cevabî satırları, bu kişinin ittihamlarından alındığım için değil, Şiî kardeşlerimizin incinebileceklerini düşündüğüm için kaleme alıyorum.
1. Şî'a ile Ehl-i Sünnet fıkhı arasındaki önemli farkları, Şî'a kaynaklarına dayanarak tesbit eden, yazan ve Şî'a'ya isnad eden ben değilim, yukarıda adını verdiğim âlimdir. Benim buradaki rolüm nakilden ibarettir. Eğer bu tesbitler uydurma ve iftira olsaydı, ben de bunu bildiğim halde açıklamadan nakletmiş bulunsaydım elbette sorumluluğa katılmış olurdum, ancak yine de isnad ve iftira bana ait olmazdı. İşin gerçeğine gelince, Abdulaziz Dıhlevî'nin imamî, isna-aşerî Şî'a'sına ait olduğunu ileri sürdüğü ictihadlar asla iftira değildir, onların mûteber kaynaklarında mevcuttur. Bu konuların bir kısmında Şî'a müctehidleri arasında ictihad farkları vardır, nitekim ben de bunun böyle olduğunu, kitaptaki yazımda kaydetmişimdir.
2. Bir ictihadın, fıkhî hükmün mezhebde, fıkıh kitaplarında bulunması başka, o mezhebe bağlı olanların o hükümle fiilî ilişkileri başkadır. Fıkıh kitabında "takke, çorap kemer gibi şeylerde pisliğin bulunması namaza mani değildir" diye yazar, bu bir mezheb ictihadı ve hükmüdür, ancak bundan dolayı Şîî kardeşlerimizin pislik içinde namaz kıldıklarını düşünmek doğru değildir. Uygulamada bu ictihadın kullanılışı: "Eğer bir kimse böyle bir durumda namaz kılmış ise namazı sahihtir" şeklinde olur.
Mut'a örneği de böyledir; Şîî mezhebinde mut'a nikahı caizdir demek, mesela İran'da hergün, her yerde, yüzlerce insan mut'a nikahı yapıyor demek değildir. Nitekim biz, İran gezimizde şunu tesbit ettik: Belli başlı aileleler, sosyal mevkiî ve itibarı yüksek olanlar bu nikaha kerih gözle bakıyor, aile hayatlarında yer vermiyorlar. Diğer tabakalarda da uluorta uygulanmıyor, bir düzene, nizama ve müeyyidelere bağlanmış bulunuyor.
3. Sayın yazar benim iftira ve isnad ettiğimi iddia ettiği 10 madde sıralamış; bunların Şî'ada bulunmadığını, tarafımızdan yalan yere onlara mâledildiğini ileri sürmüştür. Aşağıda bu 10 maddeyi teker teker ele alacak, hemen her Şîî âlimin bildiği, elinin altında tuttuğu ve mûteberliği tartışmasız bulunan bir kaynaktan98 çoğunun yerini göstereceğiz; böylece bir iftiranın bulunmadığı, benim de bir iftirayı incelemeden nakletme suçunu işlemediğim ortaya çıkacaktır:
a) Abdest bozduktan sonra taharet alırken kullanılan ve içine pislik karışan su temizdir.99
"Abdest alırken kullanılan su hem temizdir, hem de onunla yeniden temizlenmek caizdir, gusülde kullanılan su ise temizdir... Kendisi ile necaset temizlenmiş bulunan suya karışan necaset suyun tabii vasıflarını (rengi, tadı, kokusu) değiştirmemiş olursa bu suyun temiz olup olmadığı konusunda iki ictihad vardır, bunların doğruya daha yakın olanı suyun pis olduğudur, ancak istinca suyu (adest bozduktan sonra taharetlenmede kullanılan su) bundan müstesnadır."100
b) Şarap ve alkollü içkiler temizdir.101
Sarhoşluk veren içkilerin namaza mâni olmak bakımından pis olup olmadıkları hem Sünnîler, hem de Şî'a arasında tartışılmış ihtilaflı bir konudur. Tuhfe yazarı bunların temiz olduğu görüşünü İbn Babeveyh, Cu'fi ve İbn Akıyl'den nakletmiş, diğer müctehidlere göre böyle olmadığını açıklamıştır. Nitekim Hillî'ye göre de sarhoş eden içkiler pistir (s. 18). Bu konuda da iftira yok, özetleme sebebiyle detayın verilmemiş olması husûsu vardır.
c) "Eline, koluna pislik bulaşan kimse pisliklerin vücuttan ve elbiseden izale edilmesi gerekir..."102, "Toprak, hasır vb. şeyler üzerinde bulunan sidik ve benzeri pislikleri güneş kurutunca bunların üzerinde namaz kılınır..."103
d) İmam kayıp bulunduğu müddetçe namaz kılınmaz.
Ne Tuhfe'de, ne benim kitabımdaki naklimde, ne de gazetenin naklinde böyle bir ifade var, biz böyle bir söz söylemedik ve yazmadık. Bizim Tuhfe'den naklettiğimiz ifade şudur: "İmam gaib bulunduğu müddetçe cuma namazı kılınmaz."104
"Cumanın birinci şartı âdil sultandır" (Hillî, Muhtasar, 35). İmam gaib bulunduğu müddetçe cuma namazının ihtiyârî olduğu bütün Şîî ilmihal kitaplarında yazılıdır.
e) Bazı Şî'a mezheblerine göre suya dalmakla oruç bozulur. Erkeğe anüsünden zekeri idhal ile oruç bozulmaz.105
Suya dalmanın orucu bozacağı kuvvetli ictihad ile sabittir, bunun bozmayıp mekruh olacağı ictihadı da vardır.106
Diğer konu Şî'a müctehidleri arasında ihtilaflıdır, Tufhe yazarına göre ekseriyetin ictihadı böyledir. Bu mezkûr çirkin fiilin caiz olması demek değildir, bu fiil Şî'a'ya göre de haramdır, bunun cima sayılıp orucu bozması veya sayılmayıp bozmaması ise ayrı konudur. Nitekim aynı çirkin fiilin guslü gerektirip gerektirmediği konusunda da -cima sayılıp sayılmamasına bağlı olarak- ihtilaf edilmiştir.107
f) Hayvanın derisi, ağaç kabuğu ve yaprağı gibi yenmesi âdet olmayan şeyleri yemek orucu bozmaz.108
Bu da Şî'a arasında ihtilaflı olup Hillî'ye göre yenmesi âdet olan da olmayan da bozar (s. 65).
g) Mü'minin mü'mine kârlı satış yapması mekruhtur.109
Zarûret bulunmadıkça mü'minin mü'mine kârlı satış yapmasının mekruh olduğu Hillî'nin Muhtasar'ında açıkça yazılıdır (s. 120). Aynı eserin 157. sayfasında da mü'minden maksadın "İmamî İsna-aşerîler yani Şî'a'nın bu kısmı" olduğu açıklanmıştır.
h) Rehnedilen malı teslim almak şart değildir. Rehin cariye ise, rehin alan onunla birleşerek istifade edebilir.110
Hillî'nin Muhtasar'ında her iki konunun da Şî'a arasında ihtilaflı olduğuna; yani bu ictihadı ileri sürenlerin bulunduğuna işaret edilmiştir. (s. 137).
ı) Bir kimse diğerinin malını emanet olarak alsa, mal sahibi ölünce o malı inkâr etmesi gerekir (s. 728).
Kitabımızda bu ifade bulunmakla beraber bir baskı hatası yüzünden bir kelimenin düştüğü anlaşılmaktadır. Düşen kelime "Mağsub: gasbedilmiş" kelimesidir, ifade "bir kimse diğerinin mağsub malını..." şeklinde olacaktır.111
Bir kimse ikinci şahsın malını gasbediyor, haksız ve rızasız olarak alıyor, sonra bunu üçüncü bir şahsa emanet bırakıyor. Bu gasbeden kişi veya vefatı halinde vârisleri gelip malı istediklerinde emanet edilen kişinin bu malı inkâr etmesi, onlara vermemesi ve asıl sahibine ulaştırmaya gayret etmesi gerekir. Zalim bir gâsıb gelip bir emanet malı almak istese emanetçi malı ona vermez, gerekirse kendisinde bulunmadığına yemin eder...112
i) İçine bazı pisliklerin karıştığı su ile yapılan ekmek yenir.113
"Pislik karışmış su ile yapılmış hamuru yemek caiz değildir. Bunun piştikten sonra caiz olduğu şeklinde bir rivâyet vardır; çünkü ateş onu temizlemiştir."114

Sonuç:
Dıhlevi'nin eserinin (Tuhfe'nin) özetinde sıralanan ve oradan bizim makalemize aldığımız, oradan da gazeteye iktibas edilen ihtilaf konularının (iki mezheb arasındaki farkların) yalan ve iftira olmadığı, kitabımızda ifade edildiği gibi -aralarında görüş farkları bulunsa bile- Şî'anın çeşitli kollarında ve ictihadlarında bu hükümlerin mevcut bulunduğu, bunların önemli bir kısmının muhtasar ve muhteber bir imamî-isna-aşerî mezheb kitabında bulunduğu yukarıda gösterilmiştir. Şu halde ortada bir yalan ve iftira yoktur. Ayrıca bunların bizim makalemizde zikredilmesinin amacı da tefrika değil, bilgi vermek, itikadda, usûl ve fürûdaki farkların farkında olunmasını ve buna göre herkesin istediği ve beğendiği mezhebi benimsemesini (ezbere, bilmeden değil, bilerek, şuurla benimsemesini) sağlamaktır. Bundan da öte, aradaki farkları, iyi niyet, insaf ve ilimle ele alarak asgarîye indirmeye çalışmak, geriye yine de farklar kalırsa bunu da anlayışla karşılamayı, asla tefrikaya âlet edilmemesini telkin etmektir.
Allah'ı, Kitabı, Peygamber'i (sav), kıblesi bir olan -Şîîsi, Sünnîsi, Zeydîsi, Câferîsi, Alevîsi ile- bütün mü'minlere yakışan kardeş olmak, mânevî, evrensel, ortak değerlerini elbirliği ile insanlığa sunmak, iyilikte, ibadette, İslâmı ve müslümanları korumakta, diğer insanlara da faydalı olmakta yarışmaktır.



98. Ebu'l-Kâsım Necmuddin Ca'fer b. Hasen el-Hillî, (v. 676), el-Muhtasaru'n-nâfi' fî fıkhi'l-İmâmiyye, Tahran, 1402.
99. Tuhfe, 211.
100. Muhtasar, 3-4.
101. Tuhfe, 211.
102. Tuhfe, 28.
103. Muhtasar, s. 19.
104 Tuhfe, 218.
105. Tuhfe, 219.
106. Muhtasar, s. 65.
107. Muhtasar, s. 8.
108. Tuhfe, 219.
109. Tuhfe, 223.
110. Tuhfe, 224.
111. Tuhfe, 224.
112. Muhtasar, s. 150.
113. Tuhfe, 235.
114. Muhtasar, s. 245.



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler