HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


İşçiler ve İslâm*

İslâm, başka hiçbir düzene nasib olmamış ölçüde toplum ve ferdlerin problemlerini ele almış, çözümler getirmiştir. Gelir ve üretim kaynaklarının çoğu ellerinde oluşan, böylece milleti ayakta tutan işçilere İslâm'ın, önem vermesi ve çözüm sâhalarında önemli bir yer ayırması tabiîdir.
- Ahmed es-Sebî'î

İslâm işi ve çalışmayı, ferdin bir şeye mâlik ve sahip olma hakkını elde etmesinin asıl yolu olarak kabul etmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur; öyleyse yerin sırtlarında dolaşın, Allah'ın verdiği rızıktan yiyin; sonunda dönüş O'nadır." (el-Mülk: 67/15). "İnsan için ancak çalıştığının (karşılığı) vardır." (en-Necm: 53/39). Rasûlullah (sav) de: "Hiçbir kimse, elinin emeğiyle elde ettiğinden daha hayırlı bir ekmek yememiştir.", "Birinizin eline ipini alarak dağa gitmesi, odun getirip satması, bundan yiyip, hayır yapması, insanlardan dilenip istemesinden hayırlıdır," buyurmuştur.
İş (amel), beden veya fikirle emek vermek ve çalışmaktır. Bunun bedeli mal veya başka bir karşılıkla ödenecektir. İşten maksat, dünya hayatında insanların ihtiyaçlarını karşılamak ve refahlarını sağlamaktır.
İslâm'ın işe ve çalışmaya verdiği yer ve değer o dereceye varmıştır ki Rasûlullah (sav) Sa'd b. Mu'âz'ın, çalışmaktan yarılmış ellerini öpmüş, "Allah'ın ve Rasûlünün sevdiği el işte budur," buyurmuştur. "Allah, iş ve meslek sahibi kulu sever" ifadesi de yine Rasûl-i Ekrem'e (sav) aittir.
İslâm işçi ile işveren arasındaki ilişkileri düzenlemiş, işçiye yüklenen işin onun güç sınırını aşmasını yasaklamış, işçinin zorlanmamasını tavsiye etmiştir: "Allah bir kimseye, ancak gücünün yettiğini yükler," (Bakara: 2/33). Rasûlullah (sav) buyuruyor: "onlar (işçiler), Allah'ın elinizin altında kıldığı kardeşlerinizdir; onlara yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin, güçlerini aşan şeyi yüklemeyin, yüklerseniz de yardım edin."
"Herkesten gücünün yettiği kadar" şeklindeki prensip, işçiden normal ve mutâd gücünü aşan bir işin istenemeyeceğini ifade eder. Aynı mevzûuda Hz. Peygamber (sav): "Size bir şeyi yapın dediğim zaman, gücünüzün yettiği kadarını yapın," buyurmuştur.
İslâm'da kira hukuku (el-icârah) ile ilgili hükümler aynı zamanda işçi işveren münâsebetlerini ince ve detaylı bir şekilde tanzim etmiştir. Bu cümleden olarak iki tarafa "işin çeşidini, sarfedilecek emeği, işin vakit ve müddetini, ödenecek ücreti" önceden belirlemelerini emretmiştir.
İşçiye, "işini iyi ve sağlam yapmasını" buyurmuştur. Ücret alan yaptığı işten hesaba çekilecektir; hadîse göre: "Biriniz bir işi yaptığı zaman Allah, onu mükemmel yapmasını ister, bunu sever." İslâm iş hayatında hile ve ihmali de haram kılmıştır; Rasûlullah (sav) buyurmuştur ki: "Bize hile yapan, bizden değildir."
İslâm işçinin ücretini, sarfettiği emeğe paralel olarak tayin etmiştir. Hz. Peygamber (sav): "Ecir, çekilen zahmete göredir" buyurmuştur. Burada "ecir"den maksad ücrettir. Bu kudsî hadîs de şöyle diyor: "Üç kimse, kıyamet günü beni karşılarında bulacaktır: 1. Benim rızam için (veya benim adıma) vermeye kalkışıp hıyanet eden. 2. Hür bir insanı satıp parasını yiyen. 3. Bir işçiyi tutup işini yaptırdıktan sonra ücretini tam olarak ödemeyen" Bir âyette de şöyle buyuruluyor: "İnsanların mal ve ücretlerini eksik vermeyin," (el-A'râf: 7/85)
İslâm işçiye ücretinin sallanmadan ve geciktirilmeden verilmesini gerekli görmüştür; Rasûlullah'ın (sav): "Teri kurumadan işçiye ücretini ödeyiniz" emri bunun delilidir.
Böylece İslâm, üretimi en verimli hale getirecek, toplumda güven ve mutluluğu sağlayacak sağlam kaidelerle, iş ve işçi meselelerini tanzim etmiş, yoluna koymuştur.
Zamanımızda, bazı toplumlarda uygulanan emeklilik sistemi ile emekli olurken ödenen kıdem veya hizmet tazminatı İslâm'da mevcut değildir. Çünkü İslâm, ümmetin bütün ferdlerinin tabîi ihtiyaç ve haklarını, doğumundan itibaren hayatı boyunca; gerek gücü kuvveti yerinde iken ve gerekse yaşlanıp aciz hale gelince teminat altına almıştır. Ferde, ümmetin bir cüz'ü, bir parçası olarak üstün bir yer vermiş, onu bu anlayış içinde himaye etmiştir. Râsûl-i Ekrem'in (sav) ifadesiyle: "Müminler, karşılıklı sevgi, merhamet ve samîmî alâka bakımından bir tek vücut gibidir; vücudun bir organı hastalanınca diğer bütün organlar da uykusuzluk ve ateşten muzdarip olur."
İslâm ferdlerin yiyecek, oturacak, giyecek, ulaşım, tedâvî öğrenim gibi bütün temel ve zarûrî ihtiyaçlarını teminat altına almış, bunları hırsızlık, dilenme ve el açma yollarıyla temin etmeyi yasaklamıştır. Buna göre yiyecek, mesken ve giyeceğini teminden öncelikle ferdin kendisi sorumludur. Eğer kendisi bunda âciz olur ve temin edecek bir başka kimseye muhtaç bulunursa sorumluluk ailesine intikal eder; ikinci sırada mesul olan bu aile ferdleri baba, dede, oğul, torun gibi nafakasını temin ile mükellef olan yakınlarıdır. Nitekim Ebû Süfyân b. Harb'ın eşi Hind, Rasûlullah'a (sav) gelerek, kocasının cimri olduğunu, bu sebeple kendisinin ve çocuklarının nafakasını vermediği için onun haberi olmadan malından almak mecburiyetinde kaldığını intikal ettirmiş ve şikâyette bulunmuştu. Efendimiz (sav) şöyle buyurdular: "Ebû Süfyân'ın malından, sana ve çocuklarına, normal ölçüde yetecek kadarını al."
Buna göre usûl ve fürûdan olan aile yakınlarına, içlerinden muhtaç hale gelmiş bulunan kimselerin nafakasını temin etmek İslâmî bir vecîbedir; yeter ki onların da buna güç ve imkânları müsâit bulunsun.
Ferd bizzat ihtiyaçlarını teminden âciz hale gelir, yakınları da bunu temine güç yetiremez veya yakınları bulunmazsa bu takdirde devlet ona, yapabileceği ve böylece ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir iş bulmak durumundadır.
Rasûl-i Ekrem'e (sav) başvurarak ihtiyaç içinde bulunduğunu ve çalışabileceğini bildiren bir kişiye O'nun iki dirhem vererek ip ve balta almasını söylediği ve onun da bunları alıp odunculuk yaparak ihtiyacını karşıladığı bilinmektedir.
Halife Ömer b. El-Hattâb, farz namazının vakti dışındaki bir zamanda mescide girmiş ve Allah'a duâ etmekte olan iki kişi görmüştü; aralarında şu konuşma geçti:
-Bütün insanlar işlerinin başana gitmişken siz burada ne yapıyorsunuz?
-Biz Allah'a tevekkül eden, O'na güvenen kimseleriz.
-(Sert bir şekilde azarlayarak) Siz öyle değil, öyle görünen kimselersiniz; bilmiyor musunuz ki gökten altın ve gümüş yağmaz!
Halîfe bunu söyledikten sonra onları mescitten çıkarmış, kendilerine tohumluk buğday vermiş ve: "Bunu ekin, sonra Allah'a güvenin" demiştir.
Buna göre, muhtaç olan vatandaşa âmme mallarından veya kullanılmayan yerlerden veya sahipsiz topraklardan yahut âmme emlâkinden, yahut da imar edilip kullanılabilecek araziden yeteri kadar vermek devletin vazifesidir. İlk halîfeler (Hulefâ-i Râşidin) bazı müslümanlara böyle topraklardan vermişler, buralar onların mülkü olmuş, kafa ve kollarını çalıştırarak bu toprakları işlemiş, hem kendileri istifade ederek topluma yük ve başıbozuk bir grup olmaktan kurtulmuş, hem de halka faydalı olmuşlardır. Rasûlullah'ın (sav) izinden ayrılmayan ilk halifeler, muhtaçlar için gerekli harcamaları yapmışlar, devletin hazinesi olan beytü'l-maldan, çalışamayan tek insan bırakmaksızın nafakalarını temin etmişlerdir. Hz. Peygamber (sav) bekâra bir hisse, evliye iki hisse ayırmıştır. Devlet hazînesi, kişinin din ve milliyetine bakmaksızın çalışamayan vatandaşın asgarî ihtiyaçlarını temini vazife bilmiş, Üzerine almıştır. Hz. Ömer, müslüman olmayan, kazanmaktan da âciz bulunan zimmî vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamış, onlardan vergiyi (cizyeyi) düşürmüş ve: "Gençliğini yer, ihtiyarlarını da yüzüstü bırakırsak onlara karşı âdil davranmış olmayız" demiştir. Hz. Ömer'in bu neviden ilk uygulaması bir yahûdî için olmuştur.
Yine Hz. Ömer, doğumundan itibaren her çocuk için beytü'l-maldan bir maaş bağlamıştı. Nakledildiğine göre bir gün bir çocuğun ağladığını işitmiş, annesine bunun sebebini sormuştu. Annesi, onu tanımadığı için şu cevabı verdi: "Onu sütten kesmek istiyorum, o da direniyor; Ömer ise sütten kesilmemiş çocuklar için maaş vermiyor!" Halîfe bunu işitince kendi kendine: "Ömer'e yazıklar olsun! Kimbilir kaç müslüman çocuğunun ölümüne sebep olmuştur." dedi ve ilân etti: "Ey ahâlî! Çocuklarınızı sütten kesmek için acele etmeyin; bundan sonra her çocuğa, doğduğu andan itibaren maaş veriyoruz."
İslâm'da devlet başkanı bütün vatandaşlardan sorumludur; çünkü Rrasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Hepiniz çobansınız ve her çoban sürüsünden sorumludur... Devlet başkanı da bir çobandır ve halkından sorumludur."
Hayatın zarûrî ihtiyaçlarını temin cümlesinden olarak çalışma gücü olanlara iş bulmak, âciz, kimsesiz ve hastalara sığınak ve barınak bulmak devletin vazifeleri arasındadır. Abdülmelik b. Mervân, kötürüm insanların hizmetine bakanlarla, gözü görmeyenler için kılavuzluk yapanlara maaş bağlamıştır.
Hazine, muhtaç olduğu halde evlenmek isteyenlerin düğün masraflarını da tekeffül eder; nitekim Hz. Peygamber (sav) birisini evlendirmiş ve eşine mehir olarak bir miktar hurma vermiştir.
İslâm'da devlet, vatandaşların öğrenim ve tedâvi ihtiyaçlarını da maccenen karşılama durumundadır. Çünkü İslâm karının nafakasını kocaya, çocuğunkini de babaya yükleyip, bunlar vazifelerini yapmadıkları veya tam zamanında yerine getirmedikleri takdirde hâkime icbar selâhiyeti verirken, nafaka mükellefi olanlara, eş ve çocukları hasta olduklarında tedâvi ettirmek ve öğrenimine ihtiyaç duyduklarında öğrenimlerini yaptırmak vazifesini yüklememiştir. Ve bu hükmü benimserken de tedâvi ve öğretimin, ferdlerin değil, devletin vazifesi olduğu esasından hareket etmiştir. Müslümanların, İslâm'ı tam olarak uyguladıkları bütün asırlarda öğretmen ve doktorlar, yaptıkları hizmet karşılığında vatandaşlardan ücret almamışlar, bunu beytü'l-mal karşılamıştır. Şu halde İslâmî hükümlere göre tedâvi ve öğretim devletin en önemli vazifeleri arasında yer almaktadır.
Bugün memurlar ve işçiler sosyal sigorta, sosyal dayanışma kanunları, emeklilik ve kıdem tazminatları gibi düzenlemeleri duymakta, bunları beğenip desteklemektedirler. Ancak bunların görmesi gereken bir husûs daha vardır: İşsizlik, fakirlik, çaresizlik ve ihtiyaç toplumlarda durmadan yayılıp genişlemektedir. Zikredilen düzenleme ve kanunlar onların bütün problemlerini çözememekte, bu sebeple sık sık isteklerini kabul ettirmek için işi bırakmaktadırlar. Böylece grevler birbirin takip etmekte, bu da ülkelerin harab, vatandaşların muzdarip olmasına sebep teşkil etmektedir.
Her vatandaşın yiyecek, mesken, evlenme, ulaşım, tedâvî, öğrenim gibi temel ihtiyaçlarının tamamını (son kapı olarak) devletin tekeffül ettiği, yüklendiği İslâm toplumuna gelince burada işçiler huzur, güven ve mutluluk duymakta ve bu tatmin duygusu içinde, korkutma, yıkma gibi yollara başvurarak hak isteme ihtiyacından uzak kalmaktadırlar.
Kuzey Afrika'da vâli bulunan Yahyâ b. Sa'd, İslâm nizâmının gölgesinde vatandaşın vâsıl olduğu refah ve tatmin seviyesini şu sözleriyle tablolaştırmıştır: Halife Ömer b. Abdülazîz beni, fukara ve muhtaçları araştırmak üzere görevlendirdi; ihtiyacını giderecek şeyler vermek üzere yaptığım araştırma ve soruşturmalar sonunda yardım ve sadaka isteyen bir fakir dahi bulamadım. Halkın hep şöyle dediklerini işittim: "Ömer b. Abdülazîz İslâm sayesinde halkı ihtiyaçtan kurtardı." Vâli Yahyâ bunu üzerine Halifeye "Kuzey Afrika'da muhtaç kimsenin kalmadığını, muhtaçlar için ayrılmış zekât fonu ile hazinenin dopdolu olduğunu" yazmış, halife de şu emri göndermiştir: "Bütün borçluların borçları ödensin." Yahyâ ödenmedik tek borç bırakmadıktan sonra durumu tekrar halifeye bildirmiş, o da "kölelerin bedelleri ödenerek hürriyete kavuşturulmasını" emretmiştir.
Müslümanların uygulamakta kusur ettikleri bu prensip ve kaideler işçi ve memurların problemlerini emsalsiz bir şekilde çözmek için yeterlidir. Mutluluk, huzur ve istikrarı bunlar temin edecektir; çünkü Allah'ın kanunlarından çıkarılmıştır:
"...Sana verdiğimi al ve şükret!" (A'râf: 7/144).
"...Şükreden kimse ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden ise bilsin ki Allah herşeyden müstağnîdir..." (Lokmân: 31/12)



* Râbıtatu'l-âlem el-İslâmî dergisinin 19. Yıl, II. Sayısında (Eylül, 1981) neşredilmiş bulunan bu makaleyi, faydalı görerek çevirip kitabın sonuna koyduk.



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler