Güzel İnsan Ali Ulvi Kurucu Güzel insan hem sureti, hem de sîreti (ahlak ve şahsiyeti) ile güzeldir. İslam, Hz. Âdem'den Hz. Hâtem'e kadar düz bir çizgi halinde gelen ilâhî irşadın adıdır, bu çizginin insanı da güzel insan; yani "İslam insanı"dır. Merhum ve mağfur Ali Ulvî ağabeyimiz işte bu mânada bir "güzel insan" idi. Yüzünde Muhammedî nurun izleri vardı; mütebessim, mevzun (ölçülü), nurlu bir yüz. Onunla bir mekanı ve zamanı paylaştığınızda, o zaman ve mekan, sizin hayatınızda, mutluluk, heyecan ve kemal yolculuğunda ileri doğru atılmış bir adımın anıtı olurdu. Oradan mutlaka güzel duygular ve faydalı bilgilerle ayrılmış olurdunuz. Merhum bu güzelliği, bu kemali iyi bir aileye ve yüce bir civara (komşuluğa, çevreye) borçlu idi. Ailesi dindar ve ilim ehli bir ailedir. Ben babasını tanımadım, ama kendinin de sık sık andığı ve örnek edindiği amcası, kamil insan Hacıveyiszade Mustafa Efendi'yi tanımak, ondan bilgi ve feyiz almak mutluluğuna ulaştım. Mustafa Efendi Hocamızın merhum babaları Veyis (Üveys) Efendi hakkında da oğlundan ve çevresinden önemli şeyler öğrendim. Üveys Efendi'nin gece yarılarında uykusundan sıçrayarak uyandığını, eşinin "Hayırdır inşaallah Efendi, ne oldu?" sorusuna, "Mustafa beni geçiyor, Peygamberimizin huzurunda utandım" dediğini de bu yodan öğrendik. Ali Ulvî ağabey anlatmıştı, Mustafa Efendi Hocamız babasını anlatırken şöyle demişler: Oğlum babam gibi insanlar da doğrudur, biz de doğruyuz, ama onlar minare gibi, biz ise kavak gibi doğruyuz; minare asla eğilmez, kavak ise rüzgâr şiddetli estiğinde eğilir... İşte bu doğru (müstakıym) adamın direklerinden birini teşkil ettiği ailenin bir başka düzgün adamı da Ali Ulvi ağabeyin babası; çocukları iyi yetişsinler, nesli zayi olmasın diye Konya'dan o kutsal "civar"a, Medîne'ye göç ediyor. Ali Ulvi ağabey, aileden aldığı güzel mirası bu civar ile taçlandırıyor, Mescidünnebî'nin yanı başındaki kütüphanede yıllarını geçriyor, namazlarını Mescid'de kılıyor, orada oturan veya gelip giden sayısız alimden ilim ve feyiz alıyor, kütüphanedeki kitapları okuyor, okuyor... Merhum ile Medine'de bir iki kere görüştüm, sohbette bulundum, Türkiye'de bir Urfa seyahatimiz oldu, orada en büyük Sevgiliyi ve en kâmil örneği andık, İstanbul'da da birkaç kere görüştük. Bu beraberlikler benim için büyük nasip ve lutuf olmakla beraber onu yeterince tanımak için elbette kâfî değildir ve kendisiyle daha çok beraber olma lutfuna uğramış olanlar onu daha iyi anlatacaklardır. Ben burada, kısa da olsa paylaştığım zaman ve mekanlar ile okuduğum kitaplarına dayanarak onu, bir mürşid, bir şair, bir düşünür, bir dâva adamı olarak tanıtmaya çalışacağım. Sayıları azalan irşad neslinin son temsilcilerinden idi: Burada "irşad nesli" derken bugün insanımızın muhtaç olduğu ama sayıları gittikçe azalan bir "İslam âlimi" tipini kastediyorum. Bu âlimler yalnızca bilgi vermezler, eskilerin feyiz dedikleri bir manevî etki ile muhataplarını eğitirler, onlarda sağlam inanç, güzel ahlak, yüce duygu ve düşüncelerin oluşmasına katkıda bulunurlar. Bunu da hem kalleri (sözleri) hem de halleriyle yaparlar. Söze besmele ve hamdele ile başlarlar, Peygamberimizi yalnızca adıyla anmazlar (hatta adını söylemeyi bile edebe aykırı bilirler), O'nu andıklarında mutlaka salavât okurlar, sohbetlerini âyetlerle, hadislerle, büyüklerin sözleriyle (kelâm-ı kibâr ile), örnek insanların menakıbı (örnek hayat hikayeleri) ile süslerler, ibadet zamanı gelince, mescide gidilemeyecekse namazı cemaatle kıldırırlar, az güler, çok ağlarlar, neyi, nerede, nasıl söyleyeceklerini iyi bilirlerdi... Merhum, işte bu irşad neslinin son örneklerinden biri idi. Şâirdi: Ali Ulvî Kurucu, çok sevdiği ve örnek aldığı M. Akif vâdîsinde bir şairdi. Âkif gibi o da şiir sanatını, sanat yapmak için değil, bir ulvî gayeye hizmet etmek için kullanıyordu. Kullanıyordu, çünkü Kur'an-ı Kerim şiirin ve şairin iyisinden bahsediyordu ve Fahr-i âlem de şiir dinliyordu: Bütün insanlığa rehber olarak gönderilen Zat-ı kudsîsine en üstün ilimler verilen Fahr-i âlem bile dinlerdi ilâhî şiiri Çünkü her mısraı baştanbaşa Hakk'ın zikri Hak seven, hak gözeten şairi takdir ederim Böyle tarif ediyor şâiri Kur'an-ı Ker'im (İkbal'in Hayatı, s.19) Ona göre şairler -Kur'an'ın dediği gibi- iki çeşittir: "İlâhî tecellîlere erişmiş şairlerce hayat, bir takım nasipsizlerin dediği gibimechûle giden, ufku hicranlarla dolu, ümitsiz ve emelsiz bir yol değil, bilakis baharında hazan olmayan yemyeşil cennetlerin gül bahçelerine çıkan nurlu bir merdivendir:
Müslüman ırkıma Peygamberim açmış bu yolu Ufku güllerle, çiçeklerle, meleklerle dolu.
Onun dostlarından ve İslam insanının seçkin örneklerinden Ebü'l-Hasen Nedvî ile bir sohbetini aktarırken, İslam âlemine musallat olan küfrün baskısından müslümanları kurtarmanın tek yolunun islâmî uyanış olduğunu, bu uyanışta şiirin, şâir ve ediplerin misyonunu şöyle ifade ediyor: "Bu da, hız ve feyzini Allah ve Resulullah aşkından alan iman heyecanını, milletin ruhuna nakşetmekle olacaktır. Bunu da ancak, İslam dâvasına gönül vermiş olan edip ve şairler yapacaktır... İmanlı bir gönülden fışkıran alev bestesi bir mısrâ'ın, gönüllerde uyandırdığı heyecanı, iman ruhundan mahrum ciltler dolusu eser uyandıramıyor." (İkbal'in Hayatı, s. 13). İkbal'in şiirini anlatırken kendi şiir anlayışını da şöyle dile getirmiş oluyor: "Artık bu kadar derin bir kültüre, bu derece olgun bir iman şuurunasahip olan İkbal, pek tabiidir ki, solucanlar gibi toprak ve çamurlar içinde bocalayanbazı şair taslaklarınıno boğucu muhitine giremez, aşağılık seviyelerine inemez. O istiyordu ki, yüksek şiiri ilemuztarip insanlığı kutsi âlemlerin nurlu ufuklarına yükseltsin; insan cemiyetlerine kemal cemal âleminden kucak kucak huzur ve saadet, iman ve fazilet getirsin" (s. 17). Düşünürdü: Ali Ulvî Kurucu bir mütefekkirdir. İslam âleminin derlenip toparlanması, birleşmesi, İslam medeniyetinin yeniden inşası, bu yüce amaca ulaşmada dinin ve insanın rolü ve bu insanı yetiştirmenin yolu üzerinde dikkate değer düşünceşleri vardır: "İkbal, insanı insan eden cevhere sesleniyordu. Rönesanslar yapacak bir milletin fertlerinin de her şeyden evvel ruhlarının her türlü esaretten kurtulması lazımdır. Zira millet fertlerinin ruhlarına çöken gaflet kâbûsu ancak bu dalgalanan vecdin heyecanıyla silinebilirdi. İkbal, aynen bizim Âkif gibi, idealinin ruhu olan büyük aşkını sadece bugünkü neslin değil,yarınki nesillerin de ruhuna uygun "mükemmel insan" yetiştirme mektebi olarak hazırlıyordu." (s.11). Ona göre Batı, İslam âlemine hakim olmak için önce müslüman fertlerin psikolojilerine yönelmiş, milletine yabancılaştırdığı işbirlikçileri sayesinde müslümanların kimlik-kişilik şuur ve duygularını zayıflatmış, onlara aşağılık duygusu aşılamıştır. İmana saldırmayı meslek edinenler Hâlâ buna rağmen yine aydın geçinenler Asla bu asil millete önder olamazlar Fikrî kölelikten ebedî kurtulamazlar Bugün müslüman münevverlerin (başta şair ve ediplerin) yapmaları gereken şey, İslam iman ve medeniyetine dayanarak müslüman şahsiyetini yeniden inşa etmektir. İkbal, Elmalılı Hamdi Efendi gibi kendini iyi bilen, ötekini de hakkıyla öğrenmiş ve kavramış olan mütefekkirler bu inşanın mimarları olacaktır (s.20-21). Mütefekkirmize göre "Fransız Büyük İnkılabından sonra sinsi bir şekilde dünyanın dört köşesine yayılan dinsizlik ve din düşmanlığı cereyanı uzun yıllar insanlığabüyük zararlar vererek devam etti. ..Bu felaketlerinen fecilerinden birisi, tarihin uzun ömrü boyunca benzerine raslamadığı, insanlık için en korkunç bir tehlike olankomünizmdir. Binaenaleyh komünizmin en amansız düşmanları da dindarlardır. Zira komünizm mantarının kolayca başgöstereceğiçöplükler, din nurundan ve mukaddesat mefhumundan mahrum olan o, ufku boydanboya hüsran bulutlarıyla kapalı bulunan bedbaht ülkelerdir.Bugün bütün hür dünya bu derdi, devasıyla birlikte idrak etmiş bulunuyor... (Zulmeti Yıkan Nur, s. 5). Materyalizmin his ve fikirlerin, ruh ve vicdanların derinliklerinde açtığı yaraların ıztırabıyla kıvranan beşeriyetin bugün kendisini dinin o huzur ve saadet kaynağı olan müşfik kucağına atmanın ilâhî heyecanı ile çırpınmakta olduğunu görüyoruz... Mesela Avrupa ve Amerika'da dinden, ruhtan ve Allah'tan bahseden eserlerin sayısı günden güne çoğalmakta, muharrirler, edipler, şairler yazılarına dini bir veche vermekteler. Bugünkü Hristiyanlıkla tatmin olmayıp da hak ve hakikati arayanlar yüce dinimize ve bilhassaPeygamber Efendimize ait eserlerin mutalaasıyla İslamiyetle müşerref oluyorlar....Memleketimizde dini mevzularda yazılan eserlerin her gün daha ziyade kitap evlerinin vitrinlerini süslemekte olduğunu göğsümüz kabararak şükran hisleriyle görüyoruz..." (s.8-9). Birlik ve cihada devat ediyordu: Ali Ulvî Kurucu'ya göre hem bir ülkede yaşayan müminler hem de bütün İslam dünyası arasında birlik, güçlenmemizin, bağımsızlığımızın ve medeniyetimizi yeniden inşanın olmazsa olmaz şartları arasındadır. Dün olduğu gibi bugün de müslümanların bir medeniyyet dâvaları vardır, olmalıdır. İslam dünyasında birliğin, gücün ve yeni bir cihad hamlesinin rehberi olmak da Osmanlı'nın çocuklarına düşer. Aynı tezi savunanSenûsî'nin kitabını, Asırlar Boyunca Parlayan Nur adıyla tercüme etmesi de bu düşüncesine başka düşünürlerden destek arayışıdır. Birlik, cihad ve inşa konusundaki duygu ve düşünceleri şu mısralarında yıllarca yaşayacaktır: (Birlik) Kur'an bizi hep birliğe davet ediyorken Ayrılmanız İslam'a büyük darbe diyorken Sen ben diye bin parçaya ayrılmadayız biz Her çevresi düşmanla sarılmış adayız biz Birleşse eğer gayede ruh önderi erler Dâva o zaman bak ne takâmülle ilerler Ferd zümreyi temsil edecek hale gelince Dâvaya fedâ olmayı din borcu bilince Her müslümanın böyle geliştikçe şuuru Dünyalara tekrar yayacak dindeki nuru... (Medeniyet) Bir ülke cihad ruhunu Kur'an'da bulursa Ruh önderi Peygamber-i zî-şân'ım olursa Yüzyıllara hükmeyler ilâhî değeriyle Çağlar medeniyyetlerin en şâheseriyle... Her yükselişin tek yolu imanla ilimken Her sâhada hakim yaşamak hakkı bizimken Cehlin niye biz kapkara kâbûsuna daldık Öz cevherimizden nice yüzyıl geri kaldık Din çağlayanından hız alan hak medeniyyet Tûfan kesilen bâtılı altüst eder elbet... (Cihad) İslam'da cihad farzların üstündeki farzken Uğrunda savaşmak değil, ölmek bile azken İmanı kızıl tehlike tehdit ediyorken Bir kan seli halinde hız almış gidiyorken Her iş bityor sanma sakın nafilelerle Dâvayı yaşatmakta bütün hızla ilerle... (Osmanlı mirası) İman selinin çağlayışından hız alanlar Her yükselişin feyzini Kur'an'da bulanlar Fâtih'lerin imanına vâris çıkacaklar Yol vermeyen engelleri mutlak yıkacaklar Cihanı bayrağı altında toplayan devlet Fetihle koskoca tarihi dolduran millet Yavuz Selim gibi heybette bekliyor öncü Büyük hedeflere matûf asırlar aşma gücü Müceddid ve mütefekkir şairler halkasının son temsilcilerinden olan merhum hakkındaki yazımı/konuşmamı, onun aziz hatırasına armağan ettiğim şu şiirimle noktalamak istiyorum: Ali Ulvî Kurucu'nun Hatırasına Yarabbi, karanlık engin denizde Kaptansız, fenersiz bırakma bizi Vahdetin bir izi kalmadı bizde Bize rehber olsun Resûl'ün izi Resûl'ün müjdesi müceddidler var Nurunu taşırlar nesilden nesle Ümmet zayıf, mağlup, gülüyor ağyâr Silkinmek istiyor bir güçlü sesle Yûnus ve Mevlânâ ne güzel sesti Derinlere çekti satıhtan bizi Nice sular aktı, rüzgârlar esti Yâdelde yitirdik biz kendimizi Âkif "Korkma sönmez..." derken ocakta Hindistan'da İkbal "Uyan" diyordu Ârif Nihat, Ali Ulvî kucakta Bayrağa bir hilal indiriyordu Işığı Doğu'dan getiren nâsir "Büyük Doğu" büyük diyen bir şâir Diriliş şâiri, olsa da nadir Ümmet şairinden mahrum değildir Erlerin himmeti dağları yıkar Kafa ve gönülde inkılâb olur Onlar gönülleri nurunla yıkar Çeşmelerden akan zülâl âb olur Şiirde, nesirde ve düşüncede Yağmur verAllah'ım, müceddidler ver Durmayıp koşalım gündüz gecede Rabbim nurdan mahrumkalmasın bir yer
(Merhumun anma gününde yazılmıştı)
5-3-2003, İst.
Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.
|