HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


Hangisinin İslâm Anlayışı?
Türk Cumhuriyetlerinden birinde büyükçe bir alışveriş merkezinde gezerken altmış yaşlarında, köse sakallı, ince deriden yapılmış çizmeli, hırkalı tipik bir Kırgız Türkü gördüm, kendisine selâm verdim, Türkiye'den geldiğimi söyledim, hemen aramızda bir sıcaklık oluştu, konuşmaya başladık, yanımdaki arkadaşıma "Biz konuşurken bir fotoğrafımızı çek" dedim, arkadaş fotoğrafı çekerken muhatabım bunu farketti, büyük bir hışımla arkadaşıma hücûm etti, onu engelledi ve bana nefret dolu bir bakış fırlattıktan sonra çekip gitti. Bu fotoğraf karşıtlığını oralarda, az çok dînine bağlı birçok yaşlı adamda gördüm.
Birkaç hafta önce Rotterdam'daydım. Orada bir öğretim kurumunun açılışı yapılacaktı. Programı hazırlayanlar, konuşmalardan sonra musikî eşliğinde bir de ikramda bulunalım diye düşünmüşlerdi. Bunu haber alan ve orada kendilerine "selefîler" denilen, çeşitli milletlere mensup (Türk olanlar da var) bir gurup, programdam musikî kaldırılmazsa açılışa gelişmeyeceklerini bildirmişler, ilgililer de orta yolu bularak yalnızca tef ile söylenecek birkaç ilâhî ve kasideyle yetinmişlerdi.
Hollanda'da doğup büyümüş bir Türk müslüman genç, dindar bir müslüman olan eşi ile, musikî dinleme yüzünden ihtilâf hâlinde olduklarını, bu ihtilâfın mutluluklarını gölgelediğini, kendisinin, oradaki selefîler tarafından hazırlanan bir küçük kitapta, hadîslere dayanılarak verilen bilgiden "musikînin haram olduğu sonucunu çıkardığı için" musikiye karşı olduğunu, eşinin ise böyle düşünmediğini söyleyerek benden fetvâ talep etmişti. Ben kendisine özetle şunları söyledim: Bir din hükmü ve bilgisine iki yoldan ulaşılır: a) İctihad; yani vahiy kaynakları üzerinde düşünerek, yorum yaparak. b) Bir bilene sorarak, bir âlimden fetvâ alarak. Siz ikiniz de ictihad yapacak seviyede olmadığınıza göre bir bilene sormanız, bilenleri okumanız gerekir. Diyelim ki eşiniz, "Musikî esasen mübahtır" diyen Gazzâlî'yi veya "Musikiyi haram kılan hiçbir sahih hadîs yoktur" diyen Şevkânî'yi okudu, bunlara dayalı bir fetvâ aldı, siz de "Haramdır" diyen mezheplerden veya selefîlerden fetvâ aldınız. Bu durumda biriniz diğerinize aldığınız fetvâyı dayatamazsınız, kendi taklit tercihinizi diğerinin de kabûlü için baskı yapamazsınız, diğeri farklı bir fetvâ aldığı ve mübah olduğuna inandığı için ona karşı "nehyi ani'l-münker: dince yasak olan bir şeyi engelleme çabası" yapamazsınız, siz dinlemeyin, o dinlesin...
Afganistan'da Taliban, kısmen hanefî, kısmen de selefî bir yol takip ediyor; hanefî mezhebinde de tecdid, tahric yapmak yerine eski hükümleri/ictihadları aynen tekrarlayıp uyguluyor. Bu tutumun sonucu ortada. Sudan'da -televizyondan takip ediyorum- uygun biçimde giyinmiş (tenlerini göstermeyecek ve vücut çizgilerini belli etmeyecek ölçülerde, siyah değil, çeşitli renklerde) giyinmiş bayanlar hava durumunu anlatıyor, haberleri veriyor, hattâ mahallî/yerli musikî icrâ ediyorlar. Bir âlim konuşma yapıyor, konuşmasının konusu "İslâm'da estetik". Kur'an'ın dilinden ve üslûbundan yola çıkarak İslâm'ın san'ata, güzelliğe karşı olmadığını, müslümanların da estetik zevke ve çeşitli san'atlara yabancı olmadıklarını anlatıyor.
Bazı İslâm ülkelerinde yöneticiler, üstelik kendi din ve mezheplerinden olan muhalifleri en acımasız yol ve yöntemlerle imha etme yoluınu seçerken ve bunu da aldıkları fetvâlara dayandırırken, Sudan'da Hasan Türâbî gibi düşünenler, putperest azınlıkla savaşmak ve onları yok etmeye çalışmak yerine, ortak çıkarlardan ve taleplerden yola çıkarak birlikte, adâlet, barış ve düzen içinde yaşamayı sağlayacak bir model arayışını tercih ediyorlar.
İnsan hem yaşadığı ülkede hem de bütün İslâm dünyasında "İslâmî düzen" için mücadele eden (ettiklerini söyleyen) guruplara bakınca "Bunların hangisine göre? Ya bu değil de şu olursa müslümanların ve diğerlerinin hâli nice olur?" demekten kendini alamıyor.
İslâmî düzen için mücadele verdiğini söyleyenlerin öncelikle ictihad derecesinde ilim sahiplerine teslim olmaları gerekir. Bu ilim sahiplerinin de, mümkünse İslâm dünyasının tamamını kapsayan iştiraklerle bir araya gelmeleri, bir danışma meclisi oluşturmaları, önemli ve -genel uygulama bakımından- bağlayıcı dînî hüküm ve fetvâların buradan çıkması kaçınılmaz hâle gelmiştir. Aksi hâlde mücadele gurupları birbirini yemekten başka bir iş görmeye fırsat bulamayacaklardır.
Endülüs-İşbiliyye (Sevilla)'dan büyük mâlikî fıkıhçısı Ebû Bekir İbnu'l-Arabî'nin (v. 543/1148) bir hatırası konumuzla yakından ilgili olup, belli bir İslâm anlayış, yorum ve mezhebi üzerinde taassup göstermenin, onu dinle aynılaştırmanın geçmiş zamanlarda da hangi boyutlara vardığını göstermesi bakımından önemlidir. Kendi dilinden olay şöyle:
Sahildedeki sınır gözetleme noktalarından birne yakın olan ve benim ders verdiğim mescide, hocam el-Fihrî gelmişti, kendisi İmam Mâlik ve Şafiî'nin mezhebine uygun olarak rükûa giderken ve kalkınca ellerini kaldırırdı. Ben hava sıcak olduğu için arkada, bir pencere kenarında otumuştum, hocam ön safa geçti, namaza (tahiyyetü'l-mescid olmalı) durdu, aynı safta deniz kuvvetleri komutanı da oturmuş namaz vaktini bekliyordu, hocamın namazda ellerini kaldırdığını görünce adamlarına, "Şu doğuluya bakın, bizim mescidimize nasıl girer, derhal onu öldürün ve sizi kimse görmeden denize atın" diye bağırdı. Korkudan kalbim yerinden çıkayazdı, hemen komutanın yanına gelerek. "Bu zat zamanımızın büyük bir fıkıh âlimidir, ne yapıyorsunuz!" dedim. "Öyle ise niçin ellerini kaldırıyor?" diye sordu, "Hz. Peygamber de (s.a.v.) böyle yapıyordu, Medînelilerin rivâyetine göre İmam Mâlik'in mezhebine göre de böyledir..." diyerek onları yatıştırmaya çalıştım, nihayet hocam namazı bitirdi. Onu alıp evimize götürdüm, benzimin sararmış olduğunu görünce "Ne oldu?" dedi, ben de olup biteni anlattım, "Keşke bir Peygamber sünnetini uygulama sebebiyle öldürülsem!" dedi, ben, "Buna sizin için helâl olmaz, böyle yaptığınız takdirde sizi öldürecekleri kesin olan bir topluluk yanında bunu yapamazsınız..." dedim ve sözü değiştirip başka konulara girdik (Ahkâmu'l-Kur'an, IV, 1912).


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Makale
Sonraki Makale
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Makale Sonraki Makale İçindekiler