HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


IV
Din, siyaset, rejim, gruplar

DİNİN GELECEĞİ
Din
Dinin özü ve işlevi ile ilgili açıklamalar ve tanımlar, bunları yapan şahısların içinde bulundukları etki alanınına (felsefe, inanç, önkabuller, dünya görüşü, açıklama modeli, paradigmalar) ve açıklama konusu olan dine ve dinlere göre farklı olmuştur. İslâm'a göre din (ed-Dîn) birdir, kaynağı Allah'tır, bilgi iletişim yolu vahiydir, bu bilgiyi alanlar peygamberlerdir, özü değişmez; değişen, bu özün insanlar tarafından anlaşılması, benimsenmesi ve yaşanması için gerekli olan araçlar ve pratiklerdir. Bu dinin dışında kalan ve onun yerini tutan diğer inançlar hak din (ed-Dîn) olmayıp uydurma, batıl, aslından sapmış yollardır; bu mânada dinlerdir.
Sağlam, gerçek, yönlendirici ilâhî yapı olan din (ed-dînu'l-kayyim) insan fıtratıdır; insanda yaratılıştan var olan özellikler ve ihtiyaçların gereğidir, fıtratla örtüşmektedir, o insansız, insan onsuz -fıtratına uygun bir oluşta- olamaz. "Başkasına sapmadan kendini hak dîne yönelt; o fıtrata ki, Allah insanları ona göre yaratmıştır, Allah'ın yaratmasında değişme yoktur, o sağlam rehber olan dindir, fakat insanların çoğu bilmezler" (Rûm: 30/30) mealindeki âyete göre Peygamber ve inanlar o dine yönelmeli, onu benimseyip hayatlarını ona göre yaşamalıdırlar. Çünkü Büyük Yaratıcı insanları ona göre, onu yaşamak ve bu sayede tekâmül ederek yaratılış amaçlarını gerçekleştirmek üzere yaratmıştır. Hak dinden başka inançlar, onun yerine konan dinler ve inançsızlık/dinsizlik insanların fıtratlarına ters düşer. Bunlar, insanların madde ve toprak olan unsurlarının gereği olan arzu, istek ve ihtiraslarının din veya dinsizlik şeklini almış görüntüleridir, bunlara (maddî, biyolojik unsura) hizmet ederek manevî unsuru (ruhu, kalbi) köreltir, tekâmülü engeller, insanı aşağılara (esfel-i sâfilîne) çeker, çamura mahkûm ederler.
İnsanların ortak amacı mutluluktur. Mutluluğa ne mâna verilirse verilsin, insanın hem maddî hem manevî (hem bedene hem ruha ait) ihtiyaçları karşılanmadıkça mutlu olması mümkün değildir. Bu ihtiyaçların karşılanması ancak bir cemaat ve cemiyet içinde mümkün olmakta, topluluğun devamı ve işlevini yerine getirebilmesi de bir düzene (kurallara, kanunlara, kurumlara) muhtaç bulunmaktadır. Düzenlerin temelinde inançlar ve felsefeler vardır; başka bir deyişle her düzen bir temel inanca ve düşünceye dayanmaktadır. İlk insandan beri Allah tarafından verilmiş bulunan hak din, işte bu düzeni (gerçeğe ve gerçek inancı, insanın yaratılışına uygun düzeni) getirmektedir.

Dinin geleceği
Dinin geleceği üzerinde -bilime bağlı- tahmin yürütürken en sağlıklı yöntem, dinin geçmişine, insanla ilişkisine ve insanın kendine yeterliği problemine bakmaktır.
1. İnsanlık tarihine bakıldığında ilkelinden medenîsine bütün dönemlerde ve devirlerde dinin mevcut olduğu, insanların hak veya batıl bir dine inandıkları ve farklı ölçü ve şekillerde de olsa onu hayatlarına soktukları görülmektedir. İlkel insanda olduğu gibi medenî insanın da hayatında dinin bulunması, cahil ve avam takımında olduğu kadar âlim ve havas takımında da dindarlığın var olması, üzerinde önemle durulması gereken bir olgudur.
2. İlkel olsun, medenî olsun insanda maddî ve manevî olarak ikiye ayrılması mümkün olan ihtiyaçlar vardır. Bitki ve hayvan nevilerinin maddî ihtiyaçları sağlandığında, varlık ve sağlıkları devam eder ve kendilerinden bekleneni verirler. İnsan ise bitki ve hayvanların ihtiyaçlarına ortak olduğu gibi onları aşan ve yalnız kendi nevinde bulunan ihtiyaçların da muhtacıdır. Kendisiyle devamlı ilgilenen ve hayat yoluna ışık tutan bir Allah'a inanma ve O'na tapınma ihtiyacı, manevî ihtiyaçların başında gelmektedir. Kur'ân-ı Kerim, daha insanlar yaratılıp bu dünya hayatları başlamadan önce Allah Teâlâ'nın, onlara ait özleri (zürriyetlerini) huzuruna alıp "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunu, onların da "Evet, Rabbimizsin" cevabını verdiklerini bildirerek ezelde vâkî olan bu sözleşmenin (ahit, mîsak) din duygusu ve inanma ihtiyacı olarak insan fıtratında var olduğuna, din duygusu ve ihtiyacının fıtratın gereği bulunduğuna işaret etmektedir. İnsanların pek çoğu bu ihtiyaçları gerçek mânada ve yeterli ölçüde tatmin edilmediğinde bunalıma düşmekte, en azından mutlu olamamaktadırlar. Farazi olarak bunalım ve mutsuzluk sözkonusu olmasa bile insana mahsus tekâmül yolculuğu güdük ve eksik kalmakta, eşi bulunmaz ömür sermayesi değerliye değil, değersize ve geçici (fani) olana sarfedilmektedir.
3. İnsan aklı, insanın bilgi kapasitesi bütün varlığı, farklı bilgi kapasitelerine göre bilinmesi mümkün olan her şeyi bilmeye yeterli midir? Bu soruya dinlerin, iman ehlinin ve dindarların verdiği cevap "Hayır, yeterli değildir, insanın bilgi kapasitesini aşan alanlarda aşkın bir kaynaktan gelecek bilgiye, irşad ve hidayete ihtiyaç vardır..." şeklinde olmuştur. Kant, metafiziği inkâr etmek yerine, insandaki bilgi kapasitesinin dışında kaldığını ifade ederken, Viyana okulu gibi neo-marksistler, bilinemeyenin yok ve saçma olduğunu ileri sürmüşler, aydınlanma dönemi konuyu, "dini toplum hayatının dışına atmak, insanın bilmek ve yaşamak için dine muhtaç olmadığını, beşerî aklın ve bilgi kabiliyetinin insana yeterli bulunduğunu ilan etmek suretiyle" kendince çözüme bağlamıştır. Post-modern dönemin düşünürleri rasyonalizm ve aydınlanmanın bilgiç ve dik başlı tavrına karşı çıkmışlar, insanın bilemediği şeylerin ve çözüme kavuşturamadığı problemlerin varlığından söz etmişler, ancak bilmek ve çözmek için dine dönmemişler, bir yol ve yöntem de sunamamışlardır.
İnsanların dün bilemedikleri ve bu sebeple yok saydıkları/sandıkları birçok şeyin bugün bilinir hale geldiği ve insan hayatına girdiği düşünülürse "bilinmeyeni yok sayma" düşünce ve yaklaşımının tutarsız olduğu ortaya çıkar. Varlığı "bilimsel" olmayan yollardan bilinen, bilimsel metodlarla isbat ve deney alanına sokulamayan metafizik varlıklar gözönüne alındığında ileriye dönük beşerî-ilmî buluşların ve bilişlerin ötesinde kalacak hakikatlerin ve varlıkların olduğunu kabul etmek gerekecektir. Konu yalnızca bilgi ile de sınırlı değildir. Sosyal hayatın sağlıklı, fıtrata uygun ve olabildiğince insana mutluluk sağlayacak bir şekilde/düzende yürüyebilmesi için de aşkın bir irşada ve hidayet kaynağına, insan aklını test eden ve ihtiraslarını kontrol eden bir üst mizana ihtiyaç vardır. Kur'ân-ı Kerim'in deyişiyle "Hayır, insan kendini kendine yeterli sandığı için başkaldırıp sınırları çiğner; Rabbine dönmek (O'nun irşadına başvurmak) kaçınılmazdır" (Alak: 96/6-8).
Bu üç noktadan dinin geleceğine bakıldığında insanlar bu fıtratlarıyla var oldukları müddetçe dinin de varolacağını söylemek akla ve bilime ters düşmez. A. Comte "insan fıtratı" unsurunu ihmal ederek meseleye yalnızca bilgi ve aydınlanma açısından bakmış, bilimin hakim olmasıyla geleneksel dinin ortadan kalkacağı kehanetinde bulunmuştu; bu kehanet tutmadı. Halk ve aydınların önemli kısmı bir yana mucitler, kâşifler ve Nobel ödüllüler arasında bile dindarların bulunduğu bir gerçektir. "Medeniyetin sonu" tezi de -dinin toplum hayatından çıkacağı kısmı bakımından- tutmayacaktır; çünkü Batı'da dinin hayata dönmesinden, "Tanrının İntikamı"ndan söz edilmektedir. Batı uygarlığı ve toplumları dini birey düzeyine indirmişlerse de dinin toplumsal gerçekliğini ortadan kaldıramamışlardır. "Modern dinin bireysel bir din olduğunu ileri sürenlere karşı yukarıda sözünü ettiğimiz yeni sosyal ve dinî hareketlerden anlaşıldığı kadarıyla hiç de öyle olmadığı görülmektedir. Modern dindeki bireyin aksine Evrensel ve Yüksek Tipli Dinler'in yücelttiği birey, bir kütleyi oluşturan atomlar ya da bilinçsiz bir kitleyi (yığını) oluşturan lanetlenmiş tek başına bireyler değil, içlerinde taşıdıkları tanrısal ruhu, aynı ruhu taşıyan başka ruhlarla tanıştırmak suretiyle yetkinleştirmek süreci denilen -bireyselleşme değil- bireyleşme yolundaki bireylerdir. Dolayısıyla bu amaçla din, yoğun olarak bireysel ve kişisel, kaçınılmaz olarak da toplumsal bir gerçektir." (Ali Coşkun, Bilgi ve Hikmet, 95, s.47).
"Dine dayalı medeniyet ve kültürlerin çatışması" tezine karşı da "dinlerin özde birliği" tezi vardır ve dinler arası diyalog çağrıları yapılmaktadır.

Sonuç
İnsan, fıtratını değiştirmedikçe -ki Allah bunun değişmeyeceğini bildiriyor ve asırlar boyu da değişmedi- dine olan ihtiyacı devam edecektir. Rönesans, reform ve aydınlanma fırtınaları yalnızca dinin üstündeki külleri ve tortuları atmış, halis dinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Çağın uygarlığı içinde din, dimdik ayaktadır. İnsanlar birey, topluluklar ve toplumlar olarak akıl ve bilgileriyle hayatı sürdürürken çok önemli hatalara düşmüşler, yeri doldurulamaz maddî ve manevî kayıplar vermişlerdir. Ne tek başına akıl ve beşerî bilgi, ne de bunlara arkasını dönen din insanlara mutluluk getirebilecektir. İnsanlar mutluluk peşinde koştukça dini bir güneş gibi sağ ellerinde, aklı ve bilimi da bir ay ve yıldızlar gibi sol ellerinde tutmak durumundadır. İnsan evreni ne güneşsiz olacaktır, ne de aysız ve yıldızsız.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Makale
Sonraki Makale
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Makale Sonraki Makale İçindekiler