HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


İmam-Hatipler - 1
Türkiye'de 1950'den itibaren geçilen çok partili sistemin millî eğitime yansıyan en önemli tasarrufu, o zamanki adlarıyla İmam-Hatip Okulları olmuştur. Bu tasarrufun da baş sebebi, halktan oy alarak iktidara gelmek isteyen partilerin, halkın bu mevzudaki ısrarlı taleplerini karşılamak mecburiyetinde kalmalarıdır. Bu okullar böylesine bir gerilimin ve asılmanın meyvası olduğu içindir ki, başından beri iki tarafın farklı amaçlarının çatışma noktasında kalmış, birbirine zıt istek, tasarruf ve oyunların meydanı olmuştur. Müslüman halk bu okulları, ileride ister bir iş ve meslek tutmak istesin, ister yüksek tahsil yapsın çocuklarının, millî ve manevi değerlerini kaybetmeden orta öğrenimlerini yapabilecekleri okullar olarak görmüşlerdir. Halka rağmen onları yönetmek isteyen, öz kültürüne yabancılaşmış, iktidar hırsıyla dini istismar eden, fakat onu geliştirmeyi ve yaşamayı istemeyen hakim azınlık ise bu okullara hep menfi bakmıştır. Onlara göre İmam-Hatip Liseleri aslında olmaması gereken, demokrasinin başlarına bela ettiği, hiç olmazsa sayıları ve fonksiyonları sınırlı tutulması icabeden okullardır; çünkü buralarda yetişenler, ferdî ve sosyal hayatlarında dini uygulayan ve uygulamak isteyen, dine dayalı sosyal talepler oluşturan kimseler olmakta, siyasî yelpazede genellikle sağda ve İslâmî kesim içinde yer almakta, onların sayılarını ve oylarını arttırmaktadırlar.
İşte bu karşı taraf amaçlarına ulaşabilmek için kim bilir kaç kere İmam-Hatip Liselerini azaltma, budama, sınırlama teşebbüslerine girişmişlerdir; kimi zaman orta kısmını kapatmışlar, genellikle yenilerinin açılmasının karşısında olmuşlar (hâlâ binası tamamlanmış ve açılma bekleyen birçok okul vardır, ayrıca bir yerleşim merkezinde belli bir nüfus bulunmadan İmam-Hatip açılmaz ve açılan yerlerde de ancak bir okul açılır...), kimi zaman da mezunlarının gidebileceği yüksek öğrenimi sınırlamışlar, onları din görevliliği mesleğine ve dinî yüksek öğrenime hapsetmek istemişlerdir.
İmam-Hatip Liselerinde okuyan ve buradan mezun olan gençler anarşist olsalar, aylak olsalar, bu okullar diğer liselerden geride olsa, devlete aşırı yük getirse... mezkûr tasarruflar ve istekler karşısında insanın canı yanmaz; gel gör ki, İmam-Hatipliler bilgi yarışmalarında, münazaralarda, üniversiteye giriş imtihanlarında diğer lise mezunlarından hiç de geride değiller. Önemli bir kısmı mesleğe yönelmiştir, ülkenin birlik, beraberlik, asayiş, kalkınma, ahlâkî davranış ihtiyaçlarına önemli katkıları vardır, liseden sonra -ilahiyat dışında- yüksek tahsil yapanlar, intisap ettikleri her alanda diğer kardeşlerinden ve meslektaşlarından geri kalmamış, onlarla uyum içinde işlerini başarı ile yürütmüşlerdir, yürütmektedirler. Bütün bunlar birer gerçek olduğu ve istatistiklerle sabit bulunduğu halde bu okullara kıyma isteği ideolojik taassuptan başka hiçbir sebebe dayanmamaktadır. Bu taassubun tahrik ettiği sözde aydınlar şimdi de İmam-Hatip Liselerinin orta kısmını, dokuz yıllık mecburi temel öğretim bahanesiyle kaldırmak, mesleğe (İmam-Hatip Liselerine) iki yıl ayırmak, mezunlarının yalnızca İmam-Hatip olmalarını sağlamak ve İlahiyat Fakülteleri dışında bir fakülte veya yüksek okulda yüksek tahsil yapmalarına engel olmak istemekte, 15. Millî Eğitim Şurası'nda bunu tezgahlamayı planlamaktadırlar.
İmam-Hatip Liselerini seven, çocuklarını bu okullara gönderen, mezunlarının ülke için faydalı olduğuna inanan, bu yüzden okulların mevcut statüsü içinde (hem mesleğe, hem yüksek öğrenime eleman yetiştiren orta öğretim kurumları olarak) devamını isteyen milyonlar, bu olumsuz tasarruflara asla razı olmayacak ve imkan vermeyeceklerdir. Aklı başında ve sorumluluğunu müdrik yöneticilerin, ilgililerin yapmaları gereken, halka kulak vererek bu okulları iyileştirmek, sayılarını talebe uygun hale getirmek, halkın mevcut ve istekli katkılarından yararlanarak ülkemizde orta öğrenim görmüş insan sayısını arttırmaktır. Bu okulları iki kademe olarak planlamak, birinci kademesini (İmam-Hatip Liselerinin bünyesindeki orta okulları, orta kısmı), mecburi (sekiz veya dokuz yıllık) temel öğretimin ikinci kademesi olarak kabul etmek, ikinci kademesini (İmam-Hatip Liselerini) ise hem mesleğe, hem de yüksek öğrenime eleman hazırlayan okullar olarak muhafaza etmektir. Böyle bir düzenleme hem mecburi ilk öğretimi uzatma isteğine aykırı değildir, buna ulaşmamıza yardım eder, hem de halkın meşrû, haklı, ısrarlı isteklerine cevap vermiş olur.
İmam-Hatip Liselerine yapılmak istenenler karşısında aydınlarımızı ve yöneticilerimizi, memleket ve halk sevgisi ile demokrasi imtihanına çağırıyoruz.


İmam-Hatipler - 2
İmam-Hatip Liseleri kırk yılı aşkın bir zamandan beri eğitim ve öğretim veren, T.C. Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı, hem mesleğe, hem de yüksek öğrenime eleman yetiştiren orta öğretim okullarıdır. Bu okullar ilk açıldığında yalnızca meslek adamı yetiştirsin diye düşünülmüş olmalı ki, birinci mezunlarını İlahiyat Fakültesine dahi almadılar ve doğrudan meslek icrasına (Diyanet kadrolarında din hizmetlerine) sevkettiler. Şüphesiz bu düşünce ve tutum, milletine yabancılaşmış bazı siyasîler ile yüksek bürokratlara aitti. Halk ve onlardan kopmamış bulunan aydınlar bu "demokrasiye, insan haklarına ve eğitim-öğretim ilkelerine aykırı" icraatı kabul etmediler. Karşılıklı mücadele yıllar içinde şu sonuçları getirdi: Önce 1959 da Yüksek İslâm Enstitülerini açarak İmam-Hatip mezunlarını yalnızca buraya aldılar. İlahiyat dahil başka yerlerde yüksek öğrenim almak isteyen İmam-Hatiplileri dışardan imtihan vererek normal liseyi bitirmek mecburiyetinde bıraktılar. Sonra millî eğitimle ilgili yeni kanunlar çıkarılırken, diğer meslek liseleriyle beraber İmam-Hatip Okullarını da "hem mesleğe, hem de yüksek öğrenime eleman hazırlayan liseler" statüsüne soktular. Artık bu liseler bir yandan kabiliyeti ve arzusu olanları din görevlisi olarak yetiştiriyor, kabiliyeti yahut da arzusu olmayanları ise yüksek öğrenime hazırlamış oluyordu. Halkın rağbeti ve siyasîlerin de menfaatleri icabı bu rağbeti görmeleri sebebiyle İmam-Hatiplerin sayısı durmadan artıyor, önemli sayıda mezun çeşitli yüksek öğretim kurumlarında okuyarak mezun oluyor ve birçok ilim ve meslek dalında memleketin hizmeti ordusuna katılıyordu.
Yabancılaşmış, at gözlüklü aydınlar (aydınlarımızın bir kısmı) halkın İmam-Hatiplere rağbetini daima yanlış değerlendirdiler, hiçbiri bunu imana ve farklı dünya görüşüne bağlamaya, manevi değerlerimize cephe almış baskıcı yönetimlerin kıskacında bunalmış halkın tepkisini sebep olarak değerlendirmeye yanaşmadılar. Batıdan aktardıkları, ne kadarının toplumumuza uyduğunu test etmedikleri sosyolojik analizlere dayanarak bu rağbeti üretim biçimine, çarpık şehirleşmeye, kimlik arayışına ve yoksul tesellisine bağladılar. Gerekli siyasî, sosyal ve ekonomik tedbirler alındığı ve reformlar yapıldığı takdirde halkın ekonomik durumu düzelince bu hastalığın da (!) geçeceğini söylemekten, yazmaktan usanmadılar. Halbuki buna benzer okulların açılması isteği halkımızdan, hür dünyanın baskısı ile Türkiye'de çok partili demokrasiye geçme hareketinin başladığı 1940'lı yılların sonlarına doğru gelmeye başlamıştı. O zamanın sosyo-ekonomik şartları şimdikinden çok değişikti ve yoğun şehirleşme olayı da yoktu. Bu arzu, halkımızın, bin yıldan fazla bir zamandan beri geçmişinden devralıp geldiği millî ve manevi değerlerinden, imanından, dünya görüşünden geliyordu. Bunları silmek, yok etmek, bâtınınki ile değiştirmek isteyenlere karşı bir direnişti. Halkımız yenileşmeyi, değişmeyi, gelişmeyi, onların deyişi ile "gavurdan" güçlü olmayı istiyordu, asla gerici, ilkel ve yobaz değildi, ancak bu hamleyi kendi değerleri, öz kültürü ve medeniyeti içinde gerçekleştirmek istiyordu. Onun imanında ve tarih hafızasında kurduğunu; sulh, adalet ve insan hakları için cihan hakimiyeti mefkûresine oynadıklarını biliyordu; dün olan bugün niçin olmasındı. Olmuyorsa bu işte bir terslik vardı ve bu terslik kendilerine teslim oldukları yönetici ve aydınlardan geliyordu. Resmi tarih milletin yaşını bir asırdan aza indirdiği, geri kalanını adeta yabancı saydığı gibi millî eğitim de millî aydınlar ve yöneticiler yetiştirmekten uzak bulunuyordu.
İşte bu düşünce ve değerlendirmeler halkı, yeni bir eğitim-öğretim anlayışına ve bu anlayışı gerçekleştireceğini umdukları İmam-Hatip Okullarına yöneltti. Bu okullar kuruldukları günden itibaren üç farklı beklentinin baskısı altında kaldılar: Halk kurtarıcısını bu okullardan bekliyordu, batıcı ve batılılaşmış aydınlar bu okulların ülkeyi geriye götüreceğinden, şeriatı getireceğinden, Ortaçağ zihniyetini hortlatacağından korkuyorlardı. Bazı dinî çevreler de bu okullardan reformcu din adamlarının yetişeceğini, bunların dini çağa uyduracaklarını ve bozacaklarını (dini mihraptan yıkacaklarını) ileri sürüyorlardı. Her üç baskı ve beklenti, küçük yumuşamalarla beraber hâlâ devam etmektedir.
Dinin etkisini sosyal hayatın bütün alanlarından çekip kişi vicdanına hapsetmek isteyenler (böyle bir şeyin mümkün olduğunu zannedenler) İmam-Hatip Liselerini de yalnızca imam yetiştiren okullar haline getirmek istiyorlar. "Bunlar camide oldukları sürece zararları sınırlı olur, parlementodan vilayete, emniyetten orduya kadar bütün kademelere yayılan İmam-Hatipler ise bizi korktuğumuza uğratırlar" diyorlar. İşte bu korkudan (vehimden) kaynaklanan arzularını gerçekleştirmek için yıllardan beri çeşitli tedbirlere başvurdular: Önce orta kısmını kapattılar, buna karşı direnme ile karşılaşınca mezunların gidebilecekleri yüksek öğretim kurumlarını sınırlama yoluna girdiler. Her fırsatta bu okulların sayısını azaltma teklifinde bulundular. En son olarak da sekiz yıllık ilköğretim projesini devreye soktular; daha doğrusu bütün dünyada uygulanan bu projeyi Türkiye'ye sokarken bu arada İmam-Hatip Liselerinin orta kısmını ortadan kaldırmanın yolunu bulur gibi oldular. Şimdi mücadele bu noktada cereyan ediyor. Bütün ilköğretim okullarını, aynı zamanda İmam-Hatip Liselerine öğrenci yetiştiren okullar haline getirmedikçe bunda da muvaffak olamayacaklardır.
Son cümle ile çözüm tartışmasına girmiş olduk. Nüfusunun yüzde doksan dokuzu müslüman olan bir ülkede, her şeyden önce millî birlik ve bütünlüğü sağlamak için -bir kültür unsuru olarak tıpkı Türkçe gibi- İslâm din bilgisinin de en az lise sonuna kadar bütün öğrencilere verilmesinde zaruret vardır. Halkın büyük bir kısmı bunu istediğine göre (her zaman bir referandum yapılarak bu istek tesbit edilebilir) bunun demokrasiye uygunluğu ortadadır. Bilgi vermek dine çağırmak veya dini dayatmak demek olmadığından bunun laikliğe aykırı bir yanı da yoktur.
Bütün ülkede orta okullar kaldırılacak, sekiz yıllık ilköğretim okullarına geçilecekse bu okullara çok az sayıda ortak ders (türkçe, matematik, sosyal bilgiler) yanında seçmeli dersler konmalıdır. Bu seçmeli dersler içinde arapça ve Kur'an-ı Kerim dersleri de olmalıdır. Öğrencilerin eğilim ve kabiliyetleri, öğretmenlerin tavsiyeleri ve velilerin istekleri doğrultusunda öğrenciler seçmeli dersleri de alıp okuyabilmeli, ilköğretim okulundan mezun olanlar, gerekli altyapıyı almış olarak istediği liseyi seçebilmeli ve öğrenimini burada sürdürmelidir. Seçtiği lise hangisi olursa olsun buradan mezun olduktan sonra isterse mesleğe geçmeli, istemezse -imtihanını kazandığı takdirde- dilediği dalda yüksek öğrenime geçebilmelidir. Bu tekliflerimiz demokrasi, laiklik ve insan haklarının gerekleridir; aksine kararlar ve uygulamalar ise bu ilkelere aykırıdır. Aykırı gidişler, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da yalnızca tepki, sertlik ve ayrılık getirir.
İmam-Hatipliler bu ülkede kırk yıldan beri okuyor, mezun oluyor ve görev yapıyorlar. Eğitim ve öğretim seviyeleri diğer okullarımızdan mezun olanlardan aşağı olmadığı gibi suç işleme oranları da onlardan daha yüksek değildir, aksine sıfıra yakındır. Ülkeyi geriye götürmemiş, medenileşmeye, gelişmeye karşı çıkmamışlardır. Maddeye tapış yüzünden krize düşmüş dünyada örnek bir insan hayatı projesi sunmanın gayreti içindedirler; bu projenin içinde düşünce, din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere diğer insan hakları, insanın aşkın boyutunun geliştirilmesi, yalnızca insana mahsus bulunan ahlakın toplum hayatına avdet etmesi... vardır.
Hülasa, korkular varsa bunu gidermenin yolu baskı ve dayatma değildir, birbirini dinleme, anlama, hoşgörme ve alış-veriştir.


İmam-Hatipler - 3
Cumhuriyet devrimi kültür, medeniyet ve bu meyanda insan ve toplum modeli olarak Batı'yı hedef almış, kendi insanını bu modele göre çağdaşlaştırmak üzere yola çıkmıştır. Çağdaş Batı medeniyetinin ilahlarından biri ilerlemedir. Batı'da din, ilerlemeye engel görülmüş ve Aydınlanma dönemi sonrasında fiilen hayatın dışına atılmıştır. Bizim devrimciler de aynı yolu izlemiş, laiklik ilkesini benimsemiş ve bu ilkeyi, dinî hayatın dışına çıkarma anlayışı içinde uygulamışlardır. Devrim tarihi boyunca dinden özenle arındırılmak ve uzaklaştırılmak istenen alanlardan biri de eğitim ve öğretim olmuştur. Bu mânâda laik eğitim ve öğretimin yetiştirdiği nesil kozmopolitleşmiş, aynı milletin çocuklarının bir kısmı İslâma karşı ve ondan nefret eder, bir kısmı İslâm konusunda bilgisiz ve nötr, bir kısmı okul dışı ve çoğu kez aileden gelen etki ile inançlı veya dindar, fakat yeterli bilgiden ve eğitimden mahrum, çok azı bilgili, iyi yetişmiş, fakat toplumun "yükselen değerleri" bakımından itibar görmez olmuşlardır.
Bu işler olup biterken milletin geniş tabanı bu gidişten memnun değildir. Onlar çocuklarının inanç, dünya görüşü, ahlak ve kültür bakımından kendileri gibi olmalarını, aynı zamanda -özlerini ve özelliklerini bozmadan- gerekli bulunan gelişme ve değişmeye de açık olarak yetiştirilmelerini istemektedirler. Devrim yöneticileri bu istek ve beklentilere iltifat etmedikleri, hatta şiddetle karşı çıktıkları için de dişlerini sıkıp zamanını beklemişlerdir. Çok partili demokrasi dönemine girilince millet, oy gücünü kullanarak isteklerini dile getirmiş, siyasîler de -hem kendi özlerini bozmayacak, yollarına engel olmayacak, hem de halkı/avamı tatmin edecek- bir formüldür diye İmam-Hatip Okullarını açmışlardır.
Yöneticiler bu okulları camilere imam yetiştirecek bir meslek mektebi olarak düşünüyor, halk ise geleceğin okumuş halkını, yöneticilerini, bürokratlarını, alimlerini yetiştirecek eğitim-öğretim kurumlarının bir parçası olarak görüyorlardı. Bu iki bakış/görüş hep çatıştı, çelişti; birincisi ikincisini engellemeye ve saptırmaya çalıştı, çeşitli teşebbüsler yapıldı... Bütün bunlara rağmen halk iradesi galip geldi, İmam-Hatipler resmi görüşün hapishanesinin duvarlarını yıktı, yeterli olmasa bile önemli ölçüde halkın iradesi yönünde gelişmeler gösterdi. Eskiden İmam-Hatiplere karşı olan tavır genellikle gizlenirdi, bu gelişmeler karşı tarafı korkuttuğu, paniğe kapılmasına yol açtığı için şimdi daha açık hale geldi. Artık çeşitli kesimler İmam-Hatiplere karşı olan tavırlarını açıkça ortaya koyuyor, bunları kapalı hapishaneye -işlevleri ve sayıları resmi görüş tarafından sınırlanmış meslek mekteplerine- çevirmeye çalışıyorlar. Bu maksada ulaşmak üzere yakaladıkları son fırsat da sekiz yıllık temel eğitim/öğretime geçiş olarak ortaya çıkmış bulunuyor.
Bugün dünyada, geniş ölçüde temel eğitimin beş yıldan fazla olduğu, bunun ilk dört veya beş yılından sonra bütün öğrencilerin tek tip bir temel eğitim ve öğretime tabi tutulmadıkları, yalnızca ikinci üç yıllık kademede değil, birden fazla kademede guruplara (farklı temel eğitim kademelerine) bölündükleri, devamlı gözlemlenerek yönlendirmeler yapıldığı, her öğrencinin eğilim ve kabiliyetine göre farklı temel eğitim kademelerine kaydırıldıkları bilinmektedir. Bu bilgiden hareketle İmam-Hatipliler ve dostları hiçbir zaman temel eğitimin sekiz, on, oniki... yıla çıkarılmasına karşı çıkmamışlardır. Bunların istedikleri temel eğitimin -eğer sekiz yıla çıkarılacaksa- beş artı üç şeklinde iki kademeye bölünmesi, birinci kademenin (şimdiki ilk okulların) bütün öğrenciler için tek tip olması (olabilmesi), ikinci kademenin (bugünkü orta okulların) ise öğrencilerin eğilim ve kabiliyetlerine, velilerin de isteklerine göre tercih edecekleri farklı okullar (kademeler) olarak düzenlenmesidir. Bu ikinci kademeler mevcut ilkokulların bünyelerinde açılabileceği gibi mevcut -meslek ve düz liselere bağlı- orta okullarda da açılabilmeli, ileri ülkelerde olduğu gibi bütün kademelerde ve daha yukarısında karşılıklı geçişler de mümkün olmalıdır. Öğrenciler beş yıl ortak ve tek programlı, buna ek olarak -aynı binalarda veya farklı bina ve okulların bünyelerinde- üç yıl da farklı programlı öğrenim gördükten sonra orta öğrenimlerini diledikleri liseye geçerek devam ettirmeli veya başka bir işe başlayabilmelidirler. Bu tez kabul edildiği takdirde temel eğitimin ilk beş yıllık kademesini tamamlayan bir öğrenci mesela İmam-Hatip Lisesinin bünyesinde ve binasında açılmış olan "sekiz yıllık zorunlu temel eğitimin ikinci kademesine" gelebilecek, burada üç yıl dinî öğretim ağırlıklı programı alarak temel eğitimden mezun olacak, bundan sonra istediği lisede öğrenimini sürdürecektir. Başka öğrenciler de sağlık liselerinin, endüstri meslek liselerinin, ticaret liselerinin, ziraat liselerinin... bünyelerinde açılmış olan ikinci kademelere devam edebileceklerdir.
Meselenin çözümü bu kadar basit ve açıktır, ileri dünyadaki uygulamaya da uygundur. Buna rağmen karşı taraf, bu formüle karşı niçin direnmektedir? Bize göre bu direnmenin tek sebebi ideolojiktir, İmam-Hatip Liselerinde okuyan çocukların farklı yetişmeleri, millî inanış, görüş ve kültüre daha yakın olmaları, öze dönüş meyli taşımalarıdır.
İmam-Hatiplere karşı olan bazı siyasîler ile onların oyununa gelen bazı müslümanlar, iki kademeli temel eğitim yerine, temel eğitimin sekiz yıllık "tek tip bir bütün" olması, bu arada seçmeli dersler arasında din dersi, Kur'an ve arapça konulması tezini ileri sürmeye ve savunmaya başlamışlardır. Evet bu bir oyundur, hiledir, göz boyamadır, tepki almadan İmam-Hatiplerin hakkından gelme formülüdür; çünkü biz, daha önce orta öğrenimde seçmeli dersler arasında bulunan din dersi tecrübesini yaşadık. "Din dersini isteyen veli mi, istemeyen veli mi dilekçe versin?" ikileminin dayatıldığını, "isteyen veli dilekçe versin" görüşü uygulandığında çeşitli sebeplerle -istendiği halde- okula gelip dilekçe verememek yüzünden din dersi alan, dinî ağırlıklı program alan ve almayan öğrencilerin beraber bulunmalarının sakıncalarını biliyoruz. İmam-Hatipler dışındaki okullarda din bilgisi alınsa da bunun yalnızca "bir yarım yamalak bilgilenme" olduğunu, eğitim yönünün bulunmadığını da biliyoruz. Kur'an, arapça ve din dersi almak isteyen öğrencilerin ya sayısı az olduğu için yahut da -yeterli sayıda öğrenci bu dersleri almak istediğinde- bu kadar okulda mezkûr dersleri verecek öğretmen bulunamıyacağı için mezkûr derslerin, adı var, kendisi yok dersler arasında kalacağının ve fiilen yok olacağının da farkındayız. Dileriz iyi niyetli formül arayıcıları da bu bilgiler ve deneyim sonuçlarını kabulde bize katılırlar. Katılırlar da müslüman halkın ve okumuşlarının ortak iradelerini koro halinde seslendirir ve dile getiririz, birlik olarak davamızın peşinde oluruz, amacımızı ve formülümüzü -karşımızdakiler kadar- açık olarak ve cesaretle ortaya koruz, hiçbir bozucu uzlaşmaya razı olmayız, bugün güç karşısında başka tezler uygulamaya geçirilse bile -biz gevşemez ve bozulmazsak- "yarınlar bizim, elbet bizim" olur. Bu dava çok daha güçlü muhalifler ve yok edici uygulamalarla savaştı, imanlı sahipleri sayesinde ayakta kaldı, düştü kalktı, düştü kalktı, ama yerde kalmadı, elbette kalmayacaktır. Ya Türkiye'nin bütün ilk ve ortaöğretim okulları İmam-Hatiplerin amacına uygun kılınacak yahut da İmam-Hatipler var olacaktır; izin verilirse yerin üstünde, verilmezse yerin altında!


İmam Hatipler - 4
Birkaç gün önce camiamızın ilgi ile takip ettikleri bir TV söyleşmesinde İmam-Hatip Liseleri tartışılırken söz yine sekiz yıllık temel eğitim meselesine geldi. Dayatmacı birinci cumhuriyetçiler ısrarla temel eğitimin sekiz yıla çıkarılmasını ve bunun tek kademeli (farklı programlara yönlendirme yapılmayan, farklı liselerin bünyesinde kademelerine yer verilmeyen, tek programlı, sekiz yıllık bir bütün halinde) olmasını savundular. Aynı savunmacılar İmam-Hatip Liselerinin de yalnızca mesleğe eleman (İmam ve Hatip) yetiştiren meslek liseleri haline getirilmesini istediler.
Açıkladıklarından açıklayamadıklarını da çıkararak gerekçelerini şöylece ortaya koymak mümkün: T.C. inkilap kanunları arasında bulunan eğitimde birlik (tevhid-i tedrisat) kanununa göre eğitim ve öğretim yalnızca millî eğitimin (devletin) tekelinde ve gözetiminde yapılmalıdır, tek tip Türk insanı yetiştirilmelidir, farklı kurumların (vakıflar, diğer bakanlıklar, mahalli idareler vb.) açacağı ve yöneteceği okullardan fikri ve manevi formasyonu farklı insanlar yetişebilir, bunlar arasında Cumhuriyet inkılabının ilkelerine karşı çıkanlar, bu konuda farklı düşünenler, farklı bir devlet ve toplum yapısını benimseyenler yetişebilir, bu ise birinci Cumhuriyetin sonu olur, buna izin verilmemelidir. Bu amaçla alınması gereken tedbirlerden biri de Türk çocuklarını ilk öğrenim ve eğitilme yıllarının sekizinde, aynı okulda, devletin ilgili bakanlığının hazırladığı aynı programla okutmak ve eğitmektir, ilk beş yıldan sonra yine mecburi olan üç yıllık eğitim, farklı liselerin bünyesinde açılacak ve farklı programlar uygulayacak olan -temel eğitimin- ikinci kademelerinde verilirse, buna imkan tanınırsa, İmam-Hatiplerin bünyesinde açılacak olan ikinci kademede öğrenciler dindarlaştırılabilir, farklılaştırılabilirler...
Bu gerekçeleri teker teker ele alıp kısaca cevaplandırmak, reddetmek gerekirse şunları söylemek mümkündür:
1. Eğitimde birlik kanunu, diğer birçok inkilap kanunu gibi -kağıt üstünde kalmış- fiilen yürürlükten kalkmıştır; çok eski yıllardan başlayarak Millî Eğitim Bakanlığı'ndan başka bakanlıklara bağlı okullar açılmış, yabancıların yönlendirdiği kolejlerin açılmasına izin verilmiş, askeri okullar da Millî Savunma Bakanlığı'na ve Genelkurmay'a bağlanmıştır. Ayrıca adı geçen kanun, İmam-Hatip Liselerinin açılmasını âmirdir, bu liselerin orta öğretim kurumu olmasına ve burada okuyanların yatay ve dikey geçiş imkanlarına engel değildir.
2. Millî kültür, millî birlik şuuruna ve ülküsüne sahip Türk insanı yetiştirilmek isteniyorsa bunun için eğitimde birlik kanunu yetmezdi, yetmiş yıl boyunca ülkeleri değişmeden bir devlet politikası olarak devam ettirilmesi gereken millî kültür ve eğitim politikasına ihtiyaç vardı. Dilden bilime, hedeflerden ülkülere kadar durmadan değişen, bir iktidarın ve bakanın yaptığını diğerinin yıktığı ve değiştirdiği bir eğitim sisteminde eğitimde birlik kanunu ne işe yarar? Kaldı ki, hem demokrasiyi yaşamak ve geliştirmek, hem de insanların fikri, ideolojik, manevi kişiliğine el koymak, devletçe bunu oluşturmaya ve değiştirmeye kalkışmak bir arada yürümez. İkincisi artık dinazorlaşan siyasî ve ideolojik sistemlere aittir. Cumhuriyet tarihi boyunca Millî Eğitim Bakanlığı'nın denetim ve gözetiminde yürütülen millî eğitimin yetiştirdiği Türk gençleri içinde türkçüler, islâmcılar, komünistler, masonlar, faydacılar, etnik gurupçular... yetişmiştir, eğitimde birlik kanunu bunu engelleyememiş, tek tip insan yetiştirememiştir, birlik ve beraberlik de sağlanamamıştır, Cumhuriyet tarihi boyunca ülkemiz isyanlar ve anarşi ile uğraşmaktadır. Bütün bunlardan ibret alıp "millî birlik" kavramını yeniden düşünmek gerekirken yanlışta ısrar, denenmişi yeniden denemek hamakattir veya hiyanettir.
3. Bize göre millî birlik etnik temelde veya kavim kültürü çerçevesinde gerçekleşemez. Kavmi, etnik farklılıkları Allah'ın hikmet ve kudretine bağlayan, farklılıkların yaşanmasına izin veren, bunu bir hak olarak telakki eden, "insan hakları, hürriyet ve adaleti" şiar edinen İslâm içinde gerçekleşebilir. Osmanlı denemesi bunun eksikli de olsa güzel bir örneğidir. Bu çerçevede müminler, etnik aidiyetleri farklı da olsa kardeştir (birlik), mümin olmayan vatandaşlar insan hak ve hürriyetlerine sahiptir ve Allah'ın, müminlere emanetidirler (beraberlik), diğer ülke vatandaşları da insandır, aynı ana ve babadan gelmişlerdir, kendilerine İslâm tebliğ edilecek istidatlardır, diledikleri dini seçme ve müstakil, hür, adalete mazhar olarak yaşama haklarına sahiptirler (evrensellik, küreselleşme). İkinci cumhuriyetçileri bilmem ama münevver müslümanların ülküsü/amacı budur; ülkemiz çocuklarının bu ülküyü benimsemelerini isterler, diğer okullarda bunun gerçekleşmediğini gördükleri için farklı okullara (İmam-Hatiplere, kolejlere...) yönelmektedirler.
4. Amaç yetmiş yıl önce tasarlanmış, kanunlaştırılmış ilkeleri değil, ülkenin ve halkın menfaatlerini korumak, isteklerini gerçekleştirmek, dünyada olup bitenleri takip ederek tarihe müdahil olmak şeklinde belirlenmelidir. Kur'an'ın hükümlerini değiştirmede sakınca görmeyenlerin bazı ilkeleri Allah emri gibi korumakta ısrar etmeleri bir başka dindarlık ve bağnazlık değil midir? Demokrasilerde halktan/milletten üstün bir otorite kaynağı yok denirken yabancılaşmış bir gurubun millî iradeye ipotek koymaya kalkışması demokrasiye sığar mı? Yoksa bunlar kendilerini farklı bir asıldan evrimleştirilmiş veya kutsallaşmış mı sanıyorlar?
5. Bütün İmam-Hatipliler ve onların dostları temel eğitimin sekiz yıla -hatta daha fazlasına- çıkarılmasına taraftardırlar. İstedikleri bu mecburi eğitimin süresinin iki kademeli olması, beş yıldan sonraki ikinci kademesininin -sekiz yıllık ilköğretim veya temel eğitim okulları yanında- mevcut liselerin bünyesinde bulunan ikinci kademede (eski orta okullarda) farklı programlarla oluşmasına/devamına izin verilmesidir; Batı'daki uygulama da böyledir. Kademeler vardır, farklıdır ve birbirine -yatay ve dikey- geçiş imkanı vardır. Buna karşı çıkanların hedefi -bugünki şekil ve statüsü ile- İmam-Hatip Liselerini yok etmektir, davranış ve tavırları ideolojiktir, siyasîdir. İmam-Hatipliler savaş istemezler, ama kendilerini savunmasını da bilirler.


İmam-Hatipler - 5
İmam-Hatip Okulları açıldığında halkımızda üç farklı tavır ve beklendi vardı:
1. Yıllardır beklenen okullar açıldı, artık çocuklarımız hem dinlerini, hem de dünyalarını doğru bir şekilde öğrenecek ve tarihimizle kesilen bağlantıyı yeniden kuracak, değerlerimizi koruyacaklar.
2. Bu okulları sistem açmıştır, maksat dinî mihraptan yıkmak veya kontrol etmektir, bu okullardan İslâma hayır gelmez.
3. Bu okullar irtica yuvasıdır, Cumhuriyet Türkiyesi için önemli bir tehlikedir, buradan mezun olanlar şeriatçı olurlar ve toplumu geriye götürmek, şeriata dayalı devlet kurmak için çaba gösterirler, bunları ya kapatmalı yahut da -sayı ve işlevlerini iyice sınırlayarak- kontrol altında tutmalıdır.
O gün bugün bu okulların içinde ve yanında yaşadım, toplumun nabzını da elimde tutmaya çalışıyorum. Bu üç yaklaşım ve beklentiden hiçbiri ortadan kalkmadı, üçü de devam ediyor, ancak yaklaşımları benimseyenlerin sayıları değişti. Birinciler hayli çoğaldı, ikinciler iyice azaldı, üçüncüler ise bilhassa aydın geçinen ve dine soğuk kesimde sayıları artarak temsil ediliyorlar.
Sebepleri değişik de olsa İmam-Hatip Liselerine karşı olanlar son yıllarda emellerine ulaşabilmek için bir fırsat yakalar gibi oldular: Zorunlu öğrenimin en az sekiz yıla çıkarılması zarureti. Dünyada zorunlu öğretimi beş yılda tutan topluluklar yok denecek kadar azaldığı için bu talebin karşılanması kaçınılmaz hale gelmiştir. Bir taşla iki kuş vurmak isteyenlerin planı şudur: Orta okullar kaldırılarak ilköğretim sekiz yıla çıkarılınca İmam-Hatip Liselerinin de orta kısmı ortadan kalkmış olacak, sekiz yılın sonlarına doğru öğrenciler İmam-Hatip Liselerine değil, diğer liselere yönlendirilecek (çünkü halihazırdaki öğretmenlerin çoğu ancak böyle bir yönlendirme yaparlar), İmam-Hatip Liseleri öğrenci bulamayacak, çoğu kapatılacak ve binaları da diğer okullara verilecek...
Bu oyunun farkında olan, dinini, milletini, memleketini seven insanımızın, bekçiyi öldürmek değil de üzümü yemek isteyenleri de tatmin edecek gayet makul bir çözüm teklifleri var; buna göre zorunlu öğretim sekiz veya dokuz yıla çıkarılabilir, ancak bu iki kademeli olur, birincisi beş yıl olup bu kademede her öğrenci aynı dersleri alır, ikinci kademe ise beş yıllık kademenin bulunduğu binalarda olabildiği gibi liselerin binalarında açılır (yani mevcut liselerin orta okulları, zorunlu öğretimin ikinci kademesi haline getirilir), bu ikinci kademede ortak dersler yanında, öğrencinin yapacağı lise öğreniminin çeşidine göre (düz lise, meslek liseleri vb.) farklı ve yönlendirici dersler de verilir. Mecburi olan bu iki kademeyi bitiren öğrenci okumak istiyorsa yönlendirildiği lisede orta öğrenimine devam eder. Bu takdirde İmam-Hatip Liselerinin bünyelerinde bulunan orta okullar, zorunlu öğretimin ikinci kademeleri olarak devreye sokulacak ve buraya gelen öğrencilere, ortak dersler yanında Kur'an-ı Kerim, Arapça ve Din Bilgisi dersleri verilecektir.
İyi niyetli fakat bu konuda tecrübesi bulunmayan bazı kimselerin, yukarıda açıklanan çözüm yerine tek kademeli sekiz yıllık zorunlu öğretim okullarına seçmeli olarak bazı derslerin konulması ile de problem çözülebilir demeleri, oyuna gelmenin bir başka tehlikeli örneğidir. Seksen öncesinde seçmeli din dersleri tecrübesi yaşanmıştır; tarihten ibret almayanların sonu hüsrandır.
Yukarıda özetlenen makul ve eğitim biliminin gereği olan çözüm kabul edilmez ise ve İmam-Hatip Liselerinin orta kısımları -zorunlu öğretimi sekiz, dokuz yıla çıkarma bahanesiyle- kapatılırsa bunu yapanlar karşılarında en azından otuz beş milyon vatandaşı bulacaklardır. Bu rakkam bazı gurupların abartılı rakkamları ile karıştırılmasın diye basit bir hesap verelim: Kırkbeş yıldan beri İmam-Hatip Okullarına girip çıkanların sayısını alın (bugün bu okulların sayısı beşyüzden fazladır ve öğrenci adedi yedi bini bulan okullar vardır), bu sayıya onların aile fertleri ile eş ve dostlarını katın, bunlara bir de yazının başında zikredilen birinci yaklaşımın mensuplarını ekleyin, bakın bakalım bizim rakkam doğru mudur?
İmam-Hatip dostları uyarıyor, kavga da istemiyorlar; karşı taraf kavgada ısrar ederse meşrû savunma hakkını kimse inkâr edemez.


İmam-Hatipler - 6
Bir hukuk mensubunun şu günlerde basına akseden bir açıklamasını üzüntü ile okudum ve "barış, adalet ve hakkaniyet ölçüleri içinde ülkede birlikte yaşama" ilkesi ve çağrısı bakımından ümit kırıcı buldum. Şöyle diyor: "İmam-Hatip Liseleri din adamı yetiştirmek için açılmışlardı. Ama bu okullardan mezun olanlar bürokraside aktif görevler almaktadırlar. İmam-Hatipler, imam yetiştiren bir hüviyette değildir artık. Buralardan mezun olanlar avukat oluyor, savcı oluyor, hakim oluyor, emniyet müdürü oluyor. Şeriata göre düşünen kafalar, devletin kritik noktalarına yerleşiyor, laik bir devleti yönetmeye çalışıyorlar..."
Bu sözlerin sahibi ne yazık ki bir hukuk mensubu. Bu nasıl bir hukuk anlayışıdır ki, ülkenin insanlarını bölüyor, bir kısmını bir kasta kaydediyor, bir sınıfa hapsediyor, bunları devlet ve millet için potansiyel zararlı olarak kabul ediyor ve suçları sabit olmadan mahkûm eyliyor.
Bu açıklama deveye benziyor. Neresini doğrultsanız yine eğri kalacak, ancak yine de birkaç yerini doğrultmadan, birkaç yerine mukabele etmeden geçmek mümkün olmuyor:
a) İmam-Hatip Okulları hiçbir zaman yalnızca imam yetiştirmek ve başka bir tahsile ve mesleğe asla öğrenci vermemek üzere açılmadı. Bugün bağlı bulunduğu kanunda da "hem mesleğe, hem de yüksek öğrenime yetiştirme, hazırlama" kaydı açık ve seçik olarak mevcuttur.
b) İmam-Hatip Liselerinden mezun olan gençlerin diledikleri yüksek öğrenimi almaları ve istedikleri mesleğe geçmeleri, layık oldukları makamları işgal etmeleri -laik Türkiye kanunlarına göre- anayasal haklarıdır.
c) Laiklik kavram ve uygulama olarak tartışılan bir konudur ve laik ülkelerin çoğunda din ve düşünce hürriyetinin kısıtlı bulunduğu, alemin malumudur. "Şeriata göre düşünen kafalar"ın sahipleri, ne laik ülkeyi yönetirken, ne de kendi sistemleri içinde ülke yönetirken hak ve hürriyetlere dokunurlar. Şeriat düzeninde inanmak da, inanmamak da serbesttir. Her inanç sahibi -makul ve meşrû sınırlamalar dışında- inanç ve düşüncesini açıklama ve yaşama imkanına sahip olur. Şeriata karşı olan ve dolayısıyle İslâmdan başka bir dine inananlara da şeriattan bir zarar gelmez; şeriat yalnızca haksızlığı, ahlaksızlığı, baskıyı, sömürüyü ortadan kaldırır, ahlaka ve hukuka aykırı davranışların alenen (açıkça) icrasını engeller. Keşke laik-demokratım diyenlerde, şeriatta olduğu kadar adalet, hakkaniyet, hürriyet ve hoşgörü bulunsa:
d) Orduyu da uyarmaya kalkışan bu açıklamanın amacı, orta kısımları kapatılmak istenen İmam-Hatiplerin mensuplarına gözdağı vermekse, bu işi bir oldu bittiye getirmekse buna kimsenin gücünün yetmeyecektir inşaallah.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Makale
Sonraki Makale
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Makale Sonraki Makale İçindekiler