Zarûret, Zekât, Namazda Örtünme 1. İslâmiyette zarûret kavramının tanımlanması nasıl yapılabilir? Cevap: "Zarûret"in sözlük anlamı "zorunda kalmak, mecbûr olmak, başka çare bulamamak" tır. İslâm'da zarûret, "mümini bir yasağı çiğnemeye, bir haramı işlemeye iten, mecbûr eden durum"dur. Zarûretin oluşmasının unsurları "zorlayan, zorlanan ve zorlama aracı"dır. Bazı fıkıhçılara göre zorlayanın devlet olması gerekir, devleti temsil eden biri dışındakilerin zorlamaları mûteber değildir; çünkü onlar, insanı bir şeye mecbûr edecek kadar zorlama gücüne sahip olamazlar. Fakat vâkıa, devletin zayıfladığı dönemlerde âsîlerin ve haydutların insanlara uyguladıkları zorlamalar, bu fıkıh görüşünü çürütmüş, devletten başka güçlerin de insanları zarûrete düşürebilecekleri kabûl edilmiştir. Zorlayan güç sahibi şahıs olabileceği gibi açlık, susuzluk, hastalık gibi hallerde de olabilir. Zorlanan kişinin kendisi olduğu gibi onu başkaları -meselâ eşi ve çocukları- vâsıtasıyla da zorlamak mümkündür. Zorlama aracı başta ölüm, dayanılmaz işkence ve bir organın, vücuttan bir parçanın kesilmesi, koparılması, ezilmesi şeklinde anlaşılmış, daha sonra "bunun en şiddetli zorlama şekli" olduğunu, bunun daha altında kalan zorlama araçlarının da bulunduğuna hükmedilmiş, bu cümleden olarak "insanların, temel ihtiyaçlarından mahrûm kalması veya mahrûm edilmesi de zarûret sebebi olarak değerlendirilmiştir. Beslenme, sıhhat ve mal varlığından üç örnek üzerinde uygulamalı bir açıklama yapmak gerekirse. Başka yiyecek ve içeceği bulunmayan, şarabı içmedikçe, domuzu veya başkasının fazla yiyeceğini -sahibinin izni olmadığı halde- yemeden yaşaması mümkün olmayan (yemediği takdirde hemen kendini kaybedecek sonra da ölecek olan) kimse zarûret durumundadır, bunları yer ve içer. Normal hallerde yemesi ve içmesi haram olan bu nesnelerden ölmeyecek kadar değil, ayakta kalacak, gerekli bulunan işlerini görecek, gideceği yere ulaştıracak kadarını da yer ve içer. Bir ilâcı kullanmadığı veya bir operasyon geçirmediği takdirde hemen ölecek olan şahıs, bu ilâcı -normal hallerde haram bir nesne de olsa- kullanır ve gerektiren bir sebep bulunmadığında, vücüdunu kesip biçmesi haram olduğu halde bunu da yapar ve yaptırır. Rüşveti almak da vermek de haramdır. Ancak bir mümin, meşrû bir işini görmek, hakkını alabilmek, helâl malını kurtarabilmek için birine rüşvet vermek mecbûriyetinde kalsa bunu verir; bu durumda rüşvet, verene -zarûret sebebiyle- câiz, alana haram olur (Bu konuda daha geniş bilgi için benim, İslam'ın Işığında Günün Meseleleri isimli kitabıma bakılabilir). 2. Vergi ve zekât aynı anlama gelebilir mi? Zekât özel bir vergidir. Özelliğ şu niteliklerinde görebiliriz: a) Zekât dinî bir vergi olduğu için laik devlette olmaz, İslâm'ı temel referans olarak kabûl eden devletlerde olabilir. b) Zekâtı kimlerden, hangi malların ne kadar olanından ne miktarda alınacağı ve kimlere, nerelere sarf edileceği dinî naslar ve ictihadlarla belirlenmiştir. c) Zekât dinî bir vergi, yükümlülük olduğu için, mümin zekâtı vermediği takdirde Allah'a karşı da sorumlu olacağından, devlet almasa bile onu yerine sarf etmek mecbûriyeti vardır. d) Zekât dışında İslâm devletinin müminlerden vergi alabilmesi için zarûret bulunması, vergi alınmadığı takdirde devlet ve toplum hayatının zora düşmesi gerekir. Başka bir ifade ile zekât yükümlülüğü Allah emrine, vergi zarûrete dayanmaktadır. e) Devlet topladığı vergiyi, zekâtın harcanacağı yerlerin dışındaki kalemlere harcarsa, müminler ödedikleri vergiyi zekât sayamazlar, ayrıca zekâtı yerine vermeleri gerekir. 3. Müslüman bir hanım namaz kılarken ve Kur'ân okurken mutlaka başını örtmesi gerekir mi? Cevap: Namazın ön şartlarından biri de eskilerin "setr-i avret" dedikleri örtünmedir. Namaza başlamadan önce kadın ve erkek, "avret" denilen ve örtülmesi gereken yerlerini uygun giysilerle örteceklerdir. Bu örtünme namaz boyunca da devam edecek, namazın bir parçasını (rüknünü, meselâ secdenin tamamını) yerine getirme süresince açılmayacaktır. Yani meselâ secdeye kapanınca baş açılsa, secde bitmeden yeniden kapanacaktır. Kadının başının ve saçının avret olduğunda mûteber âlimlerin ittifakı vardır; şu halde mümin kadın namaza başlamadan başını da örtecektir. Kur'ân okurken kadının başını örtmesi farz değildir. Kur'ân'a karşı saygının bir ifadesi, bir edep kuralı olarak gelenekleşmiştir. Bu geleneğin şöyle bir dinî dayanağı da olabilir: Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) Aişe validemize, Cebrâl'in evde açık kadın bulunduğunda rahatsız olduğunu bildirmiştir. Öte yandan Kur'ân okunan yere, bu faâliyetle ilgili meleklerin geldiğine dair rivâyetler vardır. Bu iki bilgi yanyana getirildiğinde, Kur'ân okurken gelecek ve okuyana rahmet dileyecek olan meleklerin rahatsız olmamaları için, tedbir almak ve avret yerlerini kapatmak gerekecektir. Böyle bir anlayışın, Kur'ân okunurken kadınların başlarını örtmelerini edep haline getirmiş olduğu düşünülebilir.
Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.
|