İnsanlık bitmiş Dün (Cuma) akşam haberlerinde İsrail'in, bir caminin yıkılmasını engellemek için yürüyen kadınların üzerine ateş açarak ikisini hunharca katletmelerini görüp işitince kanım dondu ve "insanlık ölmüş" dedim. Bu "insanlık"ın içinde bütün inanan ve inanmayanlar dahil. Böyle bir zulme göz yumacak din, ahlak ve hukuk bulunamaz. Ama insanlık ölünce, onlar eliyle hükmünü icra edecek olan din, ahlak ve hukuk da ölmüş oluyor. Eğer ölmeseydi Müslümanlar, Allah'ın şu buyruğuna uyarlardı: "Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise bâtıl dava uğrunda savaşırlar. Şu halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın planı (tuzağı) daima zayıftır." Nisa: 4/75-76) Hicrî 6. yılda yapılan Hudeybiye Antlaşması'nın bir maddesi, bundan sonra müslüman olup Mekke'den kaçanların iade edileceğini ifade ettiği için, henüz hicret imkânı bulamayan müslümanlarla bu madde gereği iade edilenler, bunların eşleri ve çocukları Mekke'de kaldılar, müşriklerin çeşitli zulüm ve baskıları altında yaşamaya devam ettiler. Bu müminler, işkence ve baskı dayanılamaz hale geldikçe Allah'a yalvarıyor ve bir kurtarıcı göndermesini istiyorlardı. Âyetler bunların dua ve niyazlarına bir cevap olmakla beraber anılan tarihî ilişkiyi aşan boyutları da vardır; çünkü savaş nerede ise insanlıkla yaşıttır. İdam cezasını kaldırarak suçsuz, günahsız insanların hayat hakkını korumak nasıl mümkün olmazsa savaşı kaldırarak, yok ederek, hesap dışı tutarak barışı ve uluslararası ilişkilerde adaleti sağlamak da öyle mümkün değildir. Yapılması gereken, savaşın hukukî ve ahlâkî amaçlarını belirlemek ve onu bu amaçtan saptırmamaktır. Savaşla ilgili âyetlere bakıldığında İslâm'ın, ancak zulmü, din yüzünden baskıyı ve haksız saldırıyı ortadan kaldırmak için buna izin verdiği görülmektedir. Bu âyetlerden burada gördüğümüz ikisi, savaşın iki önemli amacını ortaya koymaktadır: a) Allah rızâsını elde etmek, b) Zulmü engelleyip adaleti sağlamak. "Allah rızâsı" da fayda bakımından kullara dönmektedir. Allah Teâlâ'nın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmadığından, O'nun rızâsı için savaşmak, kullarının yararı, din ve vicdan hürriyetinin temini için savaşmaktır. Allah mutlak âdil olduğu ve zerre kadar zulme razı olmadığından "Allah rızâsı için savaşmak" adalet, hukuk ve hakkaniyet uğrunda savaşmaktır. Allah'a ve hak dine inanmayanların da bir tanrıları, baş eğdikleri, itaat ettikleri -maddî, mânevî- bir önderleri olacaktır. Bu önderler Kur'an'a göre tâgutturlar ve şeytanlardır. Bunlara tâbi olanların savaş amaçları ise hukuk ve adaletin gerçekleşmesi değil, egoizmin tatminidir, zulüm, baskı ve sömürüdür. Eğer insanlık ölmemiş olsaydı bütün diğer din mensupları ve dine inanmayan ama insan vicdanı taşıyanlar, uluslararası insan hakları belgelerinde yer alan hakları korumak için harekete geçer, mazlumun elinden tutar, zalime engel olurlardı. Bunu yapmak şöyle dursun ABD ve AB, İsrail'in zulmünü dünya kamu oyundan gizlemek, kazara ortaya çıkanlara da "haklılık" kılıfı hazırlamak için çaba gösteriyorlar. Hasılı insanlık ölmüş, Batı Medeniyeti'nin marifetleri ortaya çıkmıştır, müslümanların dirilmesi için bir diriliş soluğuna ihtiyaç var. Rabbim bunun gecikmemesi için inayetini esirgeme! 5 Kasım 2006 Pazar
Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.
|