Demirel'i dinlerken 28 Şubat'ın yıldönümünde medya birkaç gün de bu demokrasi katili olayla meşgul oluyor, her fert ve grup kendi ideolojik tarafı, demokrasi anlayışı, menfaati ve dünya görüşü çerçevesinde bu olayı değerlendiriyor. Bu cümlen olarak bir kanalda biri bayan üç gazeteci eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel ile konuştular ben de bir süre bu rahatsız edici konuşmayı dinledim. Rahatsız oldum; çünkü 1. üç gazeteci sorulması gereken soruları sormakta ve yapılan çelişkili, politik, günü (anı) kurtarmaya yönelik cevaplara itiraz etmekte (cevapların cevap olmadığını belirtmekte) gevşek/beceriksiz davranıyorlardı, 2. artık bir siyasi parti ile alakası olmaması gereken eski siyasetçi muhalefetin ağzı ile konuşuyordu, 3. Demirel hâlâ 28 Şubat'ı savunuyor, o günlerle olanlar sayesinde "demokrasinin kurtulduğunu" iddia ediyordu. Bu yazıda işte bu rahatsız edici açıklamalara itirazlarımı sunmak istiyorum. Gazeteci "Bazı askeri müdahalelerde demokrasiyi kurtarmak ve askeri ait olduğu yere göndermek için gerekeni niçin yapmadığını" soruyor, o da "elim kolum bağlı idi, evimden çıkamıyordum..." diyor, aynı gazeteci susuyor, "28 Şubat olayında köşkte idiniz, eliniz kolunuz bağlı değildi" demiyor. Hatta biraz daha ileri giderek "Size daha önce kasırganın geleceği ile ilgili bilgiler ulaşmış, o zaman niçin askerin isteklerini başbakana ulaştırmakla yetindiniz de askere gerekli dersi vermediniz, demokratik hukuk devletlerinde yapılanları yapmadınız, yaptırmadınız" demiyor. Demirel, başbakanın sözünü çarpıtarak "Bizden önce hiçbir şey yapılmadı" dediğini ileri sürüyor, ondan sonra da ezbere bildiğinde kimsenin şüphesi bulunmayan rakamları sıralayarak kendi döneminin reklamını yapıyor. Halbuki Başbakan, defalarca CHP'yi kastederek "Bu memlekete bir çivi çakmadınız" dedi, ama kendilerinden önce hiçbir şey yapılmadığını hiç söylemedi ve aklı başında olan hiçbir kimse de böyle bir söz söylemez. Demirel yine muhalefetin ağzı ile meşhur "oy yüzdesi" konusunu ele aldı, seçime katılmayan ve Ak Parti'ye oy vermeyenleri bir bütün (sanki bir muhalefet partisi) gibi değerlendirerek bir manada iktidarın meşruiyetini tartışmaya açtı. İşine geldiğinde kutsal kitap gibi cebinde taşıdığı anayasayı çıkarıp okuyor ve "burada ne yazıyorsa odur" diyor, işine gelmediğinde anayasayı cebine koyuyor, orada yazılana aykırı olarak siyasi iktidarın yetkisi ve meşruiyeti konusunda hükümler koyuyor/icad ediyor. Bilindiği gibi Ak Parti, 3 Kasım 2002 milletvekili Genel Seçimleri'nde yüzde 34.28 oy oranı ve 363 milletvekili ile "tek başına iktidar" oldu. Mevcut kanunlara göre buna kimsenin bir itirazı olamaz ve hangi parti aynı oyu alsa, aynı sayıda milletvekili ile iktidar olacak, bunu da içine sindirecekti. Demirel ve onun gibi düşünenlere göre ya bir parti -onların kafasındaki oran ne ise o kadar- oy alacak, yahut da partinin iktidarı meşru/yeterli olmayacak, mesela muhalefetle birlikte iktidar olacaklar! Demokrasilerde hazım birinci şarttır, Ak Parti iktidarını hazmetmekte güçlük çekenlerin yapacakları şey halkı ikna edip -mevcut veya değişecek kanunlara göre- yeterli oyu alarak iktidar olmaktır. Yarın kendilerini de sıkıntıya sokacak beyanlardan kaçınmaktır. Bir de siyasete doymamış eskilerin sözlerini iyi tartıp ölçerek değerlendirmektir. Demirel'in söyledikleri içinde beni en fazla rahatsız eden kısım ise, bir sonraki yazıda ele alacağım "28 Şubatları meşru kıldığını ima ettiği laiklik bekçiliği"dir.
3 Mart 2006 Cuma
Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.
|