HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


İlmihal Geleneği

İlmihal "hâl ve durum bilgisi" demektir. Tamlamanın lûgat mânâsı budur. "Her bir müslümana gerekli olan bilgiler bütününe" ilmihal denmesi İslâm'da, yükümlülük ile kişinin durumu ve dolayısıyle bu duruma uyan bilgi arasında sıkı bir ilişkinin, bağlantının bulunmasından kaynaklanmaktadır. Belli bir yaşa kadar çocuk, hiçbir dînî bilgiyi edinmeye ve bildiğini uygulamaya mecbur (yükümlü, mükellef) değildir. Yedi yaşından itibaren müslüman çocuk namaza alıştırılır, yeterli biyolojik gelişme ve olgunlaşma hâsıl olunca -bir ârıza sebebiyle bu gelişmenin gecikmesi hâlinde onbeş yaşını doldurunca- çocukluktan gençliğe adım atan İslâm insanı, başta iman ve ibâdet olmak üzere kendini ilgilendiren diğer dînî kurallar ve talîmat ile yükümlü hâle gelir. Bu noktada "kendini ilgilendiren" kaydı önemlidir. İman her müslümanı ilgilendirir, iman konusunda istisnâ yoktur; her mümin, dinde inanılması gereken hususlara, "âmentü"de formülleştirilmiş olan altı esasa inanmak, iman etmek durumundadır. Bu sâhada müminler arasındaki fark bilgide, şuurda, bilginin genişlik ve derinliğinde olabilir. İbâdet sâhasına girdiğimizde daha önemli farklılıklar başlar; meselâ zenginlik başta olmak üzere gerekli şartlara sahip bulunmayan bir müslümanın zekât ve hacc konusunda geniş, detaylı bilgi edinme ihtiyacı yoktur. "İslâm'ın şartları" cümlesinden olarak hacc ve zekât ibâdetlerinin de bulunduğunu, kendisinin bununla yükümlü olmadığını veya olduğunu bilmek ve buna inanmak her müslümana farzdır. Bundan sonrası yükümlünün durumuna bağlıdır; yükümlü olan detayları da bilecek ve uygulayacaktır, yükümlü olmayan ise yalnızca farzı bilecek ve "kendisinin yükümlü bulunmadığı" bilgisini edinmiş olacaktır. İslâm ahlâk ve âdâbı bir yandan kişinin eğitimine, yetişmişliğine ve kemâline, diğer yandan örf ve âdete, bölgeye, kültür ve medeniyet seviyesine bağlı olarak değişiklikler arzeder. Çocuktan, büyükten, âlimden, cahilden, eğitilmişten, eğitilmemişten, insan için mukadder olan kemâl ve Allah'a yakınlık basamaklarını farklı seviyelerde tırmanmış bulunanlardan aynı ahlâk ve aynı âdâb beklenemez. Burada, herkes için ortak bulunan bir tabandan söz edilebilir ve herkesten ancak bu beklenebilir, bunun bilgi ve eğitimi verilir. İslâm'da "muâmelât" terimi ile ifade edilen "ferd ile ferd, ferd ile toplum, toplum ile diğer toplumlar arasındaki ilişkiler", başka bir ifade ile "siyâsî, hukûkî, ekonomik ve sosyal ilişkiler" sâhasına bakıldığında burada, bilgi ve uygulama yükümlülüğü bakımından müslümanlar arasında önemli farklılıkların bulunduğu görülür. Her bir müslümanın, insanlar ve eşya ile ilişkileri bakımından serbest sâha ile yasak sâhanın sınırını (helâl-haram sınırlarını) bilmesi ve buna riâyet etmesi gereklidir. Her bir müslümanın, taşıdığı "halifelik" sıfatının bir gereği olarak siyâsî sorumluluğunun bulunduğunu, bu konuda en lâyık olan birine vekâlet vermek (bey'at etmek) sonra onu doğrudan, yahut dolaylı (temsilciler vasıtasıyla) takip etmek durumunda olduğunu bilmesi gereklidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu bilgi ve şuurdan mahrum olanların, İslâm öncesinden İslâm'a adım atamamış kişilerden sayılacağını ifade buyurmuşlardır. Bundan sonra Fıkıh kitaplarında ciltler tutan muamelat bilgisi ve bunlarla ilgili uygulamalar gelir; bunlar her müslümanı değil, ancak belli meslek, iş ve ilişki içinde olanları ilgilendirir.
Buraya kadar anlatılanlar bizi şu noktaya getirmiş olmaktadır: "İslâm'da insanların bilgi ve yükümlülüklerinin hem muhtevâsı, hem de kalitesinin, yükümlünün durumu (hâli) ile sıkı bir ilişkisi, etkili bir bağlantısı vardır. Bütün müslümanların dînî bilgi ve uygulama bakımından durumlarının (hâllerinin) kesiştiği, birleştiği bir ortak saha vardır, işte bu ortak sâhanın bilgisine "ilmihal" denilmiş, bu bilgileri ihtivâ eden kitaplar da aynı isimle anılagelmiştir.
İlmihal bilgisine muhtaç olanlar Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında ya bizzat Ona (s.a.v.) başvurarak, sözünü dinleyip yaptığını görerek, yahut da Onun (s.a.v.) taşraya gönderdiği muallimleri vasıtasıyle -kitap okuyarak değil, daha ziyade görerek ve dinleyerek- bu ihtiyaçlarını gideriyorlardı. Râşid Halifeler ve Emeviler zamanında, sahabe ile onların yetiştirdiği ikinci nesil âlimleri, müfti ve müctehidleri, yine büyük ölçüde şifâhi olarak bu ihtiyaca cevap veriyorlardı. Bugün adına ilmihal dediğimiz bilgi mecmûasının belki ilk örneği, İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin el-Fıkhu'l-ekber isimli eseridir. Yalnızca derleyip düzenlemeye ve öğretmeye yönelik bulunan bu eser, ilmihalin akaid (inanç) ile ilgili kısmını ihtivâ etmektedir ve günümüze kadar mûteber, faydalı bir metin olarak vazifesini yapmıştır. İslâm kültür ve düşüncesi, başka kültürlerle karşı karşıya geldiğinde, İslâm inancını savunmak ve şüpheleri defetmek üzere kaleme alınan "kelâm" kitapları, akaidle ilgili olmakla beraber amaç, muhtevâ ve metodları bakımından ilmihal içinde mütâlâa edilemezler. Ahmed b. Hanbel'in namaz ibâdeti ile ilgili bulunan "Kitâbu's-salât"ını da ilmihalin ibâdet ve amel kısmına ait ilk deneme olarak değerlendirmek mümkündür. O günden bugüne kimi zaman akaid ve ibâdetler ayrı kitaplarda, kimi zaman her ikisi bir kitapta, bazen de ihtiyaca göre "ahlâk, siyer, âdâb" gibi bahisler de programa alınmak suretiyle, adı ilmihal olsun olmasın "ilmihal kitapları" yazılmış, halkın ihtiyaçları ve durumları göz önüne alınarak gereken yapılmıştır. Şurûtu's-salât, Necâtü'l-mü'minîn, eski Amentü Şerhi, Mızraklı İlmihal, Halebî tercümesi Babadağî, kısmen Ni'metül-İslâm hep bu nev'in örnekleridir. Ömer Nasûhî Hocamızın yıllarca büyük bir boşluğu dolduran "Büyük İslâm İlmihali" de tertip, düzen, konu zenginliği ve yeni harfler dışında, yaşanılan çağın ihtiyaçlarına yönelik yenilikler ihtivâ etmeyen bir ilmihal örneğidir.
Tanzimata kadar Osmanlı müslümanları -ve diğerleri- İslâm'ı, Allah'ın seçtiği ve râzı olduğu yegâne din, müslümanları da bu dîne mensup olmanın izzeti ile aziz bildiler, İslâm'a ve müslümanlara bu mânâda bir alternatif ve rakip tanımadılar, müslümanları kardeş, müslüman olmayanları ise "müslüman olma kâbiliyeti taşıdıkları için değerli", ebedî kurtuluşa çağrılmaları gereken "dâvet ümmetinin" fertleri olarak gördüler. Tanzimattan itibaren gayr-i müslimlere ve özellikle Batılılara karşı önce kendilerine münevver diyen müslümanların tavrı değişmeye başladı, sonra da çarpık eğitim ve öğretimin etkisi ile bu tavır tabana doğru inmeye başladı. Batının gözleri kamaştıran teknolojisi ve maddî gücü bütün ayıplarını örttü, cevheri ve cürufu ile Batı hayranlığı aldı yürüdü, özellikle son yetmiş yılda İslâm; iyinin, doğrunun ve güzelin ölçüsü olmaktan çıkarıldı, onun yerini Batının değerleri aldı. Kültür ve düşünce hayatındaki bu sür'atli gelişme birbirine nerede ise yabancı nesillerin oluşmasına sebep oldu, bir çatı altında yaşayan üç nesil birbirini anlıyamıyor, farklı değerler sistemi içinde yaşıyor, birbirlerini idare etmeye çalışıyorlardı. Bu durum karşısında ilmihallerin hem nesiller için farklı olması, hem de eskiye nisbetle metod ve muhtevâ bakımından farklılıklar taşıması gerekiyordu. Artık kelâm, hikmet-i teşrî'i, ibâdet bilgilerini ayrı ayrı vermek yerine bunların hepsini biraraya getiren, çeşitli yaş ve baş gruplarına hitâp eden, bir yandan bilgi veren, bir yandan savunan, bir yandan muhtemel tecavüzlere karşı hazırlayan ilmihaller vermek gerekiyordu. Eyüp Necâti'nin Felsefeli Din Dersleri'ni, Şehbenderzâde Ahmed Hilmi Bey'in Üss-i İslâm (Yeni İlm-i Akaid)'ini, Ahmed Hamdi Akseki'nin İslâm Dini'ni, hedef kitlesi farklı da olsa Prof. M. Hamidullah'ın İslâm'a Giriş'ini bu yeni ilmihaller cümlesinden saymak mümkündür.
İlmihal geleneği köklü ve devamlı bir gelenektir. Bu geleneğin günümüzde ve ülkemizde ilgilileri tarafından iyi temsil edildiğini söylemek mümkün değildir. Çeşitli bilgi, eğitim ve etki alanlarına dahil insanlarımıza gönül rahatlığı ile tavsiye edebileceğimiz ilmihaller yok gibidir. Bu mübrem ihtiyacın kısa zamanda karşılanması ve geleneğin ihyâ (ve tecdîd) edilmesi şarttır. (1999 yılında T. Diyanet Vakfı için bir heyetin hazırladığı İlmihal, amaca doğru güzel bir adım olmuştur.)


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler