HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


İslâm'da Tecdîd ve Müceddidler82
Giriş:
Bir çekirdek nasıl kocaman bir ağacın minik plânı, hattâ plândan öte bilkuvve varlığı ise, sperm ile aşılanmış yumurta da kainatın özü ve özeti olan insanın plânıdır; bütün kabiliyetlerini, en ince teferruatına kadar muhtevî tohumudur. Çocuk doğar, büyür, gelişir, irsiyet ve terbiye sentezi içinde şahsiyetini bulur, varlığının şuûruna erer. Doğumdan ölüme insanoğlu çok değişir, birçok hücre ölür, yerini yenileri alır; fakat bu değişme, bu yenileşme muayyen bir plâna göre ve yavaş olduğundan hem şahıs, hem de çevresindekiler eski ile yeniyi aynı görür, aynı bilirler; ortada yeni, fakat eski, değişmiş, fakat sâbit kalmış bir varlık vardır. Ahmet doğumdan ölüme Ahmed'dir; Orhan da Orhan'dır.
Ferdler toplumu meydana getirir. Muayyen ortak vasıflara sahip toplumlar millettir. Milleti hem değişen, hem de sâbit kalan taraflarıyle ferd ile mukâyese mümküdür. Siyâsî, hukukî, içtimâî, ahlâkî, millî müesseseler millî bünyeye tâbîdir; bünye geliştikçe müesseseler de gelişir; tıpkı büyüyen çocuğun iki yıl aynı elbiseyi giyemediği gibi millet de asırlar boyunca bazı müesseleri aynen muhâfaza edemez. Acak her yeni elbise sahibinin zevkini, kültürünü, bünye husûsiyetlerini verdiği gibi, kısmen yenileştirilen müesseseler de ait olduğu milletin bünye husûsiyetlerine intibâk eder ve onu aksettirir. İşte bu eskiyen müesseselerin onarılması, yenileriyle değiştirilmesi, ihtiyâca uygun hâle getirilmesi hâdisesi bizde reform, kültür değişmesi, ıslâhât, teceddüd, tecdîd, yenilik, garplılaşma... gibi tâbirler ile ifade edilmektedir. Bu tâbirlerin mefhumu sâbit ve çok kere vâzıh olmadığı için, aynı şeyi savunan ve isteyenlerin sözde ihtilâfa düştükleri görülür. Bazen de ayrı görüşlere sahip olanlar -mefhum ve terim karmaşası yüzünden- aynı kategoride mütalâa edilirler.
Biz, bu yazıda tecdîdin mânâ ve mâhiyetini, ne olup ne olmadığını, batı kaynaklı reformdan farklı yönlerini arzetmeye çalışacağız.
Genç neslin şahsiyet yapısının oluşumunda modeller ve örnekler önemli bir yer tutmaktadır. Çocukluk çağında ana, baba ve öğretmenini model alan ve onları taklîde çalışan insanoğlu, gençlik çağına doğru büyük insanlar ve kahramanlardan veya meşhur kişilerden birini seçmekte, giderek bunarı da bırakıp her birinde beğendiği vasıflardan oluşturduğu bir hayâlî kişiyi kendi kişiliği ile aynılaştırmaya yönelmektedir. Mevzûumuza bu açıdan bakılınca, geleceğimizi tâyin edecek olan çocuklarımız ve gençlerimize takdim edeceğimiz modellerin içinde İslâm müceddidlerinin de bulunması zarûret halini almaktadır.

TECDÎD
Kelime:
Teceddüd ve tecdîd "cidd" kökünden gelir; birincisi yenilenmek, ikincisi yenilemek mânâsında kullanılır. Hz. Peygamber (sav) bir hadîsinde tecdîde işâret buyurduğu için bu kelime ve ondan yapılmış olan "müceddid: yenileyen" kelimesi İslâmî eserlerde çokça kullanılmıştır.
Önce tecdîde temel teşkil eden hadîse bakalım:
"Şüphe yok ki Allah, her yüzyıl başında bu ümmete dinî durumunu yenileyen birisini gönderecektir."83
Şah Veliyyullah mezkûr hadîsin şu hadîs ile açıklandığına işaret eder:
"Bu ilmi her neslin kâmil kişileri taşıyacak; onu aşırı gidenlerin bozmasından, bâtıl inançlıların karıştırmasından ve bilgisizlerin yanlış yorumlamasından koruyacaklardır."84

Başka Kelimeler ve Tecdîd Mefhumu:
Şah Veliyyullah'ın tarifi ile aşağıda vereceğimiz diğer tariflerin özü, birleştiği nokta şu oluyor: Tecdîd, İslâm'ı bozmadan, ebedî prensiplerini değiştirmeden korumak, yeni nesillerin anlayacağı kalıplarda sunmak, yaşamak ve yaşatmaktır... Ancak bu mefhumu ifâde etmek için kullanılan kelimeler farklı olmuş, ortaya teceddüd, dinî ıslâhat, reform, İslâmlaşmak gibi kelimeler çıkmış, bu da mefhum karmaşasına sebep olmuştur.
Suyûtî, Münâvî gibi eski sayabileceğimiz müellifler, hadîsten hareket ederek tecdîd ve müceddid kelimesini kullanmışlar, yaklaşık olarak Şah Veliyyullah'ın naklettiği mefhumda birleşmişlerdir. Yeni müelliflere gelince:

a) Saîd Halim Paşa:
Saîd Halim Paşa gerekli gördüğü dinî ve içtimâî ıslâhâtı "İslâmlaşmak" kelimesiyle ifâde etmiştir:
"Bizim için İslâmlaşmak demek, İslâmiyet'in inanç, ahlâk, yaşayış ve siyâsete ait esaslarının tam olarak tatbik edilmesi demektir. Bu tatbikin ise o esasların, zaman ve muhitin ihtiyaçlarına en uygun bir şekilde tefsir edilmesinden sonra yapılması gerekir."85
"Müslüman milletler mütemâdiyen değişmekte olan zamanın zarûretlerini dikkate almamış, bu değişmeyle meydana çıkan yeni ihtiyaçların, ancak dinlerini daha yüksek ve daha verimli bir tarzda tefsir ve tatbik etmeleriyle karşılanabileceğini anlayamamışlar, bu yüzden de gerileyip çökmüşlerdir..."86

b) Prof. Afîfî:
Ezher ulemâsından ve bu isimle neşredilen derginin muharrirlerinden Prof. Seyyid el-Afîfî, eski tarifleri naklettiten sonra "tecdîd"in mefhumunu şu maddelerde toparlıyor:
a) Kitâb, Sünnet gibi kaynaklardan, zaman ve zemine uygun hükümler çıkarmak, ortaya koymak,
b) Kapalı kalmış noktaları açıklığa kavuşturmak
c) Uygulamadan kaldırılmış İslâmî nasslara hayatiyet kazandırmak,
d) Dini desteklemek ve yaymak,
e) Hak ve gerçeğin yanında olmak,
f) Toplum için faydalı olanı yapmak,
g) İlâhî nizama hâkimiyet sağlamak...87

c) Mâlik Binnebî:
Cezâyirli mütefekkir Mâlik Binnebî tecdîd ve teceddüd kelimelerini, birbirine zıd mânâda kullanmak yerine, birbirini tamamlayan iki mefhumun ifâdesi olarak ele alıyor, bu arada reform kelimesini de müsbet mânâda kullanmaktan kaçınmıyor:
"Üstelik bu şekilde bir Kur'ân telâkkisi, el-Muvahhid sonrası insanının ne hayat zembereğini kurmakta, ne de düşünce ve davranışlarına bir yön vermektedir. Çünkü reform için Kur'ân bir "Tecdîd" (yenileme) vâsıtasıdır, bir "Teceddüd" emri (yenilenme) değil. "Bununla beraber, Reform hareketinin içtimâî portresi muazzamdır ve bugünkü Rönesansımızın temeline her hâlükârda onu yerleştirmek gerekir.
Bu "Tecdîd" de aslında bizim "yığılma"lar diye bahsettiğimiz şeylerin, psikolojik bir dille izahıdır. Teceddüd ise, rönesansın temeli olan "ferdin kendisini yenilemesi" demektir. Bu mânâda "Tecdîd", "Teceddüd"ün maddî şartlarını, daha doğrusu gıdasını teşkil eder. Bunun dışında ve bunsuz bir tecdîd -Sadece ruhu yenileştirmeye çabalamak- ancak bir zevâhirdir."88
Mâlik Binnebî tecdîd ve tecedüdü "reform"un iki ayrı yönü, birbirini tamamlayan iki unsuru olarak değerlendirmiş oluyor. Ona göre tecdîd nazarî plânda reformdur; teceddüd ise insanın kendini yeniden inşâsı, Kur'an-ı Kerîm'in potasında şekillenmesidir.

d) Prof. M. el-Behiy:
Batı emperyalizmi ile alâkası yönünden yeni İslâm düşüncesini tahlil ve tetkik için kaleme aldığı eserinde Behiy, 19. asrın ikinci yarısından itibâren İslâm dünyasında iki fikir hareketinin vücut bulduğunu, bunlardan birisinin müstemlekeci Batıyı tamamen taklide yöneldiğini, İslâm-doğu'ya ait eserleri inkâr ettiğini ve bu harekete "tecdîd" ismi verildiğini kaydediyor. Hindistan'da Seyyid Ahmet Han, Mirza Gulâm Ahmed; Mısır'da bunların muakkipleri tarafından temsil edilen bu hareketin karşısında olup, emperyalizm ile mücâdele eden, batıya cephe alan, doğunun kendi değerlerine yönelerek ve kendini yenileyerek kalkınacağını ileri sürenlerin temsil ettikleri hareket ise el-Behiy tarafından "dinî ıslâhat" adıyla anılmaktadır. Efgâni, Abduh, İkbâl gibi zevât tarafından temsil edilen ve kendisinin de katıldığı bu ikinci hareketin esaslarını el-Behiy şöyle özetliyor: "Dinî değerlere yeniden itibâr kazandırmaya ve müslümanların gözünden düşürmek için bu değerler etrafında meydana getirilen şüphe bulutlarını dağıtmaya çalışmak. İslâmî esasları, müslümanların hayatında durakladığı noktadan alarak çağdaş müslümanın hayatına getirmek; yarınına gözlerini açan müslümana -dünü ve bugünü arasında zikzaklar çizmeden- gideceği yolu göstermek..."89

e) Mevdûdî:
Pakistanlı İslâm mütefekkiri Ebu'l-A'lâ el-Mevdûdî tecdîd ve teceddüd kelimelerini titizlikle birbirinden ayırmaktadır. O'na göre tecdîd kemâle doğru şu basamakları tırmanarak seyreder:
1 - Müceddid (tecdîd hareketini yürüten kişi veya zümre) önce içinde yaşadığı çevrenin hastalığını teşhis eder; gayr-i İslâmî tesirlerin giriş yollarını, yerleşme merkezlerini, derinliğini, yayılma hızını... tesbit eder.
2 - İslâh ve tedâvi çarelerini gösterir.
3 - Kendi gücünü ve imkânlarını, faâliyetinin saha ve sınırını tesbit eder; netice alabileceği sahayı seçer.
4 - Bütün imkânlarını seferber ederek bir kültür ve zihniyet inkılâbı meydana getirmeye çalışır.
5 - Amelî ıslâhâta teşebbüs eder; gayr-ı İslâmî davranışları ve ahlâkı, İslâmî olanlarıyla değiştirmeye, gönülleri İslâm sevgisiyle doldurmaya çalışır.
6 - İctihad eder; dinin prensiplerini ve yaşadığı asırda hâkim olan medeniyetin husûsiyetlerini kavrar; İslâm'ın bütün dünyaya yeni bir medeniyetin müjdesini götürme yollarını çizer, vâsıtalarını tâyin eder.
7 - İslâm'ı kökünden kazımak için faâliyet gösteren güçlerle mücâdele eder.
8 - Asr-ı Saâdet nizamına yeniden hayatiyet kazandırır.
9 - İslâm'ın saâdet pınarından bütün dünyanın kana kana içmesini sağlamak için gayret eder.
Teceddüd ise tecdîdin tam aksine, İslâmî olan ile olmayanı birbirine karıştırmak, tâvizler ve te'villerle barışmazı barışır, bağdaşmazı bağdaşır kılmaya çalışmaktır.90
Bu önekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Ancak bunlar da şu neticeyi tesbit etmemiz için kâfidir: Tecdîd üzerine düşünen ve yazanların çoğunun birleştiği bir mefhum vardır; bunu ifadelendirecek olursak tecdîd: "Esasını bozmadan dîni korumak, toplumun ihtiyaçlarını, onun katkısız ve tükenmez kaynaklardan karşılamak, ilâhî nizamdan sapmaları düzeltmek ve önlemek, İslâm'ı asrın anlayışına söyletmektir. Tecdîd toplumun kalkınması ve dünyada refahı, âhirette felâhı için gereken her tedbirin alınması; nazarî, fikrî, amelî faaliyetlerin icrâsıdır."
Ancak bu mefhumu tecdîd, ıslâh, reform, İslâmlaşmak... terimlerinden birisi ile ifade etmekte birlik hâsıl olmamıştır. Bu terimler bazan zıt mânâda kullanılmış, bu da zihinlerin karışmasına sebep olmuştur.
Biz, bu yazıda, İslâm'ın ruhuna uygun ve hadîs-i şerifin ifade ettiği ıslâhât için "tecdîd", bunu yürüten ıslâhâtçı kişiler için de "müceddid" terimlerini kullanacağız. Günümüzde daha çok kullanılan "reform" tâbirini ise, İslâm ile bağdaşmayan bir ıslâhâtı ve protestanlığın doğmasını sağlayan hareketleri andırdığı, yanlış anlamalara meydan verdiği için tecdîd mânâsında kullanmayacağız.

Reform ve Tecdîd:
Islâh etmek, düzeltmek gibi lûgat mânalarında kullanılan 'reform' kelimesinin terim olarak umûmi ve husûsi mânaları vardır:
a) Umûmî olarak reform: Dindarların törenlerinde veya din adamına bağlı oldukları kaidelerde yapılan değişiklik ve bilhassa bir tarikatte ilk kaidelere dönmektir.
b) Husûsî olarak reform: Çeşitli protestan birliklerinin kilise inanç ve disiplininde yaptıkları değişikliklerdir. XVI. yüzyılda Avrupa'nın büyük bir kısmını papaların hâkimiyetinden çıkaran ve protestan kiliselerinin kurulmasına yol açan dinî hareketler "reform" terimi ile ifade edilir.
10 Kasım 1483'te Saksonya'da doğan Luther'i, mezkûr reform hareketine sevkeden âmiller vardır:
a) Dördüncü asırda kurulmuş olmasına rağmen papalık ilâhî, mukkaddes ve lâ-yuhti (yanılmaz) kabul edilmektedir. Ayrıca papadan papaza doğru bir mertebe zinciri vardır.
b) Rahiplere evlenmek yasaktır.
c) Papanın günahları affetme selâhiyeti ve tevbe için papaza günahın itirâf edilmesi mecbûriyeti vardır.
d) Papa zaman zaman günahların affedildiğini bildiren vesikalar (endülüjans beratları) satmaktadır.
e) Hıristiyanların mukaddes kitâbı okuyup anlama selâhiyetleri yoktur.
Luther uzun süren bir vicdânî bunalımdan sonra, Paulus'un "Romalılara Mektubu"nda insanın mânevî kurtuluşunu doğrudan doğruya imâna bağlayan bir metin buldu. Artık bu metin, bütün protestan kiliseleri için bir ilâhiyat, ahlâk ve mistizm kaynağı olacaktır.
Hıristiyanlığı hak ve tek inanç etrafında toplamaya muvaffak olamamakla beraber reform hareketleri yeni kiliselerin doğmasını (protestanlar) ve bu kiliselerin şu esasları benimsemesini sağlamıştır:
a) Kitâb-ı Mukaddes hıristiyanlık için tek kaynaktır.
b) Her hıristiyanın bu kitâbı okuma ve açıklama selâhiyeti vardır.
c) Kilise günah bağışlayamaz.
d) Kitâb-ı mukaddes çeşitli dillere çevrilebilir ve ibâdet bu tercümeler ile yapılır.
e) Din adamları evlenebilir.
f) Günahları itiraf zarûrî değildir.
g) Kilisede resim ve heykeller bulunmaz...91

Mukâyese:
Dinde reform veya ıslâhât deyince yukarıda özetlenen tecdîd, reformcu deyince de müceddid kastediliyorsa mesele yoktur. Fakat bu tâbir İslâm için kulanılırken hıristiyanlıktaki reform kastediliyorsa birbirinden tamamen ayrı ve farklı iki şeye aynı ismi vermek gibi bir hatâya düşülüyor demektir. Yukarıda reform hareketinin ulaştığı neticelerin önemlilerini kaydetmiştik. Bunları İslâmî esaslar ve tecdîd yönünden de ele alır ve karşılaştırırsak aradaki fark berraklaşacaktır:
1 - Reform Kitâb-ı Mukaddes'i hıristiyanlığın tek kaynağı haline getirmiş, papaların buyruklarına bu mânâda kudsiyet tanımamıştır.
İslâm'da, Kur'ân-ı Kerîm ve Resûlullah'ın (sav) sünneti ana kaynaktır. Bunlar dışında kalan fikir ve kaynaklar "şaşmaz, yanılmaz" değildir. Tenkit ve tartışmaya ve gerektiği zaman değişmeye tâbîdir.
2 - Reform hıristiyanlara Kitâb-ı Mukkades'i bizzât okuma ve açıklama selâhiyetini getirmiştir.
İslâm'da her mü'min Kur'ân-ı Kerîm'i okur, dil ve usûl biliyorsa anlar ve açıklar.
3 - Protestanlara göre kilise günah bağışlayamaz.
İslâm'da günah bağışlama selâhiyeti yalnızca Allah'a aittir. Bunun için şefâat dahi onun iznine tâbîdir.
4 - Reformdan sonra Kitâb-ı Mukaddes'in çeşitli dillere tercümesi ve bunlarla ibâdet mümkün hâle gelmiştir.
İslâm'da başlangıçtan beri Kur'ân-ı Kerîm kısmen ve zamanla tamamı çeşitli dillere çevrilmiş, meâller ve tefsirler yazılmış, aslını öğreninceye kadar tercümesi ile ibâdete izin verilmiştir.
5 - Ancak reformdan sonra din adamları evlenebilmiştir.
İslâm'da ise Allah'a tam kulluk yapayım diye evlememeye kalkışanlara Resûlullah (sav) karşı çıkmış, "Benim yolumdan ayrılan benden değildir" buyurmuştur.92
6 - Reform günahların affı için papaza itiraf zarûretini kaldırmıştır.
İslâm'da günahların gizlenmesi, kimseye ifşâ edilmemesi ve Cenâb-ı Mevlâ'ya içten tövbe edilmesi, her kulun bizzat bağışlanmayı dilemesi esastır.
7 - Reform kiliseden resim ve heykelleri kaldırmıştı.
Resûlullah'ın (sav) Mekke fethinden sonra ilk işi Kâbe'yi putlardan temizlemek olmuştur.
Şu kısa mukâyese gösteriyor ki hıristiyanlıkta kilise, halk ile Mukaddes Kitâb'ın kul ile Allah'ın arasına girmiş, dinde olmayan bir takım inanç, ibâdet ve âdetler getirmiş... reform hareketi de bunları ortadan kaldımayı hedef almıştır.
Daha kısa bir deyişle din -iman, ibâdet, âyin ve ahlâk yönlerinden- bozulmuş, değiştirilmiş, reformcular da bunu aslına çevirmeye çalışmışlardır.93
İslâm'da imân, ibâdet, ahlâk ve cemiyet düzeni Resûlullah (sav) zamanında, Kur'an-ı Kerîm ve Sünnet'te nasıl tesbît ve tanzim edilmiş ise bugüne kadar aynen kalmış, kitapta ve nazarî plânda hiçbir kayıp ve değişme olmamıştır.

Tecdîdin Hikmeti:
Tecdîde niçin ihtiyâç duyulmuş ve Hz. Peygamber (sav) tarafından yüzyılda bir müceddidin geleceği haber verilmiştir? "Tecdîdin Hikmeti" başlığı altında bu soruya cevap arayacağız.
İslâm'a göre Hz. Âdem'den Peygamberler Hâtemi'ne (sav) kadar, rasûllerin getirdiği dinler, tevhid (Allah'ın birliği), nübüvvet (peygamberlik, vahiy), âhiret (öldükten sonra tekrar dirilme, hesap verme, karşılığını görme ve ebedî yaşama) gibi değişmez esaslar yanında, insanoğlunun zaman içindeki gelişmesine paralel olarak değişen içtimâî, hukûkî, ahlâkî... hükümler getirmişlerdir. Mustâfây-ı Müctebâ (sav) son peygamber, Kur'ân-ı Mecîd de son kitâbdır. Bu demektir ki artık peygamber ve kitâb gelmeyecek, İslâm kıyâmete kadar devâm edecektir. İnsanların ve onlara mahsus müesseslerin değişme zarûreti yanında bu devamlılık, değişmeyen ile değişenin beraber yürümesi ve yaşaması nasıl olacaktır? İşte İslâm'da kaynakların özelliği, ictihâd ve tecdîd müesseseleri ve zarûret prensibi bu suâle cevap, bu probleme çözüm getirmektedir:
a) Kitâb, sünnet, icmâ gibi kaynaklar, hayatın değişen, değişmesi zarûrî olan taraflarını serbest bırakmış, bunları durdurucu, bağlayıcı hükümler getirmemiştir.
b) Anormal durum ve zamanlarda zarûret (zorda kalma) prensibi, bağlayıcı hükümlere yumuşaklık getirmiştir.
c) İctihâd ve tecdîd müesseseleri, çözümü ilim ve ehliyet sahibi müslümanlara bırakılmış meselelere -zaman ve zemînin gereğine göre- ana kaynaklardan çözüm getirme imkânını bahşetmiştir.
İsrailoğulları içinde sayıları binleri bulan ara peygamberlerinin vazifelerini İslâm'da, -onlardaki vahiy yerine ictihâdlarını kullanarak- ifâ edenler müceddid ve müctehidler olmaktadır.

Tecdîdin Engelleri:
Toplum için taze kan, gençlik aşısı, hayat ve bekâ iksiri mesâbesinde olan tecdîd buna ehil kişilere muhtaçtır. Gerek bu kişilerin yetişmesi ve gerekse hareketlerini başarı ile yürütmeleri bazı sebeplerle engellenmektedir. Dış engeller, belli bir toplumun ve ona mahsus kültürün düşmanlarından gelmektedir. İç engeller ise şu sosyo-psikolojik faktörlere bağlanabilir:

a) Korkaklık ve çekingenlik:
el-İzz b. Cemâ'a asırlarca önce şöyle diyordu: "Zamanımızda müceddid ve müctehid bulunmayacağı kanâati korku ve çekinginlikten neş'et etmektedir; yoksa çoğu kez bizzât bunu söyleyenler müctehid ve müceddid kişilerdir. Allah'ın lûtuf ve ihsânına ve bunları bazı lâyık kullarına tahsisine ne engel olabilir?"94

b) İnsaf ve takdir yokluğu:
İlim adamları arasındaki rekâbet duygusu, onlara çok yakışan insaf vasfını zedelemiş, faziletleri, değerleri itiraf, takdir ve teşvikin yerini ölçüsüz tenkitler, aleyhte konuşmalar ve engellemeler almıştır. Bir şâirin diliyle:
"Bulunduğu yerde faziletin takdiri, bunu yapanın faziletini ne güzel ifade eder! Bir kimsenin, kendisinden üstün olanlara dil uzatarak aşağılık duygusunu tatmin etmesi, insafa sığmayan bir davranıştır."

c) Kötüleme:
İbn Abdilberr, İbn Sübkî gibi bilginler, hadîs râvileri hakkında söylenenleri değerlendirirken şu ölçüyü koyuyorlar: Bir kimsenin büyüklüğü ve kemâli sâbit olur, lehinde konuşanlar çok, aleyhinde konuşanlar az bulunursa; aleyhinde söylenenlerin sebebini gösteren "bilgisizlik, rekâbet, dedikoduya dayanma, taassub, nefsânî duygular" gibi karîneler de mevcut olursa aleyhinde söylenenlere bakılmaz. Eğer böyle yapılmazsa hiçbir imâm (en büyük âlim) bundan, sâlim kalamaz; çünkü herbiri hakkında yapılmış karalamalar, kötülemeler vardır. Akran arasındaki atışmalar, bilginlerin birbiri aleyhindeki sözleri mûteber değildir...
Bu sözler tarihî bir gerçeği aksettiriyor. İşte bu karalama ve kötülemeler cesaretleri kırmış, azimleri yıpratmış, tecdîd hareketlerini engellemiştir.

d) Hased:
İslâm'ın getirdiği ibâdetleri bedeninden ruhuna intikâl ettiremeyen, nefsini tezkiye ve tasfiye edemeyen kimseler üstünlükleri, meziyet ve faziletleri çekemez, bunlar karşısında rahatsız olur, aşağılık duygusuna kapılır ve ulaşamadıklarına pis demek durumuna düşerler. Bundan önceki iki sebebin kökünde de hased vardır. Onuncu asrın müceddid ve müctehidlerinden olan İmam Suyûtî bu durumunu açıklayınca tepki gösteren ve kendisine dil uzatanlara karşı kendisini müdâfaa ettiği bir yazısını şöyle sürdürüyor: "Eğer sen daha önce tecdîd ve ictihâdın bulunduğunu kabûl ediyor da "geçen geçti, şimdi olmaz" diyorsan sana cevâbım, Ebu'l-Hasen Şâzeli'nin sözüdür: "Bazı kimseler geçmiş evliyânın kerâmetlerini kabul ediyorlar; fakat şimdikileri inkâr ediyorlar" dedikleri zaman şu cevabı vermişti: "Onlar İsrâiloğullarındandır; çünkü İsrâiloğulları Hz. Mûsâ'nın ve daha nice Peygamberin peygamberliklerini kabul etmiş; fakat kendi zamanlarında geldiği için Muhammed Mustâfâ (sav)'nın peygamberliğini inkâr etmişlerdi."
İbn Hacer de Süyûtî'nin bu müdafaasını teyîd ile "ona hased yüzünden haksızlık edildiğini" ifade etmiştir.95



82. Nesil dergisinde yayımlanmıştır ve önceki yazının devamıdır.
83. Ebû Dâvûd gibi hadîs âlimlerinin naklettiği bu hadîsin sıhhatini Irâkî, Askalânî, Hâkim, Zehebî gibi otoriteler de kabul etmişlerdir. Kaynakları için bkz. Suyûtî, Kitabu't-tenbîh, Süleymaniye kütüphanesi, No. 708, vr. 58/b-65/a.
84. Prof. Afîfî, "et-Tecdîd fi'l-İslâm", el-Ezher dergisi, c. X, s. 202 vd.
85. Buhranlarımız, nşr. M. Ertuğrul Düzdağ, (Tercüman, 1001 Temel Eser), s. 204. (Kitabın yeni baskısı için bkz. İz Yayıncılık, 1998.)
86. Age., s. 178.
87. Age., c. X, s. 203.
88. İslâm Dâvâsı, Çev. Ergun Göze, İst. 1967, s. 143-144.
89. el-Fikru'l-İslâmî el-hadîs, Kahire, 1964, s. 10, 98, 395.
90. Mûcezu târih-i tecdîdi'd-dîn, Dimaşk, 1964, s. 29 vd.
91. F. Challaye, Dinler Tarihi, Çev. Sâmih Tiryakioğlu, İst. 1975, s. 192-194; Meydan Larousse, "reform" maddesi.
92. Buhârî, Müslim, Mişkât, c. II, s. 158.
93. Ortada Mukaddes Kitâb'ın aslı bulunmadığı için bu ıslâhâtın başarılı olması düşünülemezdi ve bu mânâda başarılı da olmadı.
94. Afîfî, age., s. 47.
95. Afîfî, Age., s. 48.



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler