HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


ÖLÜ TOPRAKLARI İMÂR VE ZAMAN AŞIMI (İHYÂ-İ MEVÂT VE MÜRÛR-İ ZAMAN)
İslâm Hukuku her yerde ferdlerin çalışma ve emek mahsûlü olan haklarını iktisab etmelerini kabul ve tasdik eder (Mec. 1249). Ölü toprak ve yerleri devletin izniyle ihyâ ve imâr eden kimse oranın sahibi olur (Mec. 1272); fakat o yerin eski bir sahibinin çıkmaması şarttır. Çünkü İslâm Hukukunda, Avrupalıların verdiği manaya göre (prescription: zaman aşımı) denilen şey yoktur. Zamanın geçmesiyle hak düşmez (Mec. 1674). Arâzîde istihkak (hak sahipliği) davası için meydan daima açıktır. Eğer birden fazla hak sahibi bulunursa, fetih zamanına kadar en eski sahibi kim ise arâzî ona ait olur. Bununla beraber şâhidler senetten önce gelir (témoins passent lettres) kaidesini kabul eden bir kanunda şahsî delil (beyyine-i şahsiyye) getirmenin güçlük veya imkânsızlığı, sınırsız istihkak davası açma salâhiyetinin gerektireceği tehlikeyi hafifletir.
Şu da var ki fukahâ, düzme ve haksız dâvâ kapısını kapamak için otuz altı senelik bir zaman aşımı kabul ettikleri gibi, Osmanlılar da mülk için onbeş, arazî için on senelik birer zaman aşımı kabul etmişlerdir.* Bu müddetlerin geçmesinden sonra hakimler, o dâvayı kabul edemezler. İctihad ve takdire bağlı zaman aşımını ancak vakfın ve arâzînin rakabesi (mülkiyeti) gibi dâvalarda ibka etmişlerdir.14
İslâm Hukukunda zaman aşımı, hakkı ispat eden bir delil olmayıp, iddiayı önleyen bir delildir. Çünkü zamanın geçmesiyle hak düşmez. Şu halde zaman aşımının manası, muayyen bir müddetin geçmesiyle hakimin bizzat dâvayı kabul etmesinin menedilmiş olmasıdır. Ancak hakimler Sultan (Devlet Başkanı) tarafından hüküm vermeye mezûn (izinli) oldukları için yüksek irade ile hakimlerin bu memnû oluşları kaldırılabilir.
Şu halde zaman aşımı mutlak ve kesin bir şey olmayıp, muhâkeme usûlü bakımından bir tedbir mâhiyetindedir. Yani dâvanın istînâf ve temyîzi için belli müddetler olduğu gibi, başta dâva açmak için de bir müddet tespit edilmiştir. Bu müddetin geçmesinden sonra açılan davaların reddi, asıl hakkın düşmesi demek değildir.
Avrupa kanunlarında ise zaman aşımı doğrudan doğruya hakkın düşmesini gerektirir ve temlik ile tahlise ait olmak üzere iki kısma ayrılır. Dâvanın açılmasına engel olmaz. Takas, mahsub gibi dâva mevzuunun esasına ait bir müdafaa yolu olur. Bundan dolayı zaman aşımı ile düşen bir borca mukabil verilen meblâğlar, ikinci defa verilmiş sayılarak geri alınabilir. Zaman aşımı iddiası her zaman ileri sürülebilir.
Osmanlılarda bu nevi zaman aşımı arazî için kabul edilmiştir. Mîrî ve vakıf arâzîden bir yeri on sene ekip biçen ve tasarruf eden bir kimsenin orada karar hakkı sabit olur ve eline tasarrufu gösteren bir sened verilmesi gerekir (Arâzî Kanunu, 78). Demek ki o kimse dâvacı olarak tasarruf hakkını sadece zaman aşımına istinad ettirebilir. Ancak o arâzî boşalmış (mahlûl) iken haksız olarak zaptedilmiş olduğunu kendisi ikrar ve itiraf etmemiş olması şarttır. Bir de bu durum devlete ait mîrî ve vakıf arâzîye ait olup, şahıslara karşı ayrıca on senelik zaman aşımı vardır.
Bazı Avrupa müellifleri zaman aşımının tabiî haklardan olduğunu iddia etmişlerdir. Diyorlar ki "Bir mülkün tasarruf hakkının şartı fi'len tasarruf ve zaptetmektir. Uzun müddet yüzüstü bırakılması terkedilmiş olduğuna delildir ve tasarruf hakkının düşmesini gerektirir. Bu durumda başka biri orasını tasarruf ve zaptederse bu bir tasarruf hakkı meydana getirir."
Fakat bir mülkün yalnız kullanılmak ve zaptedilmekle mülk edinilmesi onda henüz kimsenin hakkı bulunmamasına bağlıdır. Daha önce başkasının tasarrufu altında bulunan bir mülkün bir müddet kullanılmasıyla hakkının düşmesine tabiî hukukta bir delil bulunamaz. Zaman aşımına bir gün kala mevcut bir hakkın bir gün sonra ortadan kalkmasında bir hikmet tasavvur olunamaz.
Şu halde zaman aşımı kaidesinin kabulü sadece muâmelelerce duyulan ihtiyaç ve zarûret üzerine bina edilmiştir. Çünkü böyle bir kaide kabul edilmese çekişmeler sonu gelmeden devam eder ve didişme nesiller boyunca sürüp gider. Halbuki dâvalının beraatine dair evrak ve delillerin ebedî olarak korunmaları mümkün değildir; zâyi ve telef olmaları da düşünülebilir. Bir de zamanın değişmesi kanun hükümlerinin de değişmesini gerektirdiği için bir iki asır öncesine ait bir dâvayı bugün halledip neticeye bağlamak imkân dışındadır. Dâvacının uzun zaman ses çıkarmaması da hakkını alıp düşürdüğüne kuvvetli zan hasıl eder. Bu sebeple belli bir zamandan sonra her şeyin olduğu gibi kalması, herkesin hak ve huzurunun temini için çok gerekli olduğundan, ondan sonra davanın dinlenmemesinin lâzım geldiği meydandadır. İmdi İslâm Hukuku'nun "zaman aşımı ile hak düşmez" kaidesi, Avrupa kanunlarından daha ziyade hal ve âmme menfaatine uygundur.


* Mecelle, madde: 1660, 1670-1675.
14. Bir Avrupa'lı müellif otuz altı senelik zaman aşımını Osmanlıların Bizans İmparatorluğu Kanunu'ndan aldıklarını hem de temin ederek ifade etmek gibi bir garâbette bulunuyor.



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler