HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


ŞEKİLCİLİK VE TEFERRUATÇILIK
İslâm Hukukunda naslara dayalı hükümler, fukahanın ictihadına dayanan hükümlere nazaran çok azdır. Naslar umumî prensipler ve genel kurallar koymuştur. Teferruatın ise büyük bir kısmı fukahânın, icma, kıyas ve benzeri deliller üzerinde ictihadlarına dayanmaktadır. Bu detaylar ve özel hükümler fıkıh kitaplarının büyük ciltlerini doldurmuştur; öyle ki bunların içine dalmak uzun vakit ve büyük çabaya muhtaçtır.
Sonraları bu fer'î hükümler umumî prensiplere galebe çalmış, tedricen gelişen taklid ile donuk bir şekle bürünmüş ve asıl cevherden uzak kalmıştır. Bazı sonraki fakihler bu teferruata sarılmış, bunları asıl naslar ve prensiplerin ışığı altında tenkit ve ayıklamaya tâbi kılmadan, akıl ve fikir ölçüsüne vurmadan, sanki Müslümanları bağlayan temel hükümlermiş gibi kör bir taklid ile kabul ve nakledegelmişlerdir. İşte böylece boynuz kulağı geçmiş, şekil cevheri gölgelemiş, bunun da İslâm kültürünün donup gerilemesinde tesiri olmuştur.
Bunun örneklerinden birisi akitlerde kasıt ve irade meselesidir. Bu mevzuda kaide şudur: "Akitlerde söz ve cümle şekillerine değil maksat ve manaya bakılır."10 Bu, mütevatir bir hadis-i şerif'e dayanan genel bir kaidedir: "Ameller ancak niyetler ile (muteber olur); her kişinin elde edeceği, niyet ettiği şeydir". İbnü'l Kayyim el-Cevziyye bunu şu sözü ile açıklamıştır: "Akit ve fiiller, söz ve işlerin dış görünüşlerine göre değil, hakikatleri ve maksatları ile değerlendirilir... İrade (kasd) akdin ruhudur, onu sahih ve batıl kılan budur. Bu sebeple akitlerde sözlere değil, maksatlara itibar etmek daha uygundur; çünkü sözler kendilerinden başka şeyler için kullanılır, akitlerin maksatları ise kendileridir."11
Bu açık ve temel prensibe rağmen fukahâ sözler ve onların şekillerinden uzun uzadıya bahsetmiş, bunlar için muayyen kaideler koymuşlar, niyet ve maksada delâlet için kullanılması gereken sözleri sınırlamışlardır. Sonra bu tafsilât esas yerine geçmiş ve işaret ettiğimiz asıl prensip değiştirilip bozulmuştur.
Buna benzeyen diğer bir örnek de akitlerde şart meselesidir. Burada kaide, akit ve mukavelelerde hürriyet prensibidir; yani haram olduğuna kesin delil bulunmadıkça fiil ve şartlarda kaide ibâhadır (serbest ve mübah oluştur). Bunun manası akdi yapanların, akitlerinde dinin kesin olarak yasakladıklarının dışında diledikleri şartı koyabilecekleridir. Otorite olan fakihler bu kaideyi açık ve seçik ifadelerle kabul ve tesbit eylemişlerdir. Yine İbnu'l-Kayyim'in şu sözü bunlardan biridir: "Şârî" (Allah) yasak ve ibtal etmemiş oldukça akit ve şartların sahih olması kaidedir."12
Bununla beraber çeşitli mezheplere bağlı fukahâ ve bilhassa hanefîler şarta ait kaideler, ta'likî veya takyîdî şarta bağlanması sahih olan akitler, sahih ve fâsid şartların tarifi üzerine uzun fasıllar açmışlar; sanki akitlerde temel kaide sıhhat ve serbestlik değil de haram olmak ve butlânmış gibi şartların fesadının sebeplerini çoğaltmışlardır.
Bu şekil ve teferruata da bazı fukahâ takılıp kalmış, önemsiz işleri inceleyerek vakitlerini boşa harcamış, "akitleşme serbestliği" temel prensibini unutmuşlardır. Bunun neticesi, umumî prensibin sahih kabul ettiği birçok akitleri butlâna mahkûm etmek olmuştur.
Prensip ve maksatlara değil de şekil ve teferruata sarılmanın zararına bir başka örnek de namazın bir şartı olarak taharet (dinî temizlik) bahsi ile alâkalıdır. Bu mevzuda temel kaide, namazdan önce abdest almayı gerekli kılan şu ayet-i kerimedir: "Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başınızı meshedin, ayaklarınızı da topuklarınıza kadar (yıkayın).. Allah size zorluk ve darlık vermek istemez, fakat bunu sizi tertemiz kılmak ve size nimetini tamamlamak için ister.."13 Şu halde abdestin nas ile ifade edilmiş illeti (teşrî sebebi) temizlik, arınmak ve Allah'a yaklaşmaktır.
Bunun bütün manası da akıl, tecrübe ve teamül ile malumdur. Bu mevzuda İbn Rüşd'ün sözü kâfidir: "...bu şundan ibarettir ki, insanın içmek hususunda tiksindiği şeyi Allah'a ibadette kullanmaktan çekinmesi gerekir."14
Fakat fukahâ bununla yetinmemiş, bahsi enine boyuna genişletmiş, teferruata dalmışlardır. İbadetlere ait hükümlerin başında buna bir kitab tahsis edilmiş, temiz suyu, temizleyen suyu, temiz olmayan suyu, temiz şeyleri ve necis şeyleri incelemeğe girişmişlerdir. Bunların her birine bir ayrı fasıl ve yüzlerce sayfa ayırmışlardır. Sonra bunların üzerinde büyük ihtilafa düşmüş, haddinden fazla önem vermiş, mevzuu anlaşılması güç, okunması sıkıcı ve neticesiz hâle getirmişlerdir; öyleki bunları okuyan kimseye, bütün bu teferruat ve tafsilatın din ve ibadetlerin esaslarından olduğunu zannettirmişlerdir. Bununla beraber mezkûr hükümlerin bir çoğu da akıl ve mantığa aykırı, "temizlik ve arınmak"tan ibaret olan özden tamamen uzaktır.
Halbuki bu öz temel olarak ele alınsa ve teferruatın bundan çıkarılması akıl ve ilme terk edilse idi daha isabetli olurdu. Bugün Müslümanlar vaktin altın; modern ilimlerin, kurtuluş, saadet ve bekânın zaruri şartı olarak kabul edildiği bir zamanda yaşıyorlar. Bu sebeple hayatlarının büyük bir kısmını bu teferruat ve şekliyatı anlamak yolunda harcamaları -o da eskilerin istediği gibi anlamak imkânına sahip olsalar bile- makul değildir.
Bütün bu örnekler ve benzerlerinden maksadın hülâsası şudur: Detaya ait, özel ve şeklî hükümlere sarılmak düşünceyi dondurmuş, İslâmî esasların çoğunun tetkikini güçleştirmiş, bazı prensiplerinin özünü bozmuştur. Ve bütün bunlar Müslümanlara tesir etmiş, geri kalmalarının âmillerinden olmuştur.
Bunun çaresi ancak esas naslara, asıl prensiplere dönmek, bunları örten fetva, söz, görüş ve keyfî hükümleri bertaraf etmek; onlara yapışmış bulunan, sonu gelmez şekle ait ictihadları temizlemektir. Ancak böylece dinin nuru bütün parlaklığı ile avdet eder; başlangıçta olduğu gibi, daima olması lâzım geldiği gibi.


10. "Ukûdda itibar mekâsıd ve meâniyedir, elfâz ve mebânîye değildir." Mecelle, mad. 3; Şerhu'l-Mecâmî', s. 325.
11. İ'lâmu'l-Muvakkıîn, c. III, s. 82-83.
12. İ'lâmu'l-Muvakkıîn, c. I, s. 299; el-Mahmasânî, en-Nazariyyâtü'l-âmme li'l-mûcebât ve'l-ukûd..., c. II, s. 82, 208.
13. el-Mâide: 5/6.
14. Bidâyetü'l-müctehid, c. I, s. 20.



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler